Yılmaz Güney, 47 yıllık kısa hayatının 15 yılını hücrelerde, hapislerde ve sürgünlerde geçirdi. 1984 Paris Newroz’undaki konuşmasında şunları diyordu Yılmaz Güney: “Ezilen sınıfların sınıf kardeşliği en güçlü silahlarımızdan biridir. Dost ve düşman bilsin ki; kazanacağız mutlaka kazanacağız!. Bir köle olarak yaşamaktansa bir özgürlük savaşçısı olarak ölmek daha iyidir.”
12 Eylülcülerin yaktığı 104 film…
Yönetmenliğini yaptığı 22, senaryosu çekilen 61, sadece 7’sinde oynamadığı toplam 119 film… Yayımlanmış 24 kitap…
15 yılını hücrelerde, hapislerde, sürgünlerde geçirdiği 47 yıllık kısa hayatının sonunda Yılmaz Güney’den geriye kalan bunlar…
Ve…
Yoksul evlerin duvarlarında solmuş posterleri ile milyonlarca insanın kalbindeki müstesna yeri…
1937 yılı baharında Adana’nın Yenice köyünde doğdu.
Yılmaz koydular adını: Yılmaz Pütün. Anne Varto, baba Siverek’li.
Dokuz yaşında çalışmaya başladı… Çobanlık yaptı, su ve simit satışı, pamuk tarlalarında ırgatlık…
13 yaşında ikinci el bisikletiyle film şirketlerinin bobinlerini salonlara taşıdı.
Öyküleri lise yıllarında edebiyat dergilerinde yayımlandı.
Masal anlatıcısıydı anası. Masal anlatmaya giderken, Yılmaz’ı ve kız kardeşini de götürürdü zengin evlerine… Belli ki, hikaye yazarlığı anasından geçmişti Yılmaz Pütün’e.
8-9 yaşlarında babası kuma getirdiğinde eve Yılmaz’ın çocukluğunun mutlu günleri de bitti.
Sık sık babası anasını döver, çocukları kovardı evden. Evin önündeki dut ve incir ağacının altında uyumak zorunda kalırlardı çaresiz.
1950’li yıllarda yasaklı Nazım Hikmet’i, dünya edebiyatını ve güncel dergileri büyük bir açlıkla okudu. Eline ne kadar para geçtiyse hepsini kitaplara verdi.
1959 yılında Yaşar Kemal ve Yönetmen Atıf Yılmaz’la tanıştı.
Yaşar Kemal çok yetenekli bulduğu bu gence dayanışma için 500 TL verdi. Atıf Yılmaz “senaryoya yardımcı ol” dedi. Ve “Bu Vatanın Çocukları” adlı ilk filminde başrol oynadı Yılmaz Güney.
Adını da o zaman değiştirdi. Yılmaz Pütün, Yılmaz Güney oldu.
1961 yılında, 1955 yılında 18 yaşındayken yazdığı bir öykü nedeniyle komünizm propagandası yapmaktan 1,5 yıl hapis ve sürgün cezası aldı. İlk romanı Boynu Bükük Öldüler’i cezaevinde yazdı.
1970 yılına kadar, anormal sayıda filmde çalıştı, yazdı, oynadı, yönetti. Çoğu ticari filmlerdi bunlar. Şöhret ve parayı buldu. Çirkin Kral oldu… “Yenilmişlerin, yoksul çocukların, çeyizsiz, kanadı kırık kızların kralı…”
Kendinden memnun değildi ama: “Pis bir burjuva gibi yaşıyordum. Bataklığın ortasındaydım, kıpırdadıkça batıyordum. Gece gündüz içki içiyor, kumar oynuyordum. Gerçeğin amansız ağırlığı altında eziliyordum. … O anlar en güçsüz, en dayanıksız anlarımdı. Kabuk değiştiren bir ‘böcük’ gibiydim.”
O yıl Fatoş Güney diye tanıdığımız Jale Fatma ile tanıştı: “Benim serseri hayatım seninle son buldu. Sen beni hayata bağlayan en güzel köprüsün. Köprülerin en güzelisin.”
Yine aynı yıl babasının mutsuz hikayesini anlattığı Umut filmini çekti. Sansüre takıldı film. Tuncel Kurtiz filmi yurtdışına kaçırdı. Cannes’de gösterilen film büyük beğeni aldı.
12 Mart’ta Ulaş Bardakçı, Mahir Çayan, Oktay Etiman ve Hüseyin Cevahir’i Fatoş Güney’le birlikte evlerinde sakladılar.
Aldıkları ihbar üzerine evi aramaya gelip, “kaçak anarşistleri arıyoruz” diyen askerlere “Buyrun onlar zaten buradalar, biz de sizi bekliyorduk” diyerek belki de hayatının en iyi rollerinden birini oynadı.
Daha sonra 17 Mart’ta yakalandı Yılmaz Güney, Mahir Çayan başta olmak üzere diğer THKP-Cüyelerini sakladığı gerekçesiyle mahkûm edildi.
1974’te af yasasından yararlanarak cezaevinden çıktı. Aynı yıl “Arkadaş” filmini çekti.
Yine o yıl içinde Yumurtalık ilçesinde “Endişe” adlı filmi çekerken bir gazinoda, ilçe yargıcı Sefa Mutlu ile çıkan tartışma ölümle sonuçlandı ve tutuklanan Güney Temmuz 1976’da 19 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
12 Eylül’ü cezaevinde karşıladı. Yazıları nedeniyle arka arkaya davalar açıldı. İstenen cezalar yüz yılları buluyordu. Yol filminin çekimleri yeni bitmişti. Yıllardır süren mide ağrıları da çok şiddetlenmişti.
Bir günlük izine çıktı, bir daha da geri dönmedi. Yurtdışına çıktı…
Cannes’da “Yol” filmi ile büyük ödülü, Altın Palmiye’yi aldı.
Paris’de “Duvar” filmini çekti. Gardiyan rolünde Tuncel Kurtiz vardı.
Dayanılmaz mide ağrıları için gittiği doktorlar çok geç kaldığını söylediler. Yakınlarına bir yıl ömrü kaldığı söylendi.
Bir kaç ay sonra durumu ağırlaştı. Öleceğini hissettiğinde Fatoş Güney’e “Gideceğim yere seni de götürmek mümkün olsa, yapardım. Benden sonra hayatını istediğin şekilde sürdürebilirsin, yalnız şunu iyi bil, beraber olacağın hiç kimse seni benim kadar sevmeyecek” dedi.
Yorgun kalbi dayanmadı Yılmaz Güney’in. 9 Eylül günü (1984) hayata gözlerini kapadı. Öldüğünde sadece 47 yaşındaydı.
Çok kalabalık bir cenaze töreniyle Père Lachaise Mezarlığı’na gömüldü.
Ne zaman gitseniz, kabrinin üstü her zaman çiçeklerle kaplıdır.