Tiranlıkta dost olunmasının zor olduğunu söylüyor Aristoteles, Nikomakhos’a Etik adlı kitabında arkadaşlık kavramını siyasi iktidar üzerinden değerlendiriyor. Aristoteles’in bu görüşüne paralel olarak, arkadaşlık kavramlarının çeşitli dillerde gelişimine ve kullanımına da bu yazıda değineceğim. Bu bağlamda, birçok düşünceden daha fazla zamandaşımız olan bu kavram üzerinden, Türkiye’de arkadaş olmanın durumunu tartışacağım.
Arkadaşlık ve eşitlik
Acaba insan, yoğun sevgi, paydaşlaşma ve güven ilişkisi olduğu kişiyi ‘arkadaş’ olarak mı yoksa ‘dost’ olarak mı adlandırmalı? Yılmaz Güney’in Arkadaş filmi ile Ahmet Kaya’nın söylediği Öyle Bir Yerdeyim Ki şarkısında geçen ‘dostum’ ifadesi arasında kalanlar muhakkak vardır. Birbirine eş anlamlı olarak kullanılabilen, ancak yeri geldiğinde cümle içinde çok farklı anlamlar ifade edebilen bu iki kelime, bu yazıda birbirinin yerine geçecek şekilde kullanılmakla birlikte, aralarındaki farklar bilinerek ele alınacaktır. Peki, ‘arkadaş’ (dost) ne demektir? Birkaç örnek bu konuda bize yardımcı olabilir.
Farsça’daki hampa ile aynı kökene sahip olan embaz, Kırmançki (Zazaki)’de köken olarak ‘ayakdaş’ anlamına gelir. Türkçe’de de kullanılan bu kelime, zamanla kötü emelde ortaklık anlamı da kazanmış olsa da ‘arkadaş’ anlamını muhafaza etmiştir. İranist Mehr-Ali Newid, pad kelimesini toprak ile ilişkilendiriyor ve buradan ‘padişah’ kelimesinin türediğini söylüyor. Bu kelimeyi ‘toprakların kralı’ olarak yorumlayabiliriz. Arkadaşı ise toprakların kralı değil, toprağın ortağı olarak görebiliriz. Daha genel bir tanımla ‘ayakları aynı olan’ şeklinde açıklayabiliriz. Toprağa dokunan ve orada durmasını sağlayan organının isminin toprak ile aynı olması anlaşılabilir bir durumdur. Aynı toprağa basarsan, paylaşırsan arkadaş olursun; toprağa tek başına sahip olursan padişah olursun.
Aristo’nun düşünce dünyasında, arkadaşlığın en mümkün olduğu sistemi ön plana koymasa da, arkadaşlığı anlattığı yerlerde bize eşitlik sistemini tarif eder. Ona göre ‘dostun malı ortaktır’ sözü doğrudur; çünkü dostluk, ortaklık üzerine kuruludur. Çıkar ilişkilerini bu sonuca ulaşırken dışarıda bırakır. Aristo, bu tür dostluğun aslında demokraside mümkün olduğunu da ifade eder. Dostluk, eşitlik anlamına gelir. Ona göre demokrasi, en çok efendisiz evlerde (çünkü orada herkes eşittir) ve yönetenin zayıf olduğu, herkesin yönetime katıldığı evlerde dostlukların var olduğu bir sistemdir.
Ermenice’de arkadaş ‘inger’ demektir. Kelimenin köküne indiğimizde, aslen ‘birlikte yemek yiyen, bir yemeği paylaşan’ anlamına geldiğini görürüz. İnger aynı zamanda yoldaş anlamına da gelir. Yoldaş pançuni, yani ingerdir. Bu kelime, yoldaşlık ve paylaşma özelliklerini barındırır. Diğer arkadaş kelimesi paregam ise akrabalık ilişkilerini de içinde barındırır. Aristo, kardeşler ve arkadaşlar için ‘her şey ortaktır’ der. Aristo’ya göre şehirler, dostluklar sayesinde bir arada tutulur. O, satır aralarında, ortaklaşma temelinde oluşan bir yaşamı tasvir eder.
