6 Şubat’ta Maraş‘ta merkez üssü Pazarcık ve Elbistan olan 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki depremlerin ardından deprem bölgesine giden ve depremin ilk gününden beri orada bulunan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları ile konuştuk.
Hatimoğulları’nın doğup büyüdüğü şehir olan Hatay da ne yazık ki depremden etkilenen ve yıkımın çok büyük olduğu şehirlerden birisi. Depremin hemen ardından Hatay’a giden Hatimoğulları, ilk günden bugüne yaşananları, izlenimlerini ve duygularını anlattı.
“Hatimoğulları: Saray rejimi ilk 72 saat bilerek ve isteyerek Hatay’ı ölüme terk etti” başlığı ile yayımladığımız röportajın ikinci bölümünü yayımlıyoruz.
Rejim kendi sorumluluğunu perdelemek için bir yandan da “yüzyılın felaketi” demagojisine başvuruyor. Sahadaki gözlemlerinize dayanarak, devlet ilk andan bütün kurumlarıyla seferber olsaydı ve kendiliğinden gelişen halk seferberliğinin de önünü açsaydı can kayıpları hangi oranda azaltılabilirdi?
Önemli oranda azalabilirdi…
İnsanlar yaşıyordu, her yerden “bizi kurtarın” sesleri geliyordu. Dışarıdaki ailelerin çığlıkları, enkazlardan karşılık buluyordu. İnanın kurtarılanların önemli bir bölümü aileler ve komşular tarafından el yordamıyla kurtarıldı. Bazı bina enkazlarında el yordamı yetmiyordu ne yazık ki. Profesyonel insanlara ve iş makinelerine ihtiyaç vardı ama aileler, komşular ölümü göze alarak enkaz altındaki yakınlarını kurtarmaya çalıştı. Bu seferberliği görmenizi isterdim. O manzarayı hatırladıkça gerçekten insana büyük bir duygu yükleniyor. Çünkü biz bu manzaraya bizzat tanıklık ettik. Seferberlik ilan edilseydi, Türkiye’nin her yerinden arama kurtarma ekipleri deprem bölgesine yeterince sevk edilebilseydi çok daha fazla canımızı kurtarabilirdik. Ama devlet, iktidar, yetkililer ne yaptı? Belediyelerin arama kurtarma ekiplerini saatlerce havaalanında bekletti. Gerekçe olarak ise “hava koşulları” öne sürüldü ama diğer uçaklar havalanıyordu. Oysa hayatın durdurulması gerekiyordu. O an sadece deprem bölgesine ulaşımın sağlanmasına odaklanılmalıydı. Bunu da yapmadılar, yapılsaydı işin rengi çok değişirdi. Bugün çok kolay sarf edilen ölüm rakamları var ya onlardan bahsetmeyecektik. Verdikleri rakamlarda yanlış onu da söyleyeyim. Gerçek ölümler, açıkladıkları ölüm rakamlarını defalarca kez katlayacak oranda.
Belediyelere ait bir arama kurtarma ekibiyle görüşme şansım oldu. Hiçbir gerekçe olmadan saatlerce havaalanında bekletildiklerini söylediler. Kendileri deprem bölgesine ulaştıktan sonra ise arama kurtarma çalışmalarında kullanacakları ekipman Hatay il sınırında kolluk kuvveti tarafından durduruluyor ve saatlerce geçmesine izin verilmiyor. Deprem bölgesine gönderilen bir AFAD ekibiyle yapmış olduğum temasta ise şunları öğrendim: Arama kurtarma ekipmanı verilmeden yollanıyorlar deprem bölgesine. Sadece AFAD önlükleri veriliyor. Ve en trajik olanı ise AFAD ekibine yurtdışından gelen arama kurtarma ekiplerinin alet edevatlarını kullanacaksınız demişler ama kimle iletişim kuracaklarını dahi söylememişler. AFAD ekibi, “Biz bir gündür buradayız. Hiçbir şey yapmadık, elimizde çalışma yapabileceğimiz hiçbir alet yok, içme suyumuz bile yok ve oturup izliyoruz şu an” dedi. İlk günler AFAD ekipleri başta olmak üzere oradaki bir çok arama kurtarma ekibinin ihtiyaçlarını dayanışma ağlarımız sayesinde sağladık ve destek olmaya çalıştık. Yurtdışından gelen arama kurtarma ekipleri ise Adana Havaalanı’nda bekletildi. İletişim kurmaya çalıştıkları AFAD ekiplerinin bir kısmı telefonları açmamış bir kısmı ise “vallahi sizi oradan alabileceğimiz bir aracımız yok” demiş. Böyle bir durumda bu kadar gayri ciddi, lakayt, özensiz iş olur mu? Bakın, burada anlattıklarım bizzat tanıklıklar üzerindendir. Her biri doğrudan yaşanmış olaylardır.
