SEÇTİKLERİMİZ – Evren Yurttaş’ın Dünyanın Yerlileri’nde yer alan yazısı: “Bilgisayarlı otomasyon ve robotlar söz konusu olduğunda, karşımıza çıkan analizlerdeki ilk sorun neye üretken emek deneceği ile ilgili görünüyor. Zira, üç yazar da, üretken emeği yalnızca edimsel olarak ücretlendirilmiş emek olarak kullanıyor.”
Korkut Boratav Sol.org‘da “Dünya Emek Havuzu ve Robotlar” başlıklı bir yazı kaleme aldı.1 Aslında Boratav’ın da tartıştığı konu, bir süredir öyle veya böyle sol tarafından tartışılıyordu.2 Dipnotta da belirttiğimiz gibi yazılan yazılarda üç eğilim tespit ediyoruz: 1) Boratav’ın temsil ettiği “kapitalizmin doğası gereği, akrep gibi” olduğunu, “kendisini yaşatan işçi sınıfını yok ederek intihar etmekte; kendi sonunu da getirmekte” olduğunu düşünme eğilimi; 2) Ümit Akçay’ın temsil ettiği, otomasyonun bu şekilde yaygınlaşmasının “kapitalizm sonrası toplumun maddi altyapısının oluşması” açısından değerlendiren eğilim ve 3) bu tartışmaların sınıf mücadelesi bağlamının dışında soyut ve idealist bir tartışma olduğunu savunan Olcay Çelik’in temsil ettiği eğilim. Şüphesiz Boratav’ın savındansa, üçüncüyle birlikte ikinci savlar, somut durumu siyasal olarak daha iyi yakalıyor olsa da, bu tartışmanın terimlerinin eleştirisi olmaksızın bu argümanları sahiplenmek de mümkün değildir. Bu yazıda, bu üç yazarın, farklı sonuçlara varsalar da ortak temel varsayımlarının eleştirisini sunarak, farklı bir tablo çizilmeye çalışılacak.
Tartışmanın terimleri ya da Ortodoks terminolojinin sınırları
Neden öncelikle bu tartışmayı bir terminoloji sorunu olarak ortaya koymak gerekir? Sorun şu veya bu ölçüde, Marx’ın Kapital‘de “üretken emek”, “canlı emek”, “ücretli emek”, “üretim” ve “yeniden üretim” olarak kavramsallaştırdığı mefhumların bugün neye işaret ettiğini, Marx’taki haliyle bu kavramların hâlâ iş görüp görmediğini, görmüyorsa şayet, bu kavramların yeniden nasıl tarif edilebileceği ile ilgili görünüyor. Kitabi bir tartışma yürütmemek adına, burada Marx’ın tanımlarının kendisinden ziyade, onun ortodoks kullanım biçimleri tartışmaya açılacak.
Bilgisayarlı otomasyon ve robotlar söz konusu olduğunda, karşımıza çıkan analizlerdeki ilk sorun neye üretken emek deneceği ile ilgili görünüyor. Zira, üç yazar da, üretken emeği yalnızca edimsel olarak ücretlendirilmiş emek olarak kullanıyor. Bu durumda, örneğin, Boratav’ın ki gibi bir argüman savunulabilir oluyor. Zira eğer “robot üreten robotlar” (onları Marx gibi ölü emek, yani canlı emeği soğurarak üretim sürecine dahil olan makineler vs. olarak adlandıralım) fiilen sözleşmeli olarak çalışan canlı emek kitlesinin yerini alırsa, Boratav’a göre, kapitalizm işçi sınıfını yok etmiş olacaktır. Kavramın böyle bir kullanımında, fiilen ücretlendirilmeksizin işe koşularak proleterleştirilen büyük bir kitle dışlanmış oluyor. Bu dışlama ise, çok daha temel olarak üretim ile yeniden-üretim arasında yapılan ayrımdan doğuyor. Zira, ortodoks kullanım açısından açısından “yeniden-üretim” olarak tarif edilen sahadaki etkinlikler, üretken emek olarak değerlendirilmiyor. Peki bu yeniden-üretim diye tasnif edilen alanda hangi etkinlikler var?
