Mecidiyeköy Ali Sami Yen stadındaki rezidans inşaatında çalışan 10 işçinin yaşamını kaybetmesine neden olan Torunlar grubu bu kez adını işçi katliamıyla duyurdu. AKP iktidarı dönemi akıl almaz yükselişiyle dikkat çeken Torunlar Grubu’nun sahibi Aziz Torun’un palazlandırılma hikâyesi, Erdoğan’la okul arkadaşlığına dayanan bir “ortaklık” serüvenini gözler önüne seriyor.
Başçalan’ın Hırsız ve Katil “Torun”u
2004 yılına kadar kimi inşaat faaliyetleri de olan bir gıda toptancısı olan Torunlar grubu özelleştirme furyasından Netsel Marina’yı 20 milyon dolara, Kütahya’da bulunan Baha Esat Tekand Şeker Fabrikası’nı 23,8 milyon dolara, Uzanlara ait Esentepe’deki bir araziyi de 45,9 milyon dolara aldı. Bunlar dışında pek çok özelleştirme ihalesinde tek başına ya da kimi ortaklıklar içinde boy gösteren grubun son yıllarda kazandığı en dikkat çekici ihaleler ise Ali Sami Yen ve Paşabahçe Tekel Fabrikası arazilerinin satışları oldu. 10 yıl önce en iyi ihtimalle 50 milyon lira civarında cirosu olan grubun 2012 toplam geliri, gıda tarafında 600 milyon lira, gayrimenkul tarafında ise 425 milyon lira olmak üzere 1 milyar liranın üzerine çıkmış durumda. Başkent Doğalgaz için verilen 1,13 milyar dolarlık teklif ise sadece Torunlar GYO’nun 500 milyon dolarlık finansal borcu ve sürmekte olan milyar dolara yaklaşan tutardaki projeler daha da fazlasına göz dikildiğini gösteriyor.
Hayaldi Gerçek Oldu: 12 Yılda 14.000 Kapitalizm Tanrılarına Kurban Edildi!
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin hazırladığı rapora göre, işçi ölümlerinin kaza sebebiyle değil işçi sağlığının bir maliyet olarak görülmesi ve sosyal güvelik sisteminin kapsayıcılığının giderek daralması nedeniyle yaşandığı vurgulandı. Rapora göre 2014’ün ilk sekiz ayında tespit edilen 1270 iş cinayetinde 300’ün üstünde kişi inşaat işçisi.
Emek örgütlerinin de çoğunluğunun işçi sağlığını bir mücadele alanı olarak değil salt bir eğitim sorunu olarak görmesi, siyasi partilerin artık katliam düzeyinde yaşanan iş cinayetlerine eğilip çözüm üretememesi ve emekçilerin kentlerinde ölümlerin “kader” olduğunu söyleyen siyasal güçlere verilen oyların artması nedeniyle işçi ölümlerinin önüne geçilemediği belirtildi.
Rapora göre en çok iş cinayetinin yaşandığı alanlardan biri olan inşaat sektöründe çocuk, göçmen ve yaşlı emeğini kullanma çalıştırma biçimi olarak mühendisten taşerona uzanan bir yelpazeyi kapsarken memleketin dört bir yanında yaygınlık gösterdi.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre, 2002’den bugüne dek toplam 14.000’e yakın işçi “iş kazalarında” hayatını kaybetmiş. Bu veriler, herhalde pek haber değeri taşımadığından olacak ki sadece bir avuç gazetede yer bulabildi. Birçok gazeteci ve köşe yazarımız da ileri demokrasinin nimetlerini sıralamaktan ya da “dünya lideri Erdoğan’ın “seçim zaferini” pehlivan tefrikası gibi anlatmaktan vakit bulamadıklarından ötürü, bu tür ‘önemsiz’ açıklamalarla oyalanmayacaktır elbette.
2013’de inşaat sektörü tam yüzde 8,7 oranında büyümüş. İnşaat sektörü aynı zamanda en fazla ölümlü iş kazasının olduğu sektör de. Türkiye ekonomisi, işçilerin ölü bedenleri üzerine basarak büyüyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliği için alınan önlemlerde önemli ölçüde maliyet unsuru olduğu düşünülerek, hükümet vb. kurumlar bunu yeterince denetlemiyor. İşverenler, maliyetten kaçmak için önlem almıyor. Bütün bunlar üst üste biriktiği zaman, karşımıza iş kazaları olarak çıkıyor. Türkiye, küresel rekabet süreci içerisinde kendisine iyi bir yer bulmak için bu maliyetleri düşürmeye çalışıyor. Sonuç olarak da işçilerin hayatı üzerinden bunu sağlamaya çalışıyor. Sonuçta o işçiler “tohumuna para sayılmayanlardır”;
14 Eylül Pazar günü BirGün Pazar’daki köşesinde Güven Gürkan Öztan’ın dediği gibi: “Tohumuna para mı verdik” sözü bu topraklarda insanın müstakil kıymetinin ve hümanizmanın olmadığının kanıtıdır. Kimi zaman zenofobiden kimi zaman burjuva kibrinden kimi zaman köktencilikten beslenir ama sonuç hep aynıdır. Tohumuna para verilmeyenler hep ezilen, horlanan, hakir görülenlerdir. Emeğiyle yaşam mücadelesi veren, yoksulluğuna rağmen onurunu muhafaza edenlerdir. Ölümleri ardından sahte bir tavırla kardeşimiz ilan edilenlerdir onlar; muktedirlerin ardından Fatiha okunmasını yeterli gördükleridir; ailelerini bir kez daha öldürecek rüşvet teşebbüslerini ihsan olarak pazarlayan takım elbiselilerin vicdan aklama operasyonlarına konudur yitimleri. Kalkınma, büyüme, “büyük güç”, “milli irade” nidaları arasında ezip geçtikleri ise bizim ruhumuzdur.”
Charles Dickens ve Jack London’ın romanlarında tasvir ettikleri 19. Yüzyıl vahşi kapitalizminden bile ağır bir sömürü sisteminde, hangi büyümeden, hangi 2023 idealinden, hangi ileri demokrasiden bahsediyoruz ki? Evet, lafa değil icraat bakıyoruz. AKP’nin en önemli “icraatı” iktidar olduğu 2002’den bu güne kadar 14.000 işçinin katledilmesidir ve ne yazık ki bu katliamlar 3-5 tane yolsuzluk, hırsızlık tapesi kadar bile kamuoyunda infiale neden olmamaktadır.