Mecliste yaptığınız açıklamada, sorumluluk silsilesi içinde Erdoğan’ı, ilgili tüm bakanları, AFAD ve Kızılay yönetimlerini istifaya davet ettiniz. Muhalefet saflarında bu istifaya davetin yeterince ısrarla ve vurgulu biçimde yapıldığını düşünüyor musunuz?
Yeterli olduğunu düşünmüyorum…
Bugün insanları ölüme terk eden saray rejimi kesinlikle enkaz altında kalmıştır. Saray rejimi, bu konuda kalkıp kamuoyuna bir laf bile söyleme cüreti gösteriyorsa bu onun aymazlığındandır. Çünkü bu cüreti gösterebilecek hiçbir şey yapmadı. Öyle bir cüreti olmamalı. Saray rejimi, “Yaralar taze. Susuyoruz, ama not ediyoruz” diyor muhalefete. Bu felaketi yaşayan insanlara hangi yüzle ne söyleyecekler? İnsanlar iktidarın enkaz altında kaldığını kendi gözleriyle gördü. Kime ne hikaye anlatacak bunlar? AKP iktidarı derhal istifa etmelidir. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere bütün hükümetin topyekün istifa etmesi gerekiyor.
Son yüzyılın en büyük depremini yaşadık. Can kayıplarımız çok fazla, kentlerimiz yerle bir oldu. Böyle bir durumda ortaya karışık konuşmak gibi bir durum olamaz. Gerçek tüm açıklığıyla ortada. Muhalefet ayağa kalkmalı. Muhalefet yeri yerinden oynatmalı. Muhalefet ne yazık ki yeteri kadar bu yaşananları teşhir edemedi. Hala seçimi bekleyen bir ruh hali içerisinde muhalefet. Bu büyük bir yanılgıya götürür. Bu yanılgıyla ne toplumun kurtuluşu örgütlenebilir, ne de bu rejimin tasfiyesi örgütlenebilir. Muhalefetin topyekün bir şekilde hükümeti istifaya çağırması gerekiyor. Türkiye’nin her yerinden hükümet istifa seslerinin yükselmesi gerekiyor. Sakin sakin sandığı bekleme hali yetersiz bir mücadeledir. Buradan seçimleri önemsemediğimiz anlaşılmasın. Elbette biz de önemsiyoruz ve bu rejimin tasfiyesinde sanıdığın öneminin farkındayız. Ama yeterli değil daha fazlasına ihtiyacımız var.
AKP iktidarı ve küçük ortağı çıkıp muhalefetin depremle ilgili dezenformasyon yarattığını iddia ediyor. En büyük dezenformasyonu yapanlar kendileri. Birkaç tane AFAD çadırı, Kızılay çadırı kurup canlı yayın araçlarını çadırların önüne konumlandırıp yayın yapıyorlar. Öyle bir yayın yapıyorlar ki zannedersiniz her yer Kızılay ve AFAD çadırlarıyla donatılmış, halkın yaraları dört dörtlük sarılmış. Bu yayınların hakikati yansıtmadığını topluma anlatması gereken muhalefet. Halk da bu iki yüzlülüğün anlatılmasını istiyor. Bakın biz HDP olarak depremin ilk gününden beri sahadayız. Hayatı boyunca HDP’ye oy vermemiş insanlardan, “Devlet yok. Lütfen Meclis’te sesimiz olun bu yaşananları anlatın” sözlerini duyuyoruz. Halkın tepkisi ve talebi böyleyken siyasilerin bunun gerisinde durma gibi bir lüksü olamaz. Biz HDP olarak halkın sesini duyurmak için elimizden ne geliyorsa yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz.
Yaptığınız açıklamalar rejimi Antakya’nın demografisi ve mozaiği ile oynamaya, “nüfus mühendisliği” yapmaya kalkışmaması konusunda uyarıyorsunuz. Halkı da yurduna ve topraklarına sahip çıkmaya çağırıyorsunuz. Bu uyarı ve çağrınızın ve sizin tedirginliğinizin nedenlerini açar mısınız?
Toplumda iktidarın Hatay’ın demografik yapısını değiştirmeye yönelik hamleler yapacağına dair kaygılar var. Suriye’den gelen göçmenler başta olmak üzere farklı göçmenleri buraya yerleştirme projesi olabileceğine dair toplumda geniş bir kanı var.