Öncelikle, kültürel olarak “kadın işi” olarak görülen ev-içi emek, bakım emeği gibi duygulanımsal emek biçimleri, iletişim, sosyal etkileşim kurmadan başlayarak, enformasyon üretimini, tasarımı vs. de kapsayan dil-yetisine dayalı bilişsel emek biçimleri. Aslına bakılırsa, bilişsel emek ile duygulanımsal emek hiçbir etkinlikte tek başlarına bulunmazlar ve daima bir sentez halinde eklemlenerek işe koşulurlar. Sözgelimi bir bankacının durumunda, bankacının bilgisayar dolayımıyla gerçekleştirdiği etkinlik bilişsel emekse, “müşteri” ile iletişim kurması, gülümsemesi vs. gibi etkinlikler ise duygulanımsal ve bilişsel emek biçimlerinin çeşitli türevlerini kapsar. Dolayısıyla biz bu iki türü tek bir isimle, her ne kadar yetersiz de kalsa, “gayri maddi emek” olarak tanımlayacağız. Burada gayri maddilik, emek sürecinin değil, ürünün gayri maddiliği, cisimsizliğidir (bir duygu, gösterge zinciri, dijital kodlar, toplumsal ilişkiler olarak ürün). Zira emek süreci maddiliğini asla kaybetmez.
Bu tartışmalar, dolayısıyla, gayri maddi emeğin gerçekleştirdiği ve genel olarak “sosyalliğin”, yani toplumsal ilişkilerin, canlı bedenlerin, yaşam tarzlarının, dilin, dilsel olmayan göstergelerin, dijital kodların, enformasyonun üretiminin çağımızda doğrudan doğruya sermayenin değerlenme süreçlerine temellük edildiğini görmezden geliyor. Bu yüzden, örneğin Olcay Çelik, yurttaşlık geliri denilen şeyi salt “eksik tüketim” açısından değerlendiriyor ve onun üretim süreciyle irtibatını kuramıyor:
Yani burjuvazi için sorun işsizlikten daha çok, kârsızlık sorunudur. Bunun yine şirketlerden sağlanacak vergilerle finanse edileceğini iddia etmek ise çarpıtmanın da ötesinde, matematiğe aykırı bir şeydir. Zira böyle bir sistemin, parayı kapitalistin bir cebinden çıkıp diğer cebine koymaktan başka bir şey olmayacağı, bunun da kâr yaratımı anlamına gelmeyeceği açıktır.
Böylece argümanı sosyal devletin yağmalanması temelinde (ki haksız sayılmaz) kurarken, bu gelir sağlansa da sağlanmasa da bunun bir artı-değer (onun deyimiyle kâr) üretimi meselesi olduğunu görmüyor. Bu açıdan vardığı sonuç, yani temel yurttaşlık gelirinin “sol bir savunusunun olamayacağı”4 sonucu, isteğinin tam aksine havada kalıyor. Zira, eğer ki burada söz konusu olan ücretlendirilmemiş bir üretken emek kitlesinin kısmi de olsa bir ücrete kavuşması ise, bu tam da onun terimleriyle bu kitlenin gerçekleştirdiği, uç noktalarına Occupy, Gezi, Indignados vs. gibi kitlesel patlamalarla ulaşan sınıf mücadelesinden doğuyor, onun sandığı ve varsaydığı gibi yönetici sınıfların salt eksik tüketim krizini önleme amaçlı kurnaz yağma stratejisinden değil. Daha doğrusu buradaki kurnaz yağmacılık, yönetici sınıfların bu sınıf mücadelesine verdiği karşılıktır, aksi değil.3
“İşsizlik” bugün ne anlama geliyor?
İşsizlik, Marx tarafından “hazır emek kitlesi” olarak tanımlanmış ve eleştirel olarak, sermayenin ücret mücadelesi başta olmak üzere sınıf mücadelesinin önünü kesmek amacıyla kullandığı stratejik bir unsur olarak kayda geçirilmiştir. Bu açıdan “tam istihdam” kapitalizm altında asla mümkün olamayacaktır, zira, kapitalizm altında tam istihdam ücret üzerindeki pazarlık kuvvetini işçiler lehine bükeceğinden, sistemin mantığı gereği terimlerde bir çelişki yaratacaktır.
Fakat bu eleştirel analiz, daha sonra gelişecek tarihsel olaylar tarafından beklenmedik ve dramatik bir tarzda yanlışlanmıştır. Özellikle SSCB gibi bürokratik-despotik toplumsal formasyonlarda, “planlı ekonomi” uygulamaları şiddetli baskı araçlarıyla birleşince artı-emek kütlesinin sömürüsü, tam istihdamla birlikte gerçekleştirilebilir kılınmıştır. Zira “pazarlık” sorunu, sınıfın otonom örgütlenmeleri olmaksızın bir sorun olarak ortaya çıkmadığı için, devlet çıplak şiddet ve bilimsel uygulamalar aracılığıyla mutlak ve/veya göreli artı-değer üretimini rahatlıkla koruyabilmiştir.