Tiranlık ve çeliskiler
Tiranlıkta dostluk ve adaletin az olduğunu söyler Aristo. Tiran, yozlaşmış ve yalnızca kendi çıkarını düşünen bir yöneticidir. Gücün bir kişide toplanmasına ve bu gücün toplumun çıkarına değil, bir kişinin çıkarına göre kullanılmasına tiranlık der Aristo. Tiranlık, ortaklaşmanın ve özgürlüğün azalmasıdır. Efendisiz evlerin sayısının azalması ve tiranlığın evlere efendi olarak kayyım atamasıyla kendini gösterir. Ailedeki efendilik ile devletteki efendilik arasındaki bu bağa, Engels’den çok daha önce, Aristo kendi dilinde işaret etmiştir.
Eşitsiz olanların arkadaşlığı olmaz der Aristo. Ancak eşitlik aynılık değildir; herkesi aynılaştırmak, aslında eşitsizliğin bir temsilidir. Türkiye, uzun süre boyunca aynılaştırmalardan bir eşitlik hikayesi çıkarmaya çalıştı. Eşit vatandaşlık söylemlerinin Osmanlı’dan bu yana Türkiye’de asla gerçekleşememiş bir ideal olarak kalmasının nedeni de tam olarak burada yatmaktadır. Eşitlik için insanların ortaklaştırılması, toprağı, yemeği ve evleri paylaşmaları gereklidir. 2025 için asgari ücretin 22.104 TL olarak belirlenmesi başka bir şeyi aslında dile getiriyor: Türkiye’nin gerçekliği, fakirlikte eşitliktir. Aristo, efendisiz ve eşit bir toplumun demokratik olduğunu söylerken, böylesi olmayan toplumları aristokratik, monarşik, teokratik, oligarşik ve tiranlık gibi kavramlarla açıklar. Türkiye, demokratik olmadan bu devlet biçimlerinin tümünü bir şekilde yaşamaktadır. Bu hegemonik ilişkileri sorgulamayan kişilerin yan yana gelip oluşturdukları gruplaşmalara arkadaşlık adı verilemez. Bir Kürdün halk olarak haklarını görmezden gelip, bir kadının kendi bedeni üzerindeki hakkını tanımayıp, bir Ermeninin tarihini yok sayarak onların arkadaşlığını kazanamaz insanlar. Gramsci’nin ‘zora dayanan rızalık’ diye adlandırdığı hegemonik temelde insanlar günlük yaşamda birbirleriyle irtibat halindedir ve bağlantı içindedir. Ancak bu, Aristo’nun ‘arkadaş’ olarak tanımladığı şey değildir.
İnsanlar yalnızca fakirlik içinde kalmıyor; yaşamlarında bir de aynı zamanda faşizmin doğal tabanını oluşturan, sürekli üretim dışına itilen ve definecilik, bahis, arabuluculuk, gasp ve çökme ile zenginleşme hayalleriyle yaşamını sürdüren lümpenlik ile karşılaşıyorlar. Bunlar ki kendi değerleriyle güzel olan her şeye (müzik, resim, film, felsefe vb.) düşmanlık beslemektedir. Sosyal ilişkilerin, ödenmeyen borçların, paylaşılmayan malların ve emek verilmeden sahip olunmak istenilenlerin gölgesinde arkadaşlığın kurulamayacağı zaten açıktır. Faşizm bu kesimlere, zenginleşme, kadrolaşma ve sosyal statü imkanlarını sonuna kadar açma vaadi verir.
Arkadaşlık sevmek demektir
Arkadaşlık yalnızca paylaşmak değildir; aynı zamanda sevmektir. Dost kelimesinin kökeni, sevmek anlamına gelen Sanskritçe josta’ya kadar geri gider. Harf değişimleriyle j harfi d harfine dönüşür ve bu, jost ile dost arasındaki bağı açıklar. Sevdiğimiz kişiye dostumuz deriz. Avesta dilinde ise j harfinin f harfine dönüşümünü görebiliriz. Örneğin, İngilizce friend ve Almanca Freund kelimelerine olan evrimini bu süreçte fark edebiliriz. Ayrıca, Aristo’nun kullandığı filos (dost) kelimesi de bu kökenden gelir. Kendisi aynı zamanda bir filozoftur; yani bilgiyi seven, bilgi dostu.