Hatay’ın jeostratejik konumunu hepimiz biliyoruz. Türkiye’nin Orta Doğu’ya açılan bir sınır kapısı. Suriye’de şu an önemli gelişmeler var. Suriye’yle savaşta burası zaten üst olarak kullanıyor. Buranın daha büyük bir askeri üst haline getirme planlarının olabileceğine dair toplumda büyük kaygılar var.
Toplum demografik yapısı değişsin istemiyor çünkü evleri yıkılan yurttaşlar evlerinin depreme dayanıklı ve kent dokusuna uygun bir şekilde yeniden inşa edilmesini istiyor. İnsanlar tekrar buraya dönmek istiyor, çocuklarını burada büyütmek istiyor. Devlet tarafından daha önce Hatay’ın Amik Ovası’nda benzer şeyler yapıldı. Amik Ovası kurutularak iki katlı evler yapıldı, Afgan vatandaşlar yerleştirildi, her birine 2’şer inek verildi ve bazı iş olanakları tanındı. Burada şunun altını kalınca çizmeliyim. Halkların Demokratik Partisi olarak bizim mültecilere ve göçmenlere dönük yaklaşımımız ortadadır. Savaş mağduru insanlar gittikleri ülkelerde insani yaşam koşullarında yaşamalıdır. Ancak Türkiye’de AKP iktidarının mültecileri batıya karşı nasıl bir araç olarak kullandığını biliyoruz. Demografik yapıyı değiştirmek adına nasıl adımlar attığını da biliyoruz. Bunu mesela Hatay Reyhanlı’da yaptılar. Maraş Terolar’da denediler. Orada halkın direnişiyle karşılaştılar, yapamadılar. Halk, “demografik yapıyı değiştirmenize izin vermeyeceğiz” dedi. Diğer yandan Antakya’da Samandağ’da Defne’de de bunu yapamadılar. Ancak şu an hakta, “bundan sonra bunu yapabilirler mi?” kaygısı var.
Cumhurbaşkanı Hatay’a geldiği zaman şöyle bir açıklama yaptı: “Demografik yapıyı değiştireceğimize dair birileri konuşuyor. Bu doğru değildir.” Doğru söylüyor olmasını umuyoruz. Bu iktidar neyi yapacağım diyorsa gidip tam tersini yapıyor. Dolayısıyla bu konuyu diri tutmaya, gündemde tutmaya devam edeceğiz. Çünkü bu toplumun kaygısıdır. Toplumun kaygılarını dile getirmek biz siyasilere düşen en temel görevdir ve biz bu görevi sonuna kadar yerine getireceğiz.
Antakya göçüyor mu? Nereye göçüyor ve bu esası itibarıyla geri dönmek üzere bir göç mü?
Enkazdan kurtulan insanların yaşayacağı evler yok. Çadır kentlerin çoğu kentin dışına kuruldu ve insanlar oraya gitmek istemiyor. Yukarıda da belirtmiştim; tekil tekil ailelere çadır dağıtımı çok az. Dolayısıyla Adana ve Mersin’e ciddi bir göç var çünkü insanların akrabaları var bu şehirlerde. Bir diğer göç sebebi eğitim meselesi. Çocuklar okullarına devam etsin diye yıkılan okullar için adres gösteriliyor. Bu adreslerden en yoğun olarak gösterilen şehir Ankara. Burada yıkılmış olan bazı özel okullar Ankara’da alt yapılarını kurmuşlar ve orada eğitime devam edecekler. Ayrıca yetkililerin yönlendirmesiyle Muğla ve Antalya taraflarına da göç söz konusu. Bu taraflara yerleştirilen aileler yurtlara ve otellere yerleştirildi. Bazı ailelerden sadece Mart ayına kadar bu otellerde kalabileceklerine dair bize dönüşler oldu. Yani ailelere böyle söylenmiş. Bu aileler bir süre sonra orada da açıkta kalacaklar. Ben bu göçün önemli bir kısmının geri döneceği kanaatindeyim. Çünkü insanlar buradan kopmak istemiyor. Buranın hızlı bir toparlanma sürecine girmesi lazım. Giden insanlar gittikleri yerlerde iş bulma, hayatını idam ettirme konusunda da zorluklar yaşayacaktır. Belki bir kısmı iş bulacaktır ve gelmeyecektir ama bir kısmı ise kesinlikle dönme konusunda ısrarını sürdürecektir. Geri dönüşlerde kentin yeniden inşasının büyük bir payı olacağını düşünüyorum. O yüzden bundan sonraki çabalarımız insanı, toplumu ve doğayı merkeze alan, kentin dokusunu dikkate alan depreme dayanıklı evlerin inşa edilmesi sürecini örgütlemek olmalıdır. Burada iki kesime çok temel görevler düşüyor. Birincisi kamusal alana çok büyük bir görev düşüyor. İkincisi ise kamusal alanı bu konuda harekete geçirecek çok ciddi bir toplumsal örgütlenmeye ihtiyacımız var. Sadece Hatay özelinde söylemiyorum, 11 kentimiz için de bu geçerli. Bu kentlerde yaşayan insanların taleplerini toplumsal bir talep haline dönüştürüp kamuda ciddi bir basınç oluşturmalıyız. Bu konuda hem uluslararası güçlerin hem de yerel demokratik güçlerin desteğine ihtiyacımız var.