Fakat bugün bambaşka bir durumla karşı karşıyayız. Bugün işsizlik, basitçe üretken emekten dışlanma anlamına gelmiyor. Fakat daha ziyade, ücretlendirilmemiş bir şekilde işe koşulmak anlamına geliyor. Zira, gayri maddi emek kitlesi, sosyalin kolektif üretimini gerçekleştirdiği ve bu alanlar giderek artı-değer üretimi açısından değerlendiği için, herkes bir şekilde sermaye tarafından işe koşulmuş oluyor. Google, Facebook, Twitter gibi bilişim şirketleri, ayrıca küresel gıda şirketleri ve nihayetinde finans sermayesi temel olarak insan öznelliğinin üretimini artı-değer üretimine temellük eden yeni bir tür sermayeye işaret ediyor. Bu şirketlerin elde ettikleri artı-değer, şirketlerin bünyesinde çalışanlardan değil daha ziyade bu şirketlerin içeriklerini ve “tüketicilerini” üreten tüm bir üretken etkinlikten geliyor. Üstelik daha yakından bakıldığında, bu etkinlik salt insani bir etkinlik olarak değil, insan sinir sistemiyle bütünleşmiş yapay sinir ağlarını, evcil hayvanlar kadar, çöpçül, leşçil ve tozlaşma aracısı hayvanları, ev içi işler kadar toplulukların sosyal ilişkilerini üreten tüm bir çokluğu kapsayan bir etkinlik olarak gerçekleşiyor. Sermaye giderek daha ağır bir saldırganlıkla, krediler, dışlama pratikleri, sosyal araştırmalar, gönüllülük vs. gibi yollarla ücretlendirilmemiş bir emek kitlesini kendi üretken emek bünyesine soğuruyor.
Dolayısıyla bugün işsizliğin tanımı üretken emek/üretken olmayan emek karşıtlığı üzerinde değil, ancak ve ancak, üretken emeğin içinde ücretlendirilmiş/ücretlendirilmemiş emeğin eklemlenmesi üzerinden yapılabilir. Her koşulda, insanların üretken emek tarafından kapsandıkları, dolayısıyla sermaye açısından değer üretmeyi sürdürdüğü açıktır. Bunun bir ücret sözleşmesi ile belgelenmemiş olması durumu yalnızca daha vahim kılar.
Yapay zeka devrimi, endüstri 4.0
Berardi, bizim de benimsediğimiz tezlerini tartıştığı kitabı Ruh İşbaşında‘da, “beyin işçileri” ile “zincir işçileri” arasında bir ayrım yapılması gereğinden bahseder.5 Zincir işçileri, gayri maddi emek sektörlerinde tekrarlayan işleri yerine getirenlerken, beyin işçileri yaratıcı emek üretenlerdir. Örneğin ilk anda, bilgisayara sürekli aynı veri dizisini giren bir muhasebeci zincir işçisiyken, bir tasarımcı beyin işçisi olarak görülebilir. Yapay zekanın ve dolayısıyla algoritmaların (ama bilhassa algoritma üreten algoritmaların) kullanımı, adım adım kısmileşmeyle gerçekleştirilen çeşitli sektörlerdeki bilişsel işleri “zincir işlerine” dönüştürme saldırısını tamama erdirmesi açısından dikkate değerdir. Burada lafı uzatmamak için tek bir örnek verelim: doğrudan algoritmaların, yani bilgisayar kodlarının üretimi.
