Çeviri: Meriç Gök
16 Eylül 2022’de genç İranlı Kürt Jina (Mahsa) Amini öldü ‒ başörtüsünü düzgün takmadığı iddiasıyla “ahlak polisi” tarafından öldürüldü. Aynı gün İran’ın başkenti Tahran’da ilk protestolar patlak verdi ve o zamandan bu yana İran’da ve aynı zamanda diasporada ve uluslararası düzeyde yaşanan olaylar öyle bir ivme kazandı ki genel bir tablo ortaya koymak mümkün değil.
Protestolar büyük bir vahşetle bastırılıyor. Dört haftada 23’ü çocuk olmak üzere en az 224 kişi öldürüldü. Birçok kişi yaralandı ve tutuklandı. Ancak bu şiddet karşısında yeni kentsel direniş biçimleri, ( Cinsiyet-) performatifliği, sanat, öz-örgütlenme, dayanışma ve kardeşlik gelişiyor. Ağır silahlı polis ve güvenlik güçlerine ve sivil polislere karşı sokaklara dökülen, el ile savaşan bu insanlar kimlerdir?
Onlarca yıllık baskı ve neoliberalleşme
Protestocuların çoğunluğunun 25 yaşın altındaki gençler, “Z Kuşağı” üyeleri, hayatı bir önceki kuşaktan çok farklı deneyimleyen dijital yerliler (native) olduğu biliniyor.
“İslam” devriminden sonra İran, Şii özellikleri taşıyan kapitalist bir merkezi devlet haline gelmişti. Ne de olsa, nüfusun büyük bir kısmına belirli bir düzeyde sosyal güvenlik sağladı. Eğitim ve sağlık hizmetleri büyük ölçüde ücretsizdi. Gençlerin büyüdüğü bağlamı anlamak için 1979 devriminden sonra İran’daki gelişmeleri kısaca genel hatlarıyla anlatmalıyım. “İslami” devrimden hemen sonra, onun sosyalist, anti-kolonyalist, antiemperyalist mirası hâlâ yakında gerçekleşecekmiş gibi bir hava vardı – çoğu zaman içi boş laflar da olsa. Ancak sonraki üç yıl içinde İslam Cumhuriyeti kendini sağlam bir şekilde kurduktan sonra, bu mirasın üstü, iç politika bakımından radikal İslamcı bir ideoloji tarafından neredeyse tamamen örtüldü. Hep yönetime gelen hükümetler yoksullara ve dezavantajlılara hizmet edeceklerini söylediler ama hepsi de tüm demokratik özgürlükleri biraz daha kısıtladı. Baskı, zorunlu başörtüsünden her türlü sendikal örgütlenme yasağına, İran’daki tüm yayınların sansürlenmesi ve kontrol edilmesinden, Salman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” adlı romanında dine küfür ettiği iddiasıyla ölüme mahkûm edildiği fetvaya kadar uzanıyor.
Seksenlerin başında doğan kuşağa aitim. Ebeveynlerimizin evde bize öğretilenlerden çok farklı inanç ve davranışlara sahip olduğu gerçeğini nasıl saklamamız gerektiğini hatırlıyoruz. Aile bireylerinin ve yakınlarının siyasi inançları nedeniyle hapse atıldığını, hatta idam edildiğini, “İslami kurallara” aykırı olarak içki içtikleri, hatta evde sadece alkollü içki bulundurdukları için kırbaçlandıklarını gizlemeyi öğrendik. Ancak aynı zamanda çocuklar, özellikle genç kızlar* da evde büyük bir baskı altındaydı. Birçok baba ve ebeveyn, devlet tarafından kadınların* bedenlerine karşı uygulanan disiplin cezalarını destekliyordu ‒ zorunlu başörtüsünden suçlular için, kurbanın erkek akrabaları için ciddi yasal sonuçları olmayan “namus cinayetlerine” kadar.
İran-Irak Savaşı’ndan (1980-1988) beri, devlet politikası giderek neoliberal hale geldi. Özelleştirme çok büyük boyutlara ulaştı. Eğitim ve sağlık hizmetleri de bundan nasibini aldı. Kadınlar için işgücü piyasası, güvencesiz istihdam ilişkilerinin yanı sıra, istihdam fırsatlarını ve belirli mesleklere erişimlerini kısıtlayan yeni yasal düzenlemelerle de şekillenmiştir.
İsyan eylemleri ve kitlesel protestolar
Son on bir yılda, nükleer anlaşmazlıktan kaynaklanan uluslararası yaptırımlar nedeniyle de ekonomik durum benzeri görülmemiş bir şekilde kötüleşti. Bu, 2017’de şehirlerde kitlesel protestolara yol açtı. Protestoların başladığı günün sabahı, Vida Movahed, insan kitlesinin ortasında, Tahran’daki Enghelab Caddesi’ndeki (İnkılap/Devrim Caddesi) bir elektrik dağıtım kutusunun üstüne çıktı, beyaz başörtüsünü çıkardı, bir çubuğa bağladı ve insanların başları üzerinde bir bayrak gibi salladı‒ çok sayıda kadın tarafından tekrarlanan bir isyan eylemi. Bu kadınların çoğu saldırıya uğradı ve hapsedildi.
