SEÇTİKLERİMİZ – Mustafa Peköz’ün yazısı: Suudi darbesi Ankara’daki güç ilişkilerini de etkileyecek gibi görünüyor. Katar dışındaki diğer Körfez devletleri, Ankara ile olan ilişkilerini yeniden düzenleyeceklerdir
ABD tarafından doğrudan desteklenen saray darbesi, sadece Riyad’ın iç politik dengelerini değil aynı zamanda Körfez bölgesinin dengelerini ciddi oranda etkileyecek bir sürecin ilk adımları olarak tanımlanabilir. Prensleri, bakanları, generalleri, valileri, büyükelçileri, dünyanın en zengini kişileri kapsayan operasyon, kraliyet ailesi içerisindeki iktidar çatışmasının çok ötesinde, Körfez’in gelecekteki politik-ekonomik-sosyal şekillenmesinin önünü açan ve küresel sisteme entegrasyonu sağlayan çok yönlü bir değişimin habercisidir. Küresel ve bölgesel güçler tarafından dikkatle takip edilen darbenin sosyo-politik rolü, Suudi Arabistan’ın bölgesel konumunun önemiyle orantılıdır. Çünkü kraliyet iktidarındaki çok yönlü değişimin bölgede sarsıcı etkiler yaratacağı açıktır. Bu bakımdan darbenin arka planını anlamanın yolu Suudi Arabistan’ı farklı yönleriyle tanımaktan ve analiz etmekten geçiyor.
Ortadoğu’nun güç dengesini belirleyen önemli bir devlet
Suudi Arabistan’ın yüz ölçümü 2.149.690 km2. Nüfusu 30 milyon olup bunun yüzde 22’si göçmen kökenlilerden oluşuyor. Nüfusun yaklaşık yüzde 75’i Riyad, Cidde, Mekke, Taif, Medine, Dhahran, Dammam, El Huber ve Hufuf gibi büyük kentlerde yaşıyor.
Suudi Arabistan, kuzeybatıda Ürdün, kuzey ve kuzeydoğu’da Irak, doğuda Kuveyt, Katar, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri, güneydoğuda Umman, güneyde Yemen, kuzeydoğusunda Basra Körfezi ve batısında Kızıldeniz ile çevrilidir. Bu açıdan Ortadoğu’daki bütün ekonomik, politik ve toplumsal sorunların merkezinde olan ve doğrudan etkilenen bir ülke olarak bölgedeki dengeleri çok yönlü hesaplamak zorundadır.
Suudi Arabistan’ın, bugünkü etnik yapısı dikkate alındığında nüfusun önemli bir kısmı yerli Arap kabilelerden oluşuyor. Toplumun yüzde 75’i Sünni, yüzde 25’i Şiilerden oluşuyor. Ülke nüfusunun 1/4’ünü oluşturan Şiilerin, devletin örgütlenmesinin dışında tutulması, ülkedeki iç politik dengelerinde ciddi bir kırılganlık oluşturuyor. Şiilik ile Selefilik arasındaki tarihsel çatışma, çelişki ve rekabet Suudi Arabistan’ın bölge politikalarını da büyük ölçüde etkiliyor.
Suudi Krallığı politik varlığını bölgenin en büyük askeri gücü olmaya dayandırmaya çalışıyor. Nüfusu 1,2 milyar olan Çin’in yıllık askeri harcaması 210 milyar dolar, dünyanın en büyük ikinci askeri gücü olan Rusya’nın 65 milyar olmasına rağmen 30 milyon nüfusa Suudi Arabistan’ın 2015 yılında yaptığı askeri harcama 87 milyar dolardır. 2006-2016 yılları arasında yaptığı askeri harcama ise yaklaşık olarak 730 milyar dolar civarındadır. Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretinde yapılan askeri anlaşmaların 10 yıllık miktarının 400 milyar doları aştığı belirtiliyor.
Suudi ekonomisinin küresel sisteme entegrasyonu
Darbe, Suudi ekonomisinin bütünüyle küresel sisteme entegre edilmesi stratejinin önemli bir hamlesidir. Körfez devletlerinin jeo-ekonomik gücünü kontrol eden Suudi Krallığı’nın, 2014’teki GSYİH’si 756 milyar dolar, 2015’te 654 milyar dolar ve 2016’ta ise 646 milyar dolardır. Kişi başına düşen GSMH ise 21,5 bin dolar olarak tespit edilmiş. Yüzölçümünün büyük kısmı çölle kaplı olan Suudi Arabistan topraklarının ancak yüzde 2’si tarıma uygundur. Nüfusun yüzde 28’ine yakın bir bölümü tarım sektöründe, yüzde 45’i hizmet sektöründe, yüzde 27’si ise petrol ağırlıklı endüstride çalışıyor.