Yapay zekaya dair en büyük beklentilerden biri, onun coder denilen kod yazıcılarının işlerini devralmasıdır. Bilgisayar devriminin ilk ve orta safhalarında, kod yazımı bir tür yaratıcı beyin işiydi. 90’ların ve 2000’lerin “parlak yıldızları”, temelde benzersiz kodlar yaratan ve yeni algoritmalar kuran “dahilerdi”. Lakin elbette daha o dönemde, Linux/Unix sistemleri üzerinden yürüyen kolektif bir “çekirdek kod üretimi” süreci de sürüyordu. Bu emek süreçleri, kısmen sermaye ve özel mülkiyete bir tür direniş kaynağı olarak da kendilerini ortaya atıyordu. Ancak bugün gelinen noktada, kod yazımı süreci bilişim sektöründe giderek Lunix/Unix sistemlerindeki kod yazımını taklit eder bir şekilde, parçalı, her bir emek üreticisi açısından kısmi bir sürece dönüştü. Öyle ki kod yazıcıları artık tam olarak hangi algoritmanın parçasını yazdıklarını bilmedikleri bir şekilde otomatikleştirilmiş bir üretim sürecine dahil ediliyor, deyim yerindeyse “karanlıkta çalışıyor.” Post-fordizmin genişleyen “üretim bandı”, buradaki yaratıcı beyin işini de, otomatikleştirilmiş zincir işi ile ikame ediyor. İşte yapay zekaların ilk başta üstlenmesi umulan temel üretken etkinlikler, bu şekilde otomatik tekrara dayalı zincir işleridir. Banka-ofis çalışanlarının cep telefonu şubeleriyle ikame edilmesinde olduğu gibi, temel hizmet sektörlerinde de otomatikleştirilmiş etkinliklerin, yapay zeka ve yapay zekalı robotlar tarafından üstlenilmesi bu anlamda basitçe bir “ütopya” değil, maddi ve sahici bir olasılıktır. Endüstri 4.0 gerçekçi temeller üzerinde yükseliyor.
Fakat şüphesiz, Ümit Akçay’ın da belirttiği üzere burada sorun “robotlar değil kapitalizm”6. Neticede, burada vuku bulan “insansızlaşma”, yukarıda da belirttiğimiz gibi gayri maddi emeğin ücret sözleşmeli üreticilerinin yarattığı sınıf mücadelesine bir cevaptır. Bakım robotları vs. de dahil olmak üzere, mümkün mertebe direniş odaklarını etkisizleştirmeye yönelik bir teknik makineyle ikâme söz konusu. Dolayısıyla, kapitalist medyada tartışıldığı biçimiyle temel yurttaşlık geliri, sermayenin bir tür “yeni uzlaşma” (new deal) arayışından başka bir şey değil. Fakat yukarıda da bahsettiğimiz üzere, bu arayış, canlı emeğin karşı koymasından ve mücadelesinin basıncından doğuyor. İş sözleşmelerinin dışında kalan ciddi bir üretken emek kitlesinin mücadele döngüleri, dolaysız ve dolaylı zor araçlarıyla karşılaşıyor. Zira ücret sözleşmeleri yerini borçlandırma üzerinden işe koşmaya terk ettiğinden ve sosyal güvenceler finans tarafından temellük edildiğinden beri, zaten hem hukuken hem de siyasal olarak anlamsızlaşmış olan sözleşmecilik yerini, baskı araçlarına bırakmış durumdaydı. Neoliberalizmin son on yılı yeni bir “ilksel birikim” ve çıplak şiddet döngüsü ile geçiyorsa, art alanda liberal sözleşmeciliğin krizi ve belki de çöküşü vardır. Fakat bu yine de, temel yurttaşlık gelirinin sol bir gündem olamayacağını söylemeye varamaz. Böylesi açıkça “sınıf mücadelesinden kopuk, idealist, soyut” bir ret olur. Ancak öncelikle kendi temel kavramlarımıza açıklık getirelim.
Üretken emeğin çağdaş bileşiminden işin ötesine sınıf mücadelesi
Belki de çok kabaca işaret ettiğimiz bu fenomenler dizisi bize bugün ne söylüyor? Öncelikle kapitalist işin karakterinin sınıf mücadeleleriyle büyük bir değişim geçirmek zorunda kaldığını ve bugün için kapitalizm karşıtı mücadelenin başlangıç noktalarının elimizdeki kavram setini yenilemeyi dayattığını. Zira üretken emeğin, kapitalist üretimin ve sınıf mücadelesinin nasıl tanımlandığının güncelliğin analizi açısından nasıl farklı sonuçlar üreteceğini gördük. Üretken emek eğer ki liberal sözleşmeciliğin varsayımlarını paylaşmaya devam ederek, ücreti ödenmiş emek olarak tanımlanırsa artı-değerin üretiminin günümüzde nasıl gerçekleştiğini anlamaktan fersahlarca uzaklaşıyoruz. Bu durumda da, kapitalizm karşıtı mücadeleleri hem meydana geldiklerinde tanıyamıyor hem de örgütleme konusunda çaresizliğe düşüyor, bilindik sloganlara ve okullu Marksizmin işlevsiz kalmış genellemelerine sarılıyoruz. Ya da daha kötüsü, sosyal demokrasi hülyaları yeniden ve yeniden çeşitli biçimlerde mücadelenin ufkuna musallat oluyor. Korkut Boratav’ın düştüğü hata, tam da buradadır. Kapitalizm insanları “işçilikten çıkarmıyor”, fakat “işçiliği” yeni koşullarda tekrar kuruyor, ücret sözleşmelerini borçlandırmayla, sözleşmeli ücretli emeği, bilgisayarlı otomasyonla ikâme ediyor, kapitalist işi tüm toplumun her gözeneğine zerk ediyor. Maddi üretimin ve bilişsel emeğin Berardi’nin “zincir işçisi” dediği figürlerin çalıştığı sektörlerin bilgisayarlı otomasyonlara terk edilmesi halinde dahi, toplumsallığı üreten emek olarak emek “metalaşmaya” devam edecektir. Boratav ve ortodokslar için üretim maalesef hâlâ yeniden-üretimi kapsayamadığı için (gerçekte değil, zihinlerinde) emek figürlerinde ve emeğin bileşimindeki dönüşümü algılayamıyorlar. Aksine bu otomasyon eğiliminin şiddeti, iktidar oluşumları düzeyindeki neoliberal neo-faşist saldırganlıkla el ele gitmek zorundadır. Karşılaşacağımız son kapitalizminki değil, sahip olduğumuz kuşa dönmüş hakların, göreli hareket serbestimizin sonudur.
