Bir izleyici olarak son yıllarda tiyatro sahnelerinde kuir görünürlüğün arttığına dair belirgin bir gözlemim var. Ortaya koyulan işler de bu gözlemimi pekiştiriyor.
Kuir temaları işleyen oyunlar ve kuir karakterlere odaklanan metinler giderek daha fazla mı ilgi görüyor, yoksa yeni bir hikayeye mi ihtiyaç var? Peki kuir hareketin etkisi ne?
Benim gibi bu soruların meraklıları varsa, tiyatro oyuncusu Berfin Ertan’ın deneyimlerinden ve bakış açısından yola çıkarak, kuir temaların tiyatrodaki evrimini ve toplumsal etkisini konuştuk.
“Mahallemiz Eşrafından”
Mahallemiz Eşrafından, son günlerde Türkiye’deki bağımsız tiyatro sahnelerinde öne çıkan yapımlardan birisi oldu. Türkler ve Rumların bir arada yaşadığı ada şehrinde geçen bu özgün yapımda, Berfin Ertan hem oyuncu, hem yazar, hem de yönetmen olarak güçlü bir oyunla karşımıza çıkıyor. Ertan, kaleme aldığı bu oyunun yönetmenliğini Hakan Emre Ünal ile üstleniyor.
Oyunun yaratıcısı Berfin Ertan, bu tek kişilik oyununda canlandırdığı birden fazla karakterle biz izleyicilere etki bırakıcı bir performans sunuyor.
Hem oyunculuk hem de yazarlık yeteneklerinin bir araya getirildiği bu oyunda bir ‘aşk hikayesi’ anlatılıyor. Bu aşkın bize sunuluş şekli, tiyatro metinlerini o cinsiyet ikiliğinden kurtaran, kuir anlatıyı barındıran ve yaşatan bir oyun olması açısından ilgi çekici.
SiyasiHaber’e konuşan Ertan, “Gün gelsin biz yola sadece bir aşk hikayesi anlatalım diye çıkalım. Kuir veya cishetero olması fark etmeksizin mesele yalnızca aşk hikayesi anlatmak olsun” diyor.
İkili rollerin, cinsiyet kalıplarının kırılması gerektiğini vurgulayan Ertan, bu kırılmanın kuir hikaye ve anlatılara alan açarak mümkün olabileceğini anlatıyor.
ve soruyorum…
Neredeyse tüm meslek alanlarında kuir görünürlük mücadelesinin verildiği bir dünyada tiyatro için bu durum nasıl? Günümüzde kuir hikayelerin ve kuir sanatçıların tiyatro metinlerindeki görünürlüğü konusundaki fikirlerin neler?
“Çok fazla sektörde görünürlük giderek artıyor. Sinema, dizi ve tiyatro gibi alanlarda da durum aynı. Bence kuir sanatçılar daha fazla öne çıkmaya başladı. Tabi toplumun totali tarafından ne kadar görüldüğü bir tartışma meselesi olabilir.
Görünürlük mücadelesi, her ne kadar toplum meselesi olarak görülse de bir yandan insanın bireysel meselesi de. Ne hakkında ne kadar konuşmak istediğin ya da konuştuğunda başına neler gelebileceği gibi konular. Bunun içinde korku duygusu da var mesela. Her şeye rağmen bence görünürlük çokça arttı; daha özgüvenli ve daha öne adım atarak konuşmaktan çekinilmiyor gibi hissediyorum.”
2000’ler sonrası Türkiye tiyatrosunda kuir kimliklere ve kuir hikayelere rastlıyoruz bunlara ‘alternatif tiyatrolar’ diyebiliriz ama tabi ki ikili cinsiyet odaklı oyunlarla kıyaslanamayacak kadar az. Bu değerlendirmeler kapsamında sence 2000’lerden bu yana temsiliyet nasıl değişti?
“İstanbul’a yaklaşık altı sene önce taşındım ve buradaki tiyatrolardaki kuir görünürlüğün diğer şehirlere kıyasla daha yüksek olduğunu fark ettim. 2018 yılı öncesinde Türkiye özelinde bu kadar yapılmış işten duyum almıyordum ya da izleme fırsatı yakalayamıyordum. Burada birden fazla kuir anlatıları olan oyun izledim. Sanki daha çok İstanbul üzerinden bunları konuşabiliyoruz. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerden bir adım daha öteye geçtiğimizde konu diğer küçük kasabalar, küçük şehirler olduğunda iş tamamıyla değişiyor.