Rusya’dan sonra en çok hidrokarbon üretimine sahip olan ve dünyanın ilk 20 ekonomisi içerisinde yer alan Suudi Arabistan’ın günlük petrol üretimi yaklaşık 6,4 milyon varildir. 2016 yılı verilerine göre petrol ve petrol ürünlerinin ihracatı yaklaşık 490 milyar dolardır. 2006 yılında bütçe fazlası 71 milyar dolar olan S. Arabistan’da 2015 yılında tarihinde ilk kez bütçe açığı vermeye başladı.
Güçlü petrol kaynaklarına dayanması nedeniyle doğrudan yabancı sermaye yatırımına ihtiyaç duymayan Suudi Arabistan ekonomisinde meydana gelen krizi aşmak için doğrudan küresel yatırımlara yöneldi. Petrol şirketinin (Saudi Aramco) hisselerinin yüzde 5’ini 100 milyar dolara karşılık uluslararası pazarlara açtı. Bu 2018’de gerçekleşecek satış miktarıdır. Değeri 2 trilyon doları olan Aramco’nun 2025 yılına kadar hisse senetlerinin önemli bir kısmının küresel borsalarda satılması beklenmektedir.
Prenslerin iktidar savaşı
Geçmişten bu yana, iç dengelerle kendisine yön veren ve dış destekle varlığını sürdüren Suudi Arabistan’ın temelleri, 1744 yılında Necd bölgesi Şeyhi Muhammed bin Abdulvahhab ile Necd bölgesindeki kabile liderlerinden olan Muhammed bin Suud’un arasındaki anlaşmayla atıldı. İki lider arasında oluşan “el-Der’iyye İttifakı” çok uzun yıllar Suudi Arabistan’ın iç dengelerini belirleyen bir belge olarak yürürlükte kaldı.
Vahhabilerin askeri kanadıyla Kral Abdulaziz arasındaki ittifak, gayri Müslim olarak gördükleri ‘Sokal’ şirketiyle yapılan anlaşmalara karşı çıkılmasıyla bozuldu. Kral ile çatışmalı bir duruma gelen Vahhabiler de bölündüler. Mekke ve Medine’de güçlü olan tüccar kanadı Kral’dan yana tutum aldı. Suudi Arabistan’da oluşan ve uzun yıllar varlığını sürdüren ekonomik, politik dengeler bozuldu ve askeri çatışmalar kaçınılmaz hale geldi.
Kral Abdulaziz, İngilizlerin askeri desteğiyle, 29 Mart 1929’da Vahhabilerin askeri kanadıyla giriştiği “el-Suble” savaşını kazandı. Bu savaş, aynı zamanda Abdülaziz’in, Vahhabilerle ilk çatışması olduğu gibi, bu hareketin iktidar gücünü kırmada ve Suudi Arabistan’ın zenginliklerinin uluslararası şirketlere açılmasında bir dönemeç oldu denebilir.
Suudilerin kral sülalesine dayanan iktidarları
İbn Suud olarak bilinen Abdülaziz Bin Abdulrahman El Suud, 1921’de Necd Kralı ünvanını aldı. 1924’te Hicaz Kralı ilan edilen İbn Suud, 1932 yılında kontrolü altındaki toprakları Suudi Arabistan Krallığı adı altında birleştirip Birleşik Krallık’tan bağımsızlığını ilan ederek ülkenin başına geçti.
Şeriat yasalarıyla yönetilen Suudi Arabistan’da yürütme ve yasama gücünü elinde tutan Kral, aynı zamanda bakanlar kurulunu atadığı gibi alınan bütün kararları veto yetkisine sahiptir. Hiç bir siyasal partinin bulunmadığı ülkede yönetim esasen Suudi ailesine aittir. Bakanlar kurulunun tamamı Suudi ailesindeki prenslerden oluşur. Suudi ailesi içerisinde iktidar çatışmasının artması üzerine, çıkartılan bir yasayla, kral halefini artık kendisi seçemeyecek, kraliyet aile üyelerinden oluşan ve ‘Biat’ adı verilen özel bir konsey tarafından ‘gizli’ oyla seçilecek. İktidar çatışmasını engellemeye yönelik konulan bu yasa hemen hiçbir dönem uygulanmadı. Akraba prensler arasındaki iktidar çatışması kesintisizce devam etti. Bugün gerçekleştirilen fiili darbe de tarihsel iktidar çatışmasının bir devamıdır.