Kendisi atıl kalmış bir devlet, öte yandan kendisi dışında ve kendisine rağmen başlamış bir halk seferberliğinden ölesiye korkuyor ve bu seferberliği ketlemeye çalışıyor. Bu gerilimin bundan sonraki seyri konusunda toplumsal muhalefete, devrimci-demokratik güçlere ne gibi önerileriniz olabilir?
İktidar, toplumsal dayanışma ağlarından çok rahatsız. Çünkü devletin halkla teması yok. Sürecin en başından beri bu toplumsal dayanışma ağlarının halkla teması var. Depremzedelerin yaralarını bu ağlar sarmaya çalıştı ve sarmaya devam ediyor. Pazarcık’ta cemevine kayyum atama yoluyla iktidar oradaki yardımlara el koydu. İktidar orada bunu denedi. “Bunun devamını getirebilir miyim? Getirirsem bir dirençle karşılaşır mıyım? diye sorular soruyor kendine. Sonuç itibariyle bu hamlesi büyük bir tepkiyle karşılaştı. Dayanışma ağlarına müdahale ederse toplumun tepkisiyle karşılaşır. Toplum onlara şunu söyler: Siz yokken onlar vardı. Onlar bizim yaralarımızı sardı. Şimdi siz bize ne vaat ediyorsunuz? Dolayısıyla bizlerin her bakımdan toplumsal dayanışma ağlarını güçlendirmemiz gerekiyor. Sadece depremzedelerin günübirlik ihtiyaçlarını sağlamak açısından değil bu elbette çok önemli ve hayati. Ama bunun yanı sıra kentlerin yeniden inşası bu ağların örgütlü bir biçimde üreteceği plan ve projeden geçiyor. Bizler, bu ağları hem deprem bölgelerinde hem de göç edilen şehirlerde çok hızlı bir şekilde inşa etmeliyiz. Bir yandan bu ağları güçlendirmeliyiz, olmayan yerlerde inşasını sağlamalıyız ve iktidarın dayanışma ağlarına yöneltebilecek saldırılarına karşı bu ağları bütün gücümüzle korumalıyız. HDP olarak bu bağlamda çeşitli plan ve projeler geliştirmeye çalışıyoruz.
Meclisteki açıklamanızda Antakya dahil kentlerin yeniden imarı konusunda da uyarıda bulundunuz. Gerçekten de yeniden imar da bir müdahale ve mücadele alanı. Sermaye, yandaşlar başta olmak üzere inşaat şirketleri ve mevcut rejim yıkımı hızlıca bir değerlenme, kar ve rant zeminine çevirmek için kolları sıvamış gözüyor. Yeniden imara halk müdahalesinin kanallarını açmak için neler yapmak gerekiyor?