Tiyatro ile ilgilenmeye 11 yaşında başladım. Küçük bir şehirde yaşarken, kuir anlatılarla karşılaşma şansım pek olmadı. Tiyatrocu olma hayali kuran bir genç olarak, kuir anlatıları ve kuir sanatçıları daha fazla görmek isterdim. O dönemlerde bu tür anlatılar pek işlenmiyordu veya bize ulaşmıyordu. Daha çok imkan ve alan olsa; bu temsiliyetlere ulaşım sağlayan birçok kişi kendini daha iyi hissedebilir.”
Sence temsiliyet neden arttı, tiyatro metinleri için yeni bir hikâyeye mi ihtiyaç var?
“Bizim şu an bahsettiğimiz alternatif/bağımsız tiyatroyu bir noktada yöneten belli bir kesim insan grubu var ve onlarda tabii ki bunu daha korkmadan, gerçekten temsiliyetine inanarak yapıyor. Kimi zaman bunu görünürlüğün artmasını istediği bir yerden yapıyor.
Benim en eleştirdiğim şeylerden birisi bunun zaman zaman ‘yalnızca görünürlük’ sağlamak için yapıyor oluşumuz. En büyük, amacım, isteğim ise gün gelsin biz yola sadece bir aşk hikayesi anlatalım diye çıkalım. Kuir veya cishetero olması fark etmeksizin mesele yalnızca aşk hikayesi anlatmak olsun. Yeni hikayelere de kavuşmaya devam edelim.”
Görünürlüğün artmasında kuir mücadele ve popüler kültürün etkilerini nasıl değerlendiriyorsun?
“Mücadelenin tabii ki katkısı var. Kuir bir mücadele olmasaydı, bu konuları ele almıyor, fark etmiyor olurduk. Popüler kültür ise daha geniş kitlelere hitap ettiği için, içe buna cesaret vermiştir. Yalnızca popüler kültürün en büyük ve tek etken olduğunu düşünmüyorum.
Popüler kültürdeki görünürlükten ziyade bence insanlar kendilerini daha görünür ve sesinin daha çok duyulduğunu hissettiği yerde konuşmak istiyor. Örneğin aşk hikayesi anlatıyoruz; ama aşkın bin bir türlü hali var ve biz sadece bize öğretilen bir iki halini izlemeyelim. Birçok halini izleyelim, izleyebilelim ve bunu heteronormatifleştirmeden yapabilelim.
Hikayeleri küçük çerçevelerin içine sıkıştırmamak, bizim sanatımızı en çok da insanlığımızı besleyen bir şey. Kör göze parmak sokmaktan pek hoşlanmıyorum. Öyle şeyler izlemekten de keyif almıyorum. Kuir anlatıların toplumda normalleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Zaten hikâyenin tonu ve hissiyatı seyirciye karakteri anlatır. Bir ismi ya da bir görünümü, bir yere sıkıştırmak istemem.
Sonuç olarak, popüler kültürün de katkılarıyla ama asıl kuirlerin mücadeleleriyle görünürlüğün arttığını düşünüyorum. Dediğim gibi eğer mücadele olmasaydı bugün bu meseleyi bu görünürlükte tartışmıyor olurduk bence.”
Genelde kuir oyunlar veya anlatılar lubunyalar tarafından mı temsil ediliyor?
“Oyuncunun ya da konunun kuir olması veya olmaması değil, önemli olan, üreticinin ve sanatçının o konuda derin bir anlayışa sahip olması ve bu konuyu kalpten arzu etmesidir. Dolayısıyla, yalnızca bir karakteri veya bir konuyu temsil etmek amacıyla değil, aynı zamanda onu gerçekten anlamak ve içselleştirmek için çaba gösterilmeli. Burada deneyimi aza indirgememek ve gerçekten bir meseleyi ele alınıyorsa konuya dair yeterince bilgi ve edinim elde etmiş olmak önemli.
Bir üretici; bilgisi, deneyimi, araştırması olmadan bir konuyu ele alırsa ve bundan bahsederse burada bir perspektif problemi görürüz veya eksik, yüzeysel gözükür ve derinine inemez.
Yani ele alacağın meselenin derinini, acısını, iyisini, güzelini bilmezsen bundan yüzeysel olmadan bir üretim alanı içerisinde ne kadar özgüvenle ve ne kadar sağlıklı bahsedebilirsin?”