Suudi Krallığı’nın Radikal İslam’ı destekleme stratejisi
Ortadoğu’da liderlik ve hâkimiyet kurmak isteyen Körfez monarşilerinin liderliğine soyunan Suudi Arabistan Krallığı, kendi iktidarını korumak için çatışmalı olduğu Vahhabi geleneğini temsil eden Radikal İslamcı Örgütleri, değişen politik faktörlere bağlı olarak belli dönemler içerisinde destekleme kararı aldı. Çelişkili bir durum olmakla birlikte, bölgesel güç olma politikası, Irak’ta ve Suriye’de denge kurmayı, IŞİD, El Kaide/El-Nursa gibi örgütler üzerinden gerçekleştirme kararı aldı. Böylelikle Suudilerin yönlendirmesiyle Katar, BAE, Türkiye gibi devletler tarafından, Şiileşen Irak yerine Sünnileşen bir Suriye oluşturma tezi kabul gördü ve çok aktif olarak desteklendi. Bu yönelim, Türkiye’nin de eklemlendiği Körfez devletlerinin, ‘Sünni Hilal’ denen politik stratejiyi yaşama geçirmek için Selefi/Vahhabi geleneğini temsil eden ve ideolojik olarak aynı kaynaktan beslendikleri radikal İslamcı hareketlerle birlikte davranmalarını sağladı. Suudi Krallığı’nın, Radikal İslamcı Örgütleri destekleme stratejisi bütünüyle çöktü ve tersine kendisi için çok daha ciddi bir tehlike haline geldi.
Küresel güçlerin desteği olmadan ayakta kalma şansı yok
Suudi Krallığı ve diğer Körfez devletleri, Ortadoğu’da Sünniliği esas alan siyasal sistemlerini geliştirmek isteseler de, ABD’nin desteği olmaksızın ayakta kalma şansları pek bulunmuyor. Küresel sermaye, bölgenin enerji yataklarından sınırsızca yararlanmak için bu devletlerin ayakta kalmasını, askeri ve politik olarak destekliyor. Suudi Arabistan başta olmak üzere diğer Körfez devletlerinin sanıldığı gibi ülke içerisinde ciddi toplumsal dayanakları bulunmuyor. Suudi Arabistan, klasik devletlerin kurumsal yapılarının bulunmadığı, bütünüyle şiddet ve baskıya dayanan ailesel bir örgütlülüğe sahip bulunuyor. Şeriat ile monarşik iktidarın bütünlüğüne dayanan ve küçük azınlığın denetiminde olan askerileştirilmiş devlet yapısının toplumsal dayanakları oldukça zayıftır. Bu nedenle dış destek olmadan ayakta kalma güçleri bulunmadığı çok açıktır.
Kraliyet iktidarının “Ilımlı İslam” eksenli reform yönelimleri
ABD’nin 21.yüzyıl sömürgelerine somut bir örnek olan Suudi Krallığı’nın mevcut siyasal sistemini devam ettirmesi artık son derece zor görünüyor. ABD’nin bölgesel stratejisinin önemli halkalarından biri, şeriatçı monarşik iktidarları revizyondan geçirerek küresel kapitalist sisteme dâhil etmektir.
Suudilerin bir önceki kralı Abdullah, Batı’nın istediği liberalleşme politikalarını uygularken aşamalı olarak dinsel kurumların ve diyanet polisinin yetkisini sınırlamaya yöneldi. Kadınların toplumsal yaşamdaki yerine dair tartışmalar yapılmaya başlandı. Ayrıca Vahhabi geleneğinin kabul etmediği dört Sünni mezhebinin uygulamalarına izin verilmesi kararı alındı. Bütün bu uygulamalar klasik Vahhabi geleneğiyle tezat bir durumu ifade ediyor. Kraliyet ailesi tarafından -aile üyelerinin bir kısmı karşı olmasına rağmen- başlatılan reformlar, geleneksel Vahhabiliğin tasfiyesi olarak görüldü. Örneğin Vahhabi geleneğine göre Şiileri “imansız” gören ve Şiilere yönelik saldırıları teşvik eden eski müftü Bin Baz ve Abdullah Cibrin gibi din adamlarının varlığına karşın, Şii nüfusunun yoğunlukta olduğu doğu bölgelerinde ‘Şiilerin Caferi hukukunu izlemeleri ve Caferi din adamlarının hükmüne başvurmalarına’ dair bir hüküm uygulanmaya konuldu.