2019’da enflasyona ve günlük yoksullaşmaya karşı yenilenen bir protesto dalgası yaşandı. Ocak 2020’de Devrim Muhafızları’nın, çoğunluğu İranlı kadınlar olan yolcularını Tahran’dan Kanada’ya taşıyan Ukrayna’ya ait bir yolcu uçağını füzeyle vurarak düşürmesinin ardından başka protestolar başladı.
2019 isyanı esas olarak yoksul şehir sakinleri, marjinal topluluklardan insanlar tarafından gerçekleştirildi. Güvenlik güçleri daha sonra çoğu genç erkek olan 1500 protestocuyu öldürdü. Öldürülenlerin annelerinin bu olayı sessiz ve tevekkülle karşılayacağını düşünüyorlardı. Ancak anneler böyle yapmadılar, çocukları için adalet talep etmek için birleştiler ve “Madaran e Dadkhah” (Anneler Adalet İstiyor) grubunu kurdular. Bu gruba daha sonra vurularak düşürülen uçakta hayatını kaybedenlerin yakınları da katıldı. Onların, siyasi tutsak olarak hapsedilen, ancak 1988 yılının kanlı yazında yeni suçlamalar olmaksızın idam edilen çocukları için adalet arayan Khavaran Anneleri’nin yolunu izlediklerini belirtmek gerekir. [1]
Politize olan annelerin çocukları
Çoğunluğu 40-50 yaşlarındaki kadınlardan oluşan 2019 protestocularının bu anneler kuşağı, çocuklarının siyasi protesto hakkı olduğunu kabul ediyor, protesto ve direniş eylemlerini savunuyor ve devlet şiddetine açıkça meydan okuyor. Onların ritüelleri ve davranışları, anneliği İran’da her zamankinden daha fazla siyasallaştırdı ve bir direniş yuvası haline getirdi. Şimdi sokaklara dökülen kuşağın, çoğu henüz öğrenci olan genç insanların kolektif belleğinde bunların hepsi var. Bu gençler yakın zamana kadar video oyunları ve Instagram’da kendinden geçen “depolitize” kuşak olarak kabul ediliyordu. Şimdi sokaktaki en ilerici sloganları atıp “Jin, Jiyan, Azadî” uğruna hayatlarını veriyorlar. [2]
Bu kuşak, devlet propagandasının giderek sorgulandığı bir dönemde büyüdü. Küresel medyaya erişim, birbiriyle rekabet eden anlatıları körükledi ve farklı dünya görüşlerini ve yaşam biçimlerini yaydı. Önceki kuşağın birçok üyesi, yani Z Kuşağının ebeveynleri, daha yüksek eğitim niteliklerine sahipti, ancak yine de güç ve güvencesiz koşullarda yaşıyordu. Saklanmaktan bıkmışlardı, çocuklarının kendilerini geliştirmelerine ve iktidarın hiyerarşik yapılarına meydan okumalarına kısmen destek oldular. Okulda tırnaklarını boyadıkları için küçük düşürüldüklerinde veya protesto için tutuklanmayla tehdit edildiklerinde çocuklarının yanında oldular.
Yeni normallik olarak başörtüsüz kadın
Genç kuşak, burada ve şimdi yaşamı talep ederek ve her türlü ayrımcılığın kristalleşme noktası olarak kadını öne çıkararak geçmişin ve geleceğin vaat ve ideallerinden koptu. Özgürlük istiyorlar, çünkü artık ikiyüzlü olarak yaşamak istemiyorlar: Kendileri olmak istiyorlar. Bu mücadele sayesinde toplumsal sözleşmeyi yeniden müzakere ederler. Toplumdaki tüm baskın konumlara meydan okuyorlar: babalar, öğretmenler, politikacılar. Bedenlerini ve bireyselliklerini kendileri belirleyebilmek istiyorlar, özerklik istiyorlar. Ve kısa vadede en azından yeni bir normal oluşturuyorlar: kamusal alanda başörtüsü olmayan bir kadın imgesi.