Peki sen neden kuirleri odağına alıyorsun?
“Çünkü mesele ettiğin şeyi anlatırsın. Mesele etmediğin bir şeyi anlatırsan, kuvvetli gözükmez ve insanlar ilk olarak ‘O niye bunu anlatıyor?’ der, ikinci olarak ‘Ben niye şu anda bunu izliyorum?’ der. Çünkü anlattığın şey kuvvetli olmaz, zayıf bir zemine oturur.
Örneğin klasik bir tiyatro metni olan Cimri’deki Harpagon karakteri üzerinden gidelim. Karakterin parayla olan derdini ve para meselesini sen oyuncu olarak dert edilmezsen bunu oynayamazsın. Bunun ne komiği çıkar ne anlatısı çıkar! Seyirci de sen de uzay boşluğuna uçar gidersiniz.
İlk yola çıkarken ne anlatmak istediğimi ve nasıl bir hissiyat etrafında dolanacak bir oyun yazmak istediğimi biliyordum. Yazmaya başlamadan önce acaba hikâye nerede geçse, kim kime aşık olsa, karakter nasıl maceralar yaşasa gibi konuları düşünürken Antakyalı bir arkadaşımla aramızda ‘acaba Antakya’da mı geçse, kozmopolit bir yer’ diye bir konuşma geçti. Ancak sonra düşündüm ki, ben Antakya’ya hiç gitmedim. Oraya dair araştırma yapabilirim ama nereye kadar? Peki, nereye gidebilirim? Ben nerede çok zaman geçirdim? Adada… Ailemin de adada, aynı zamanda Rumlarla geçmiş bir deneyimi var. Dolayısıyla niye çok uzağa gideyim ki? Genç bir üretici olarak, ilk önce bildiğim bir coğrafyaya gitmek kolaycılık değil bence.
İnsanların önce kendi derdi, meselesi ve coğrafyası varsa elbette ki önce oraya yönelmesi çok daha olağan ve aynı zamanda anlatıyı zaman zaman kuvvetli kılan bir şey. Had meselesi olarak değerlendirmiyorum tabii bunu. Herkes anlatılarında özgür. Bu veya başka bir konuda da hadlerimizi aşmamamızı söyleyen tüm ‘büyüklere’ rağmen; hadlerimizi aşalım bence.”
Mahallemiz Eşrafından oyunundaki bir iki mesaja değinelim mi?
“Hayat trajik bir homoseksüel” derken bu sana ne hissettiriyor?
“Arkadaş’ın şiiri… Çok sevdiğim bir şiir, oyundaki bazı anlatıları da etkiledi.
Dolayısıyla öyle bir kısmı olduğu için ben de çok keyif alıyorum. Bu cümle üzerinden ise hakikaten de hayat biraz öyle. Tabi ki herkesin duyduğu, okuduğu ya da hayatı deneyimlediği yerden farklı; o da ayrı. Ben zaten salt trajik olarak ele alıp anlatmayı ya da dinlemeyi sevmiyorum; oralardan da uzaklaşıyoruz bence. Tabii ne olursa olsun biz istediğimiz kadar komik, eğlendiğimiz, keyif aldığınız kısımlarını da görsek her zaman trajik büyük bir yanı var. Mesele bizim bunu neresinden tutup nasıl anlatmayı tercih ettiğimiz.”
“Elbet herkes bir gün Zeki Müren’i sevecek. Zeki Müren’i seviniz” ?
“Zeki Müren dinlemeyi seviyorum. Birkaç sene önce benden yaşça büyük ve entelektüel olduğunu bildiğim insanlarla otururken bir Zeki Müren şarkısı çaldı. Sonra bir cümle kuruldu, ‘Hani bu adam iyi adam, güzel adam, iyi de bir sanatçı ama…’ Her zaman ‘ama, işte’ kelimeleri geliyor arkasından. Bir gün ‘ama, işte’ olmadan Zeki Müren sevilecek!
Ben de o ‘ama’yı gördüğüm yerde Zeki Müren’i tercih ettim. Yani kişisel olarak da dinlerken keyif alıyorum. Türkiye tarihinde de zaten ilham verici bir karakter. Dolayısıyla ‘amalara’ rağmen… Her zaman ‘ama’ var ve biz bu amaları duyuyoruz ve başımıza ne geliyorsa da bu amalardan dolayı geliyor. Ben de oyunu, bu yüzden o amayla açmak istedim.”