Kitle hareketlerini ve yeni devrimci patlamaları öngörmek imkânsız olsa da, eğer ki bu hareketleri yakalamak ve analizlerimizin bu hareketler için işe yarayacağını ummak istiyorsak, dahası harekete geçtiğimizde, eski toplumun fiber-optik kafesine tekrar ve tekrar düşmek istemiyorsak, mücadeleyi kapitalist işin her biçimine karşı çevirmek zorundayız. Dolayısıyla, borçlandırılanların, sosyal medya aracılığıyla medyalaştırılanların, duygulanımsal ve bilişsel emek dolayımıyla yaşamın her bir veçhesini üretenlerin mücadelesine odaklanmamız gerekiyor. Bu mücadele artık nadiren sözleşme yoluyla işe koşulanların üzerinden geçiyor. Hayır, üretken emek kitlesi ücretlendirilmemiş olarak iş sözleşmelerinin dışında kaldığı ve saldırı bu yönden geldiği oranda, paradoksal şekilde “işsiz” işçilerin, yaratıcı işleri yerine getirenlerin, prekaryayının yani güvencesizleştirilenlerin tüm bir kitlesini kapsıyor. Sermayenin organik bileşiminde dijital, enformatik teknolojilerin yoğunluğu arttıkça, insan toplumu topyekûn ve farklı düzey ile biçimlerde proleterleşiyor.7 Bu insan kitleleri, soyut değil gayet somut varoluşlar olup, bizzat varoluş tarzlarını, yaşam tarzlarını üretiyor olmalarıyla kapitalist toplumdaki en ciddi otonomi eğilimini temsil ediyorlar. Antagonizmanın buradan geçtiği şüphe götürmüyor.
O halde sorunumuz, Olcay Çelik’in de işaret ettiği üzere, “pazarlık gücünü” arttırmak değil, aksine bir “iktidar sorunudur”. Zira, sermaye tarafından işletildiği oranda bu dönüşümler yalnız ve yalnız kapitalizmin yeni mücadeleleri bastırma ve uyumlulaştırma eğilimine işaret ediyor. Eğer ki biz, mücadeleyi kapitalist işin içinde düşünmeye, yahut üretken emeğin bileşimindeki dönüşümü göz ardı ederek, onu salt ücretlendirilmiş emeğe bağlı olarak tanımlamaya devam edersek hem tahayyülümüz kısıtlanacak, hem de gelişen mücadele döngülerini ve kapitalizmden çıkışı örgütlemeyi düşünemeyecek hale geleceğiz.
Kapitalizm sonrasının maddi olanaklarından, komünizmin güncelliğine
Ümit Akçay robotik ve yapay zekanın üretime uygulanmasının kapitalizm sonrası toplumun maddi olanaklarını teşkil ettiğini söylüyor.8 Bu çok doğru fakat eksik bir ifade. Zira, bizzat üretime bu teknolojik uygulamaları dayatan şey, sınıf mücadelesinin edimselliği ile komünizmin güncelliğidir. Bu güncellik, ister büyük kitlesel olaylar olarak görüşe çıksın ister kapitalist toplumsallığın zerrelerinde yaşamaya devam etsin, kesintisizdir. Bu haliyle bu önerme soyut görünebilir, o yüzden derinleştirelim.
