Türkiye iki yıllık ve üç seçimlik sürecin son düzlüğüne doğru yaklaşıyor. Haliyle siyasette her şey 7 Haziran seçimlerine göre değerlendiriliyor. Seçimler öncesi birkaç hususun üzerinde durulması gerekiyor
AKP’nin 13 yıllık iktidarının bu son 2 yılı 3 seçimle geçiyor. Bu 3 seçimli süreç boyunca yaşananlar Türkiye siyasetini yeniden dizayn edebilecek nitelikte gelişmeler. Öncelikle bu sürecin öncesinde yaşanan Gezi Direnişi süreci de etkiledi ve hala etkisini sürdürüyor. Ardından yerel seçim öncesi AKP-Cemaat kavgasından patlak veren 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet skandalları siyasetin yeniden dizayn edilmesi konusunda ikinci büyük gelişmeydi. Bugün hala AKP’li yetkililerin ve en başta Tayyip Erdoğan’ın bu iki gelişmeyi aynı kefeye yani darbe kefesine koymasına şaşmamalı. İkisi de AKP iktidarını tehdit eden ciddi tehditlerdi ancak tamamen farklı içerik ve özelliklere sahipler.
Gezi Direnişi, Türkiye halklarının AKP’ye karşı aşağıdan geliştirdiği çok geniş bir halk isyanı olarak ortaya çıktı. İsyanın içeriği, talepleri ve dili krizli AKP iktidarına karşı alternatif özellikler gösteriyordu. Siyasetin demokratik bir eksende ve yurttaşların doğrudan katılımına açık bir yeniden dizaynını talep ediyordu. Ancak o zamandan bu zamana isyanın programatik ve politik öznesinin ortaya çıkmadı. Buna rağmen isyan, AKP açısından ciddi bir yönetememe krizine yol açtı ve isyan ihtimali artık hep ortada bulunan bir gerçek.
17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet skandalları ise devletin tepesinde meydana gelen AKP-Cemaat kavgasının derinleşmesi ile ortaya çıktı. 2002 yılından bu yana Türkiye’nin talan ve yağma politikaları temelinde neoliberal dünya sistemiyle bütünleşmesini halklar aleyhine gerçekleştiren bu iki ortağın kavgası kirli çamaşırların ortaya saçılmasıyla sürdü. Devletin yargı, polis, medya ve bürokrasi alanlarında gerçekleşen bu kavga özü itibariyle halklara bir şey vadetmeyen egemenler arası bir kavga niteliğini taşıyordu. Cemaatin AKP’ye karşı hamleleri, Cemaat’in bu süreç içerisinde geliştirdiği ittifaklar(CHP ve MHP ile) ve aldığı siyasi konum da bu çatışmada Cemaat ve onun etrafındaki, arkasındaki güçlerin yeni bir siyaset dizaynı talep ettiğini gösteriyor. İşte Türkiye siyasetinde 3 seçimlik süreç olarak tanımlanan ve şu an içerisinde bulunduğumuz sürecin bütün gelişmeleri bu iki olayın izlerini taşıyor.
Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı şu ana kadar karşılaştığı her ‘tehlike’de çözümü faşizmi artırmakta buldu. Bugün gelinen noktada bu faşizm artırımı nitel bir değişikliğe, yeni bir yasal çerçeveye ihtiyaç duyuyor. AKP’nin yönetememe krizi, İç Güvenlik Paketi ve Başkanlık Sistemi gibi araçlarla yönetilebilir görünüyor ancak. Tayyip Erdoğan’ın tarif ettiği Başkanlık Sistemi’nin(dünyada bir benzeri daha yok) aslında çok güzel, çok demokratik, şimdikinden daha iyi olduğuna inandırmaya çalışıyorlar insanları. Goebbels’ten ödünç aldıkları ve iktidarlarının başından bu yana kullandıkları ‘yalanı çok defa tekrar etmek’ yolu ile insanları söylediklerinin gerçek olduğuna inandırmak için uğraşıyorlar. Ancak geldiğimiz noktada AKP karşıtı kitlelerin yanında AKP taraftarı kitlelerin geniş kesimleri de bu yalana inanmıyor. AKP’nin içinde bulunduğu kriz aslında bir ‘ikna edememe’ krizi. 13 yılda bu ülkede o kadar çok söz söyleyip tersini yaptılar ki, o kadar söz söyleyip hemen sonra tersini söylediler ki insanlarda artık bu yalanlara inanmama kendiliğinden gelişti. Bu tabi ki AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın hegemonyasının daralması anlamına geliyor. Tayyip Erdoğan açısından bu daralma ancak büyük hedeflerle ve kadim karşıtlıklarla aşılabilir gözüküyor. Bu yüzden 400 milletvekili, Başkanlık Sistemi gibi büyük hayalleri AKP’nin önüne koyuyor. Öte yandan ‘Kürt sorunu yoktur’ deyip ordudan af dileyerek hem partiyi Kürt düşmanlığı üzerinden bir arada tutmaya çalışırken hem de yeni ittifak arayışlarına giriyor. Ancak Tayyip Erdoğan’ın Başkanlık sevdası giderek şahsileşiyor ve partisi tarafından benimsenmiyor.