Sevmek, toplumsal ilişkilerin temelinde ortaya çıkar. Fakirin zengini sevmesi, genellikle bir kabullenme ve gerçekliği anlama olarak yorumlanır. Zenginin fakiri sevmesi ise çoğu zaman acıma hissi veya sinizmle ilişkilendirilebilir. Dinler, ekonomik ilişkiler değişmeden bizden birbirimizi sevmemizi ister. Öte yandan, kurumsal dinlerden uzaklaşanların eğilim gösterdiği ezoterizm, tüm ekonomik ve toplumsal çelişkileri bireyin kendi iç dünyasında çözmesi gereken meseleler haline indirger. Bu, toplumsal ilişkileri anlamaktan ve değiştirmekten uzak olanların, sevebilmek için başvurduğu yapay yöntemlerden biridir. Eşitlik olmadan sevgi mümkün değildir.
Uzaklık, dostlukları azaltır, der Aristo. Günümüzde mekânsal uzaklıklara yapay zekâ da eklenmiştir. Tanışıklıkların arttığı bir dönemdeyiz; uzun bir süredir herkesin herkesle tanışabildiği bir zamandayız. Yapay zekâ, insanlarla diyalog kurabilen ve görüntüsü insana benzeyen sohbet partnerleriyle hayatımıza girmiş durumda. Zamanla bu teknolojinin, üç boyutlu bir şekilde ve daha ileri düzeyde sohbet edebilecek noktaya ulaşacağı açıktır. Ancak yapay zekâ tabanlı sohbetlerin tatmini, sosyal ve toplumsal ilişkileri değiştirmeden gerçekleştiği için, insanın arkadaşsızlık sorununa çözüm olmaktan çok, bu durumu daha da kötüleştirebilecek bir boyut taşımaktadır.
Kurmancideki ‘heval’, arkadaş ve yoldaş anlamına gelir ve ortak amaç, ortak mesele kavramını ifade eder. Bu kelimenin kökeni, Sanskritçeye kadar uzanan bir yolculuğa sahiptir. Türkçedeki ‘arkadaş’ ise oldukça yeni bir kelimedir. Farsçadaki ‘hampuşt’ kelimesi ‘hampa’dan farklı olarak, Türkçede orijinal haliyle kullanılmamaktadır. Bunun nedeni, ‘puşt’ (arka) kelimesinin zamanla argo bir anlam kazanarak farklı bir bağlamda kullanılmaya başlanması olabilir. Türkçedeki ‘arkadaş’ kelimesinin, bu Farsça kelimenin birebir çevirisi olduğunu Nişanyan Sözlük’te görmek mümkündür.
Tiranlık kavramı, yönetimdeki benmerkezci bir anlayışı ifade eder. Ancak hiçbir iktidar yalnızca bir kişinin etrafında şekillenmez. O bir kişi, toplumsal bir sınıfın gücünü temsil eder. Baskı ve şiddet yöntemleri açısından birbirine çok benzeyen gerici Bonapartist rejimler ile faşizm arasındaki fark, dayandıkları sınıflar ve lümpen kitlelerle ve küçük burjuvaziyle kurdukları ilişkilerde yatar. Türkiye, zenginleşmek amacıyla bölgede kâr oranını artırma girişimleriyle kendi iktidarını sağlamlaştıran bir siyaset izlemiştir. Ancak Türkiye’nin asıl sorunu sadece ülkenin zenginleşmesi değil, bu zenginleşmenin nasıl gerçekleştiği, kimin elinde toplandığı ya da mevcut zenginliğin nasıl paylaşıldığıdır. Zenginleşince demokratikleşeceğini bekleyenler, Bonapartist bir rejimle karşılaştıklarında hala durumu açıklayamamaktadır. Burjuva sınıfının zenginleşmesinin sömürü, savaş ve baskıdan geçtiğini görmezden gelenler, başkalarının da aynı şekilde davranmasını beklemektedir. Bu kafa karışıklığında arkadaşlık kurulmaz.
Demokratikleşme olmadan arkadaşlıklar mümkün değildir, çünkü arkadaşlık, eşitliğe ve ortaklaşmaya dayanır. Düşünemediğimizi elde edemeyiz. Bu nedenle, 2025’in arifesinde, daha fazla arkadaşlık ve daha güçlü bir ortaklaşma için birbirimize yeni bir yıl dileyelim.