Genel zekanın üretim sürecine tam olarak içerilmesiyle birlikte, komünizm tüm varlığıyla toplumsallığımıza yerleşmiş oldu. Marx’ın çok üzerinde durmadığı, nereden aldığı da tartışmalı olan genel zeka9 mefhumu, hem bilişsel ürünleri (“bilim ve tekniğin üretime uygulanması”) hem de bunu üreten elbirliği biçimini tanımlayabilir. Mefhumun bu ikinci yanı, günümüzde basitçe insan zekasına göndermede bulunmaz. Daha ziyade, her türden bilgisayarla, görsel-işitsel aygıtlarla bütünleşmiş gezegen boyutunda bir sinir ağına tekabül eder. Bizatihi kozmik bir ağdır. Ve işleyiş tarzında mecburen sınır, özellikle de mülkiyet biçiminde bir sınır tanımaz. Öncelikle Marx’taki pasaja bir bakalım:
Doğa, makine, lokomotif, demiryolu, elektrikli telgraf, kendi kendine işleyen taşıyıcılar vb. yapmaz. Bunlar insan sanayisinin ürünleridir; doğa üzerindeki insan istencinin ya da insan etkinliğinin organlarına dönüşmüş doğal gereçtir. Bunlar, insan eli tarafından insan beyninin yarattığı organlardır; nesneleşmiş bilgi gücüdür. Sabit sermayenin gelişmesi, genel toplumsal bilginin ne dereceye kadar doğrudan üretken güç olduğunu dolayısıyla da toplumsal yaşam süreci koşullarının kendisinin genel zekanın denetimi altına girdiğini ve ona göre biçimlendiğini gösterir. Toplumsal üretken güçlerin, hem bilgi biçiminde, hem de toplumsal uygulamanın, gerçek yaşam sürecinin doğrudan organları olarak ne dereceye kadar üretildiğini gösterir.10
Marx sonu bu paragrafla biten bu kısa bölümde, başlığından da belli olduğu üzere “burjuva üretiminin temeli (değer ölçüsü) ile onun kendi gelişmesi arasındaki çelişki” hakkında bir tartışma yürütür.11 Önemli olan nokta, sermayenin komuta altına almaya çalıştığı temelin, bizzat sermayenin temelinin, Marx’ın “toplumsal birey”12 dediği, bugün bakılınca daha ziyade kolektif işlemci (operatör) demeyi tercih edeceğimiz bir fail haline gelmesi, değer yasasını sarsar, çökertir. Zira, ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın maddi üretimde olduğu anlamda bir cisimlilik söz konusu olmadığı için, ne “toplumsal olarak gerekli emek zaman” ne “fiili emek-zaman” ne de “artık-zaman” ölçülebilir. Bir tasarımın “değeri” nedir? Ölçülebilir zaman bu soruya yanıt veremez. Çok “değerli” bir tasarım, birinin zihninde üç saniyede belirse ve çizimi beş dakika sürse, şaşırır mıydık? Peki bu tasarımın “üretimi”, birey olarak “tasarımcıya” nereye kadar atfedilebilir? Bu fikre sahip olduğu (possess), dahası bizzat işlemekle/üretmekle/yaratmakla bu fikri kendinin kıldığı (appropriate) söylenebilse de, bu fikrin onun mülkiyeti (property) olduğu aynı rahatlıkla söylenebilir mi? Elbette başta tasarıma dair sosyal medyalardan, sergilerden akan farklı fikirler, fiilen elbirliği yaptığı insanlar, daha geniş halkada okudukları, izledikleri vs. hepsi bu tasarıma şu veya bu ölçüde katkıda bulunur. Şüphesiz yapılan şey mekanik bir sentez değildir, bir farkın yaratılmasıdır. Fakat bu iki gerçeklik, tekrarlayan temel olarak kozmik-kolektif ağ ile fark yaratan işlemcinin gerçekliği, bu tarz ürünlerin üretiminde mülkiyet ve ölçülebilir zamanın işlevsiz kılındığını söyler.