AKP’nin içerisindeki bir grup kendilerini iktidar dışı bırakacak bu sistemi istemiyor. Birçok başlıkta farklı yönelimlerin ortaya çıktığı şimdiden biliniyor. Tayyip Erdoğan’ın yürütülemez bir projeye dönüştüğü herkes tarafından görülüyor. 7 Haziran seçimleri bu anlamda çok önemli. AKP yıllardır meşruiyet devşirdiği, halkı meydanlardan çağırdığı sandıkta bir yenilgi ihtimaline en çok bu seçimlerde yakın. Bu yenilgi AKP’nin oy oranı olarak geçilmesi değil. HDP’nin %10 seçim barajını geçmesi demek. Meclis aritmetiğini baştan sona değiştirecek bu durum aynı zamanda AKP için beklenenden çok daha sarsıcı sonuçlar yaratacaktır. Başkanlık hayalleri suya düşen Tayyip Erdoğan siyaseten etkisizleşecek ya da parti içi savaş üst boyutlara çıkacaktır. AKP’nin bir dava partisi değil bir rant partisi olması bunu mümkün kılıyor.
Ülkedeki siyasi tablo ancak HDP’nin barajı aşması ile birlikte halkların çıkarına değiştirilebilir. Bu tabi ki büyük bir iddia ve sadece seçimlerde barajın aşılması ile mümkün değil ancak barajın aşılması ve HDP’nin parlamentoda AKP’yi gerileten bir şekilde temsil kazanması bunun ön şartı. Gezi Direnişi’nde talep edilen demokratik, eşit, kadını öne çıkaran, ekolojist siyaset ancak HDP’nin barajı aşması ve sonrasında verilecek siyasi mücadele ile mümkün. Hala milyonların bunu talep ettiğini unutmamak gerek. HDP’nin barajı aşması demek kurulan yeni siyasi denklemde halk güçlerinin güçlü bir şekilde yer almasını sağlayacaktır.
HDP’nin seçimlere parti olarak gireceğini açıkladığından ve bu kararını ısrarla devam ettirdiğinden bu yana, oluşacak meclis aritmetiğinin de etkisiyle HDP’ye ciddi bir yönelişin olduğu biliniyor. Muhalif toplumsal kesimler yıllardır AKP karşısında ezilmelerine rağmen bulundukları konumdan etkin bir cevap üretilemediği için HDP’yi bir adres olarak görüyorlar. Bu kesimlerin ilişkili oldukları CHP’nin yıllardır AKP’ye karşı bir alternatif geliştirememesi ve özellikle son seçimlerde bu kesimlerin taleplerini reddederek ve hatta aşağılayarak(tatava yapma bas geç) sağa açılması bu yönelimde etkili. HDP’nin AKP karşısındaki etkin ve direngen muhalefeti ve sözünün eri tavrının da bu kitlelerde güven uyandırdığı açık. Sadece muhalif kesimler değil, AKP’nin tabanından da HDP’ye ciddi bir yönelim olduğu biliniyor. Özellikle AKP’nin son dönemlerde saklanamaz biçimde Kürt düşmanlığına yönelmesi kendisine oy veren Kürtleri HDP’ye yöneltti. Kobane Direnişi ve AKP’nin direniş karşısındaki tavrı burada bir kopma etkisine sebep oldu. Tabi ki Tayyip Erdoğan’ın dilinin de etkisi var.
Bugün gelinen noktada HDP’nin aldığı toplumsal destek gittikçe büyüyor. Çok farklı toplumsal kesimlerden HDP’ye destek çağrıları geliyor. Geniş bir aydın, sosyalist, demokrat, laik, özgürlükçü kesim HDP etrafında kenetleniyor. Bu AKP karşısındaki gerçek saflaşmanın da ortaya çıkmasını sağlıyor. Yıllardır dağınık bir biçimde AKP tarafından ezilen kesimler bir araya gelişlerinin ilk sonuçlarını seçimlerde görecekler. HDP’nin ve seçimlerde onu destekleyecek toplumsal muhalefet örgütlerinin bu konuda dikkatli olması gerekiyor. HDP’nin bu kadar geniş kesimlerle ilişkiye geçmesi ve bu kesimlerin farklı taleplerinin karşılanması seçim sürecinde de sonrasında da etkin bir siyasi mücadele ile mümkün. HDP, varoluşu gereği insanlarla ‘tatava yama bas geç’ tarzı bir ilişki kurmayacaktır. Bu anlamda demokrasi bilincinin ilerletilmesi bu kesimlerin kendilerini süreçlerde var edebilmesi seçimlerde başarının da seçimlerden sonra kurulacak yeni siyasi tabloda etkin güç olmanın da üstünden atlanmaz şartıdır. Gezi Direnişi’nin talep ettiği siyaset ancak böyle kurulabilir. Aksi halde yeniden kurulacak olan egemenlerin ittifakları siyasete hakim olacaktır.