Mahallemiz Eşrafından oyunun hakkında konuşalım, bu oyunun serüveni ne, nasıl önümüze geldi?
“Bir buçuk sene önce Kadir Has Üniversitesi tiyatro bölümünden mezun oldum ve Mahallemiz Eşrafından benim bireysel mezuniyet projemdi. Danışmanım Hakan Emre Ünal’dı. Ekibimiz de küçüktü tabii; üç kişiydik. Hakan hoca, ben ve reji asistanı da Öykü Gökduman. İlk başta 25 dakikaydı. Çok fazla insandan yorum dinledik, görüşlerini, hissiyatlarını dinledik. Tabii ki bunları da isteriz. İnsan yalnızca kendi için üretmiyor. Tiyatro öyle bir sanat değil; seyirci olmadığı zaman üreticisi de yok. Hakan hoca dedi ben varım; e biz de varız. Süreçte kalabalıklaştık; hareket tasarımcısı olarak Büke Erkoç dahil oldu aramıza. Oyun hareket olarak da yoğun bir oyun; Büke’nin eğitimi ve deneyimi dolayısıyla da hareket açısından da yoğun provalar geçirdik. Afiş tasarımımızı Öykü Eraslan, ışık tasarımımızı Anıl Akbey yaptı. Gerçekten motive olan dostlarım oldu etrafımda, Abrek Bayseç, Ezo Uray, Buse Kocaaslan, Ece Yazgı… Derken eklenerek daha büyük bir ekip olduk. Bir buçuk yıl sonra da 50 dakikalık bir haliyle ilk prömiyerini yaptı. Oyunu şimdiye kadar 9 kez sahneledim. Zaten çok yeni, her oyun prömiyer gibi geçiyor, her oyunda yeni bir şey öğreniyorum.
Metne sırtını yaslamak, metne güvenmek gerekiyor. Kurduğun kurguya ve anlattığın hikâyeye inanmak gerekiyor. Benim için en kıymetli olan şey bir macera, bir öz keşif hikayesi, bir aşk hikayesi anlatmak. Tek bir odak içerisinden değil, daha katmanlı bir yerden anlatmak.”
Röportajın sonuna doğru daha karşılıklı diyalog halindeyken özellikle bağımsız ve alternatif tiyatrolardan bahsettiğimiz için konu elbette ki ekonomik zorluklara ve başa çıkma yöntemlerine geldi. Ertan, bu konudaki deneyimleriyle ilgili şöyle konuştu:
“Oyunu bütçesiz olarak, kendi imkanlarım ve yakınlarımın desteğiyle gerçekleştirdim. Dekora pek de ihtiyacımız olmadı, sadece tabure, sehpa ve radyo sonra oyuna koyulduk.
Ben bu alandan mezun bir genç tiyatrocu olarak ek bir meslek veya gelir kaynağına sahip değilim. Tiyatro yapmak istiyorum ve yalnızca bunun için eğitim aldım. Ekstra bir meslek okumadım yani ‘altın bileziğim’ yok. Ancak sadece tiyatrodan gelir elde etmek mümkün değil. Bu, tiyatro sektörünün genel bir sorunu ve yaşamımızı sürdürebilmek için ek gelir kaynaklarına ihtiyacımız oluyor. Tiyatrocular olarak maddi kaygılarla boğuşurken, sanat yapmak zorluklarla dolu bir süreç.
Bir yandan da paramız yoksa taburemizi de kendimiz inşa edelim, onu da pazardan alalım gibi bir süre sonra başka şeyler üretebilen hale geliyorsun. Bu gibi şeyleri üretmezsen gerçekten var olman zor.”
Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?
“Oyunlar ikilik üzerine kurulu; kadın, erkek ikiliği üzerine… Cinsiyetsiz karakterlerin eksikliğini görüyorum. Çok yeni bir dönemde konuşmaya başladığımız için tarihsel olarak zaten eksik. Artık o ikili rolleri de cinsiyet kalıplarını da kırmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu da böyle sürekli kuir hikâye ve anlatılara alan açarak mümkün olabilecek bir şey.
Umarım bir gün, herhangi bir kalıbının içerisine sokmadan yeni hikayeler anlatabiliriz.”
(Siyasi Haber – Zilan Azad)