Tekrar Marx’ın argümanına dönersek, Marx, “toplumsal birey” ile işaret ettiği şeyi, gelişen makineler sayesinde artan serbest zaman ile ilişkilendirir ve bunu gelecek toplumun yaratıcılığının gerçek koşulu olarak takdis eder. Maalesef, tarih böyle gerçekleşmedi ve yaşam zamanı çok daha incelikli tertibatlar aracılığıyla sermayenin zamanına tamamen temellük edildi. Öyle ki rüyanın ve uykunun zamanı dahi, sermaye için harcanır hale geldi.13 Marx’ın takdis ettiği şey, kapitalizm tarafından “içerilerek aşıldı”. Bir tür “sermayenin komünizmi” çağı yaşamamızın bir anlamı da budur. Bununla kastımız, sermaye ile artı-değerin üretimi arasındaki ilişkinin, değer teorisinin dolayımını terk edip, daha ziyade “ilksel birikim” yoluyla, yani kolektif varlığın müşterek zenginliğine zor (finansal zor olarak borç ve kredi; semiyotik ve dijital zor olarak sosyal medya; ve şüphesiz eski zor biçimleri) yoluyla el konulmasına yerleşmesidir. Genel zekayı teşkil eden işçi kitlesinin işleri ile kurdukları sıcak ilişkinin ve “evde olma” hissinin, her tür ideolojik çarpıtmanın ve manüplasyonun ötesinde böyle bir anlamı da vardır. Zira bilişsel ve duygulanımsal işler, komünal olayı ve kolektif anlam üretimini taklide ve sömürüye yazgılıdır. İşte bu düğüm noktası sermaye açısından komünizmin -uysallaşmış, denetim altına alınmış haliyle şüphesiz- ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu gösterdiği kadar, sınıf mücadelesi açısından da antagonizmanın kurulacağı temel noktalardan birini gösterir. Aslında bu temel, üzerine çöken sermaye ile daimi bir çatışma halindedir. Komünal dip akıntıları, daimi olarak kapitalist temellükten kurtulur ve toplumlarımızı sarsan büyük patlamalar eşliğinde görüşe çıkarlar.
Sonuç
Tartışmamızın ana eksenine geri dönelim. Bize öyle görünüyor ki, yukarıda üç yazar üzerinden işaret ettiğimiz üç eğilim, bugün içinde bulunduğumuz sermaye birikimini de sınıf mücadelesinin yeni biçimlerini de yakalama noktasında zayıf kalıyorlar. Bu zafiyet, okullu Marksizmin terminolojisinden ve Marx’ın sonuçlarına -onun kavramlarına ve akıl yürütme tarzına değil- kör bir bağlılıktan doğuyor. Oysa yapılması gereken, güncel sınıf mücadelelerinin kelime dağarcığımızı yenilemesine “izin” vermektir. Ancak bu şekilde analizler sınıf mücadelesine hakiki bir katkı sunabilirler.
Toparlarsak, yapay zekanın, robot ve bilgisayarlı otomasyonun kapitalist işe uygulanmasını değerlendirmek için, bunu, komünizmin güncelliği ile sermaye arasındaki gerçek çatışmaya yerleştirmek gerekiyor. Ancak bu koşullar altında, örneğin temel yurttaşlık geliri tartışması anlamlı hale gelir. Zira, sorun hakikaten “iktidar sorunu” ise, mutlak ve evrensel olarak uygulanacak bir temel yurttaşlık gelirinin, proletarya açısından kudret arttırıcı bir siyasete dönüşebileceği gerçeği açığa çıkar. Sorunu yalnızca eksik tüketimcilik/aşırı üretimcilik üzerinden koymak çok az bir siyasal anlama sahiptir. Kapitalistlerin gerçek arzusu, başlarına bela olan ve asla tam olarak denetleyemedikleri canlı emek kitlesiyle iş ilişkilerini mümkün mertebe feshetmektir. Bu şartlar altında, biz proleterler açısından, “evrensel temel yurttaşlık geliri”, iktidarı ele geçirmemiz yolunda, borç gibi zor araçları karşısında bir kudretlenme noktası olarak hizmet edebilir. Nihai bir hedef değil ama, bir geçiş talebi olarak. Zira iyi ifade edilmiş bir çerçevede, bu aynı zamanda, üretken emek kitlesinin kudretini ortaya koyan bir manivela hizmeti de görebilir. Bu koşul altında, temel yurttaşlık geliri tartışmasını “sosyal fonların yağmalanmasına dair bir sermaye stratejisi” olarak tanımlamakla yetinip, bu talebi evrensel bir stratejik hedef olarak derinleştirmeyip, kapitalizme karşı çevirmemek olsa olsa onu sınıf mücadelesinin dışında değerlendirmek olacaktır. Bu yapılmadığı takdirde sermaye bizlerle finans ile devletin zor araçları dolayımıyla borç ve düşman hukukunun geçerli olduğu bir baskı ilişkisi tesis edebilecektir. Zira Berardi’nin dediği gibi:
