Bu yazı Deniz Yücel tarafında yazılıp 25.04.2024 tarihli “Die Welt” gazetesinde yayımlanmıştır. Çeviri Meriç Gök tarafından yapılmıştır.
Almanya Federal Cumhurbaşkanı, Türkiye ziyareti sırasında Hamas terörü konusunda mevkidaşı Erdoğan’la ters düştü. Ancak başka konularda ne yazık ki geri adım attı: Türkiye’deki insan hakları durumu, muhaliflerin ve siyasi tutukluların maruz kaldığı zulüm hakkında tek kelime etmedi. Boşa harcanmış bir fırsat.
1980’lerin başında, Hessen’in güneyindeki memleketim Flörsheim am Main’da, çoğu Rüsselsheim’daki Opel’de ya da Frankfurt’taki boya fabrikasında çalışan çok sayıda misafir işçi vardı. Kebap standı yoktu ama Katolik cemaati ve DGB yerel karteli tarafından organize edilen “Yabancı Vatandaşlar Günü” vardı. Annemle babamın sol görüşlü Türk işçi derneği de bu etkinliğe katılmış, derneğin kendi döner ızgarasını açmış, hatta belki de bu bayram günü için özel olarak satın almışlardı –şimdi kimse bundan emin değil.
Ailem ve artık pek de yeni olmayan Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya’dan gelen diğer Flörsheim sakinleri için hafta sonu kutlanan “Yabancı Vatandaşlar Günü” bir tanınma ve değişim günüydü. Ve uluslararası diyalog mideden, yani dönerden (de) geçiyordu. O zamanlar böyleydi ve kırk yıl sonra geriye dönüp çok kültürlü kitsch’i kınayarak, katılımcıların beceriksizliğiyle ya da iyi niyetleriyle alay etmek için hiçbir neden yok.
Bu aynı zamanda uygunsuzdur çünkü dönerin geçmişi çokkültürlülüğü, yani yeni sağ ideoloji “etnik-çoğulculuk”tan çok da uzak olmayan, bağımsız kültürlerin dostça bir arada yaşaması fikrini temsil etmemektedir. Hayır, döner bir piçtir; neredeyse tüm kültürler gibi döner de, Alan Posener’in yakın zamanda WELT’te ifade ettiği gibi, “karşılıklı olarak birbirlerine düşman olan ve birbirlerini dölleyen kültürel ürünlerin karışımından” ortaya çıkmıştır.
Gazeteci Eberhard Seidel 1996’da dönerin kültürel tarihi (“Döner– Almanlar Üzerinden Gelişi” ) hakkında yazdı; dönerin özel bir lezzetten bir mutfak özelliğinden fast-food yemeğine uzanan yolu hakkında, yüksek kaliteli döner