Bugünkü Kral Selman bin Abdülaziz’in oğlu gelecekteki kral olarak tanıtılan Muhammed bin Selman’ın Suudi Arabistan’da kadınlara yönelik bir kısım olumlu uygulamaların yaşama geçirileceğini ve özellikle ‘Ilımlı İslam’a yöneleceğine, Krallığın bundan sonra ‘aşırı olan’ dahası Radikal İslamcı Hareketleri desteklenmeyeceğine dair yaptıkları açıklamaları Krallığı oluşturan iktidar yapısındaki değişimin ilk adımları olarak değerlendirebiliriz.
Körfez bölgesinin yeniden yapılandırılması
Suudi Arabistan’da başlatılan tasfiye hareketi, batı merkezli küresel güçlerin özellikle petrol ve doğalgaz gibi enerji yataklarını elinde tutan yapay devletlerin bütünüyle yeniden dizayn edilmesi için verdiği ilk önemli mesajdır. El Nusra ve IŞİD gibi konjonktürel İslamcı örgütlerin yaratılması, sadece Irak ve Suriye’deki rejimleri değiştirmek değil aynı zamanda Körfez devletlerin idare yapısının içten ve aşamalı olarak değiştirilmesinin de bir aracı olarak değerlendirildi. Wallerstein’in, “ Bu hareketin (IŞİD) yaratmış olduğu sarsıntı ve korku, Ortadoğu’da önemli jeopolitik değişimlere/yeniden düzenlemelere öncülük edebilir” tespiti; Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri gibi yapay devletlerin politik-iktidar yapısının değiştirilmesi ile doğrudan ilgilidir.
11 prensin, 4’ü görevde olup toplam 42 eski bakanın, generallerin, valilerin, emniyet müdürlerinin bulunduğu onlarca kişinin tutuklanması, Suudi Arabistan’daki iç iktidar mücadelesi olduğu kadar, Körfez bölgesinin yeniden dizayn edilmesinin çok önemli bir halkasını oluşturuyor. Aynı şekilde El Kaide’nin ölen lideri Usame Bin Ladin’in kardeşi olan ‘Bin Ladin inşaat şirketi’ yöneticisi Bakr bin Ladin ile 17 milyar dolar servetiyle dünyanın en zengin kişilerinden biri olan Prens El Velid bin Talal’ın tasfiye sürecine dâhil edilmesi, küresel arka planı bulunan bu yeniden dizaynın önemli parçaları.
Gidişat nereye doğru?
Bu operasyon, Saray’daki iktidar mücadelesinde değişim mesajları veren ve küresel güçlerle uyumlu bir strateji izleyeceğini söyleyen prens Salman’ın iktidar gücünün pekişmesidir. Önümüzdeki süreç içerisinde baba kralın tahttan çekilerek yerini oğlu Bin Salman’a bırakması olasılığı oldukça yüksektir.
Bu operasyon, Körfez’in diğer küçük devletçiklerini de çok ciddi oranda etkileyecek ve değişim sürecine dâhil edecektir. Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde Körfez devletlerinin bugünkü ‘şeriata’ dayanan iktidar rejimlerini aşamalı olarak terk etmeye yönelmeleri kaçınılmaz gibi görünüyor.
Başta Suudi Arabistan olmak üzere petro-dolar gücüne sahip Körfez’in enerji şirketlerinin tamamı küresel borsalara bütünüyle açılacaklardır. Tahmini değerleri yaklaşık 4 trilyon dolar olan şirketlerin New York, Londra, Frankfurt borsalarında satışa sunulması küresel krize ciddi bir nefes aldıracaktır.
İran yayılmacılığı karşısında, tek merkezli bir yapının, dahası Avrupa Birliği’ne benzer bir Körfez Arap Birliği’nin yaratılması için ön koşullar oluşturuluyor.
Suudi darbesi Ankara’daki güç ilişkilerini de etkileyecek gibi görünüyor. Katar dışındaki diğer Körfez devletleri, Ankara ile olan ilişkilerini yeniden düzenleyeceklerdir. Ankara’da ekonomik göstergeleri dengeleyen sıcak para akışı kesildi. Bunun yansımaları çok daha derinden hissedilecektir.