Devlet, bu gençleri bazen siyasi yönelimi ve siyasi bilinci olmayan neşeli yeniyetmeler, bazen şamatacılar veya gösterilere tesadüfen katılmış kişiler, bazen de intihara meyilli psikolojik hasta diyerek karalıyor. Ancak öldürülen gençlerin internet üzerinden ulaşılabilen ifadeleri bu iddiaları yalanlıyor. 16 yaşındaki Sarina Esmaeilzadeh, Tahran’da güvenlik güçleri tarafından öldürülmeden kısa bir süre önce bir Instagram videosunda, “İnsanlar ülkelerinden ne bekleyebilir? Esenlik, esenlik, esenlik! Yirmi yıl önceki gibi değil – o zamanlar İranlı gençler sadece İran’daki akranlarını tanıyordu. Ama şimdi Etiyopya’da insanların aç olduğunu ve L.A.’de zenginlerin çocuklarının eğlendiğini görüyoruz. Her iki dünyayı da biliyoruz. Ve insanlar her zaman mükemmellik için çabaladıkları için kendilerini daha iyi durumda olanlarla karşılaştırırlar. (…) Bir çıkmazdayız. Biz sadece yiyecek, giyecek ve barınma gibi temel ihtiyaçların güvence altına alınmasıyla ilgileniyoruz. İşte bu yüzden bu temel ihtiyaçların ötesini düşünecek tinsel özgürlükten yoksunuz.” Instagram biyografisinde tek bir kelime var: Özgürlük!
Akıl almaz vahşet
17 yaşındaki Nika Şakarami 20 Eylül protestoları sırasında ortadan kayboldu. On gün sonra cenazesi ailesine teslim edildi. Sekiz gün boyunca defalarca tecavüze uğradığı ve işkence gördüğü söyleniyor ‒ rejim hapishanelerinde gündemde olan uygulamalar. Güvenlik güçleri, cesedi aileden tekrar aldı. Cenaze için toplanan yaslılara ateş açıldı. Nika’nın teyzesi ve amcası, onları Nika’nın intihar etmek istediğini “itiraf ”etmesi için işkence gördü. Bununla birlikte, Nika’nın annesi harekete geçti ve kızının cesedinin ne kadar darmadağın olduğunu kamuoyuna bildirdi ‒burnu tamamen parçalanmış, kafatası bir sopayla vurularak birkaç kez kırılmıştı. Tehdit edildiğini de kamuoyuna açıkladı
Nika’nın arkadaşlarıyla mutlu bir şekilde şarkı söylediği videoları sosyal medyada dolaşıyor; ayrıca, dövülmeden ve kaçırılmadan birkaç dakika önce, protestocular arasında bir çöp bidonunun üzerinde durduğunu, sloganlar attığını ve başörtüsünü ateşe verdiğini gösteren videolar var.
Diktatörlük oyunbaz gençlerin narin bedenlerinden ne kadar çok korkmuş olmalı? Yaşama aç ve özgürlüğe susamış bedenler, ölümün bile hak ettikleri onur ve özgürlük için savaşma azminden yoksun bırakamayacağı bedenler.
Hayal edilemezi düşünmek
Ve bu bedenlerle nasıl ilişki kurabilirim? Nasıl bağlıyız? Nerede buluşuyoruz? Geçenlerde Tahran’daki arkadaşım şöyle dedi: “ Bize kanlarıyla onurumuzu geri verdiler. Baltası (rejimin) boyuna bize vuruyor, ama bu kuşak ona sarılıyor!” Çünkü hepimizin yaşamaya değer bir hayat hakkımız var.
Bu savaştaki, bu savaş alanındaki genç savaşçılar anılarımızda yaşayacak ve onları sonsuza dek değiştirecek. Bizi zaten geri dönülmez bir şekilde değiştirdiler. Ne kadar çabuk silinirse silinsin, kan birikintilerini gördükten sonra asla aynı insanlar olmayacağız. Ben de dâhil olmak üzere İranlı kadınlar 16 Eylül’e kadar hayal bile edilemeyecek bir özgüven ve gururla dünyanın dört bir yanında sokaklara çıkacak.
Bu genç insanların, bu genç kadınların en vahşi devlet şiddeti karşısındaki mücadeleleri, İran toplumuna mesihçi anı, tüm devlet sınırlarının ötesinde hayal edilemez olanı düşünmemizi sağlayan tarihsel kopuşu getirdi: hiyerarşilerin yıkılması ve onurlu ve özgür bir yaşamı garanti eden radikal, eşitlikçi bir siyaset. Zamandaki bu kopuş sayesinde ve onun saf ışıklarıyla onlar bizi hayatın tarafını seçmeye çağırıyorlar. Karar vermek artık bizim elimizde.
[1] Khavaran: Tahran’ın güney doğusunda bulunan bir bölge. 1988 yazında sol ve Marksist örgütlere ve Mücahit Halk Örgütüne üye binlerce insan rejim güçlerince öldürülmüş ve bunların çoğunun cesedi gizlice buraya gömülmüştü. İran’ın şimdiki cumhurbaşkanı İbrahim Reisi de infazları gerçekleştiren infaz komitesinin bir üyesiydi.
[2] “Kadın, Yaşam, Özgürlük!” Kürt özgürlük hareketinin sloganı.