Hiper-Kapitalizm kendisini Batı mirasından ve onun “değerlerinden” özgürleştiriyor, ne var ki fecaat kabilinden bir durumun üzeri örtülüyor: Hümanizm ve Aydınlanma mirası olmaksızın kapitalizm saf, sonsuz ve gayriinsani bir şiddet rejimidir.14
Gezegen düzeyinde yaşadığımız döneme damgası vuran eğilim sözleşmeci kapitalizmin sonudur, öyle veya böyle. Sonuç olarak, iş sözleşmesinin karşılıklılığından, finansal şiddetin tek yanlılığına geçtik ve geçiyoruz. Ve bu, ortak olana (the commons) el koyma üzerinden yürüyen bir süreç. Buna genel anlamda yeni bir ekolojik yağma diyebiliriz. Göstergelerin, teknik makineler kadar toplumsal makinelerin, estetik ürünlerin, imgelerin, dilin vs. de ekolojinin bir parçası olduğunu kabul etmek kaydıyla. Bu yüzden şu anda en önemlisi, sosyalin üreticisi olan yeni proletarya öznelliğinin fenomenolojisini yapmak ve özel mülkiyet, emek, para, değer vs. açısından yarattığı krizi analiz etmektir. Bu da Marx’ın kendi kavramlarının ötesine geçen, ama yine de Marksist olan yeni kavramlara başvurmayı gerektirir. İyiden iyiye tökezleyen kurumsal sol strateji ve taktiklerin ötesine geçen yeni strateji ve taktikler, böyle bir fenomenolojiden çıkacaktır.
Dipnotlar:
1Korkut Boratav, “Dünya Emek Havuzu ve Robotlar”, Sol.org, 13 Ekim 2017, https://goo.gl/F1JSnt.
2Birçoklarının yanında özellikle bunu temel yurttaşlık geliri üzerinden tartışan şu yazı: Olcay Çelik, “Robotlu Üretim ve Temel Yurttaşlık Geliri Projesinin Ekonomi-Politiği”, Abstract Dergi, Sayı 2, Ekim 2017, https://goo.gl/N4UR5L. Ayrıca, bilgisayarlı otomasyonun ve robotların komünizmin maddi koşulları açısından da değerlendiren şu yazı: Ümit Akçay, “Sorun kapitalizm, robotlar değil!”, Başlangıç Dergi, 29 Mayıs 2017, https://goo.gl/PLG8PG. Şüphesiz bu üç yazının da haklı olarak işaret ettiği bir dizi boyut var, fakat öyle görünüyor ki ortodoks analizlere bağlılık bazı eğilimleri gözden kaçırmalarına yol açıyor. Burada bu yazıların boş bıraktıkları noktalara odaklanmayı deneyeceğiz.
3Olcay Çelik, age. İtalik vurgu yazara, kalın vurgu bana aittir.
4Olcay Çelik, age
5Franco “Bifo” Berardi, Ruh İşbaşında: Yabancılaşmadan Otonomiye, Çeviren: Fırat Genç, Metis Yay., 2012, s. 86.
6Ümit Akçay, age.
7Yapay zekâlı makinelerin insanlığı köleleştirmesine dair distopyaların kaynağı bu maddi eğilimde bulunabilir.
8Ümit Akçay, age.
9Grundrisse‘in orjinal Almanca’sında, alıntıya işaret eder bir şekilde İngilizce olarak (general intellect) yazılmış ve sanki okurun bildiği varsayılarak hiçbir referans verilmemiştir.
10Karl Marx, Grundrisse II, Çeviren: Arif Gelen, Sol Yayınları, 2013, s. 166. İtalikli vurgular Marx’ın, kalın vurgu bana ait. Türkçe çevirisinde “genel zeka” terimini arayan okur boşuna yorulacaktır, zira maalesef bir çeviri hatası söz konusu ve metinde, “general intellect”, “genel bilgi” olarak karşılanmış.
11Karl Marx, age, s. 164.
12Karl Marx, age, s. 165
13Uyku ile yaratıcılığı ilişkilendiren tüm bir nörobilim çalışmalarını düşünün.
14Berardi, Ruh İşbaşında, s. 118. Tabii bunlar varken kapitalizmin “insani” olduğu düşünülmemelidir. Fakat burada bahsedilen “değerler” daima çok-anlamlı olmuşlar ve yeri geldiğinde insanların kapitalist birikimin şiddetine karşı koyabilmesi için mevzi sağlamışlardır.