Saray rejiminin depremi fırsata çevirmek istediği gibi sermaye de fırsata çevirmek istiyor. Deprem bölgesinde ilk 7 gün gün telefona ve internete ulaşımda çok zorlandık ve yeterince haber takibi yapamadık. Ancak dışarıdan gelen arkadaşlarımız tarafından bilgilendirildik. Yanılmıyorsam depremin 2. ya da 3. günüydü. Dışarıdan gelen arkadaşlar, borsada inşaat sektörünün hisselerinin uçtuğunu söyledi. Biz burada can pazarındayken, insanların enkaz altında “beni kurtarın” sesleri yükselirken inşaat sektörünün sermayedarları, enkaz altındaki canlar üzerinden hesap yapıyormuş. Yürek dayanmıyor gerçekten ama bu bizi şaşırttı mı? Şaşırtmadı. Türkiye’de mevcut iktidar, bu vicdansızlığın önünü açtı, derinleştirdi. Yarın burada inşa edilecek konutlar üzerinden iktidarın nasıl bir planlama yaptığını henüz bilmiyoruz. Kamuoyuna açıklanmış net bir yaklaşım yok ancak tahmin edebiliyoruz tabii ki. TOKİ’den bahsediliyor. Peki, TOKİ hangi hatlar üzerinde nasıl evler yapmayı konuşuyor? Biz, yeniden inşa meselesinde iki şeye vurgu yapıyoruz. Birincisi, kesinlikle TMMOB’a bağlı meslek odalarının görüş ve önerileri alınmalı. İkinci olarak, kentin asli öznelerinin görüş ve önerileri alınmalı ve bunlar uzmanlar ışığında harmanlanmalı. Burada insanlar her şeyini kaybetti. Canını, malını, mülkünü, her şeyini kaybetti. Bunun üzerine bir de sermaye grupları buradaki insanları sömürmeye kalkışırsa, bu insanlar ikinci bir depremi yaşamış olur. Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Bugüne kadar deprem için toplanmış olan vergiler zaten amaca dönük olarak kullanılmadı. Uluslararası ve ulusal bağlamda toplanan yardımların amaca yönelik kullanılmasını sağlamalıyız. AKP iktidarı ülkeyi soyup soğana çevirdi, beşli çeteye peşkeş çekti. Bundan sonra buna müsaade edemeyiz. Toplanan yardımların amaca uygun kullanılmasını sağlamalıyız, denetlemeliyiz, baskı oluşturmalıyız. Kamunun ayrıca buraya ödenek sağlaması konusunda da sesimizi yükseltmeliyiz.
Deprem sonrasında, bir yandan da hedef saptırmak gayretiyle Suriyeliler başta olmak üzere göçmen ve mültecilere karşı ırkçı-şoven kışkırtmalara yeni bir istim verildi. Bu konuda neler söylemek istersiniz.
Depremde yaşanan yıkım ve can kayıpları yetmiyormuş gibi iktidar bir panik havası yaratmak istedi. Bu konuda yurttaşın değerlendirmesi şöyleydi: “Ölmeyenleri de korku salarak göç ettirmeye çalışıyorlar.” Ben bu değerlendirmenin doğru olduğunu düşünüyorum.
Deprem ve başka afetlerde hırsızlık ya da yağma gibi vakalar olur. Bu zaten bilinen bir şey. Kolluk kuvvetinin böyle durumlarda görevi nedir? Düzeni sağlamaktır. Kolluk kuvveti sahada olmadığı için bu düzen sağlanamadı. Daha sonra bu vakalar Suriyeli mültecilerin üstüne yıkılmaya çalışıldı. Böyle bir ayırdıma varmamız mümkün değil. Bakın, bu tarz vakaları yerlilerden de, Suriyeli mültecilerden de, sırf bu iş için dışarıdan gelen çetelerden de yapanlar olmuş olabilir. Bunlar tekil örnekler. Bu konuya ilişkin mültecilerin hedef gösterilmesini asla kabul edemeyiz. Birileri bu söylentileri yayarak hem var olan tablo da öfkenin başka bir yere yönlendirilmesini istediler, hem de var olan ırkçılıklarını kusmak istediler. Bunun üzerinden ise göç dalgasını arttırmak istediler. Elbette hırsızlık vakalarını vs. önlemek gerekiyor. Yukarıda söylediğim gibi bu kolluk kuvvetinin görevi. Kolluk kuvveti ilk etapta bu düzeni sağlayamadı ardından ise bunu topluma işkenceye dönüştürdü. Biz bu konuya ilişkin bir soru önergesi hazırladık. Altınözü’nde hırsızlık iddiası ile gözaltına alınan bir yurttaş gözaltında işkenceyle öldürüldü. Jandarma tarafından işkenceyle öldürüldüğüne dair savcının elinde bilgi ve belgeler var. Yani nereden tutsan elinde kalıyor. “Senin görevin buradaki düzeni sağlamak” diyorsun geliyor işkence yapıyor. İnanılır gibi değil.
Hatimoğulları’ndan son söz:
Acımız çok büyük. Canlarımız, evlerimiz, kentlerimiz enkaz altında. Acımızı en derinden yaşayacağız elbette ama umudumuzu kaybetmeyeceğiz. Göç edenlerimizle geri döneceğiz. Kalanlarımızla birleşeceğiz. Sesimizi duyan milyonlarla el ele vereceğiz. Kendimizi de kentimizi de küllerinden yaratacağız yeniden ve yeniden…