Korkut AKIN yazdı: Türkiye’de toplumsal kültürün de etkisiyle özellikle erkekler zaman
öldürüyor. Sezai Sarıoğlu, “bunca okumamaya nasıl zaman
buluyoruz” diye soruyor ya… Bizim ülkemizdeki “zaman öldürmek”
gecikmeye övgü olamaz, düpedüz cinayettir, “Gecikmeyi doğru
kullanmak yavaşlamak ya da yavaşlığa geri dönmek anlamına
gelmez.”
“Emek gücünün metaya dönüşmesi
onun emek süresine dönüşmesidir.
Emek gücünü vermek zamanını vermektir.”
Gündemden düşmüş gibi gözükse de büyük bir atılımın ilk adımları
oldu motosikletli kuryelerin direnişi. Özellikle Covid-19 ile birlikte
evden çıkmak istemeyen, birileriyle aynı mekânı paylaşmaktan
kaçınanların her istediğini anında, ölümle burun buruna yerine
getiren, motosikletli kuryeler, asgari ücrete yapılan zamdan
yararlanmak istediler. Patronlar da, her zaman olduğu gibi kendi
çıkarlarını, kendi kazançlarını düşündükleri için, yani kârdan zarar
etmemek için işten atmakla tehdit ettiler. Bir şirkette başlayan bu
direniş tüm motosikletli dağıtıcılara yayıldı ve hâlâ da sürüyor.
Otomotiv yedek parçası üreten fabrikalara da, diğer şehirlerdeki farklı
işkollarına da ulaştı bu direniş, tüm ülke çapında. Yapılan zamlar
karşısında bırakın huzurlu ve rahat yaşamayı, zorunlu gereksinimlerini
bile karşılayamayan insanların öfkeleri burnunda. Haklı olarak iktidara
yöneldi itirazlar. “Köpüğünü almak” terimini üreten iktidar,
elektrikteki gibi azıcık indirimle gerilimi azaltmak, en azından erken
seçim söylentilerinden uzaklaşmaya çabalıyor.
Soyut zaman…
Hélène L’Heuillet, zamanı daha iyi anlayıp daha da iyi tanımamız için
“Zaman Nereye Gitti” diye soruyor, “Gecikmeye Övgü”de.
Sosyoekonomik, sosyopolitik, sosyokültürel yaşam öylesine yoğun,
öylesine hareketli, öylesine hızlı ki, bırakın kültürel gelişmeyi insani
edimlerimizi bile yerine getiremiyoruz. Hélène L’Heuillet, bunun
kapitalizmin hüneri olduğundan yola çıkarak bize yavaşlamayı,
kendimize zaman ayırmamız gerektiğini söylüyor. Neredeyse hiçbir
şeyi sindiremiyoruz, her şeyi yalapşap öylesine yapmak zorunda
kalıyoruz, çünkü zamanımız yok.
Hélène L’Heuillet, Marks’ın Komünist Manifesto’da yazdıklarından yola
çıkarak, zamanın hesaplanmasıyla kapitalizmin giderek daha bir etkin
hale geldiğini ileri sürüyor. Haksız denilebilir mi? Hepimizin ezbere
bildiği “kâr, daha çok kâr için daha çok sömürü” anlayışı zamanı da
kapsıyor. “Artı değer” bir boyutuyla zaman kazancıdır aynı zamanda.
Bugün, birçok ilde yaşanan motosikletli direnişin temelinde yatan da
zaman değil mi zaten.
İnternetle birlikte bazı kavramların değiştiği, örneğin sınırların
kalktığı, buna bağlı olarak da internetin “komünist” bir
etkinlik/eylemlilik olduğu ileri sürülüyor. Geniş çerçevede belki
tümüyle doğru denemez, ama ilk adımda haklılık payı az değil.
Occupy direnişlerini unutmayın, sosyal medya üzerinden örgütlenmiş
ve engellenememişti egemen devletler tarafından, birçok gelişmiş
ülkede bile.
Gecikmek cesaret gerektirir…
Bir yandan kitaptan uzaklaşmamaya çalışıyorum, ama yaşananlar
beni çekiyor içine. Hélène L’Heuillet, “vaktim yok” demeye çağırıyor
hepimizi. Vakitsizliğin nezakete davet olduğunu, gücün kötü
kullanımına “hayır” demek olduğunu söylüyor. Kitaptan alıntılayayım:
“Gecikme hakkı direniş hakkı kadar tuhaf ve bir o kadar gereklidir.
Gecikmeyi bir yasa kapsamına, örneğin iş hukuku kapsamına almak
onu normalleştirmek anlamına gelecektir. Gecikme zamansal bir
esneklik kapsamına alındığında gecikme olmaz.”
Dikkatli okurun kafasını kurcalayan konuyu hemen eklemeliyim:
Türkiye’de toplumsal kültürün de etkisiyle özellikle erkekler zaman
öldürüyor. Sezai Sarıoğlu, “bunca okumamaya nasıl zaman
buluyoruz” diye soruyor ya… Bizim ülkemizdeki “zaman öldürmek”
gecikmeye övgü olamaz, düpedüz cinayettir, “Gecikmeyi doğru
kullanmak yavaşlamak ya da yavaşlığa geri dönmek anlamına
gelmez.” Belki de Hélène L’Heuillet’nin dediği gibi, “En küçük
yaratıcılık imkanının bile elimizden alındığı hızlandırılmış toplamlarda
gecikme iyileştiricidir”.
Gecikmeye Övgü, Zaman Nereye Gitti
Hélène L’Heuillet,
Yapı Kredi Yayınları, Ocak 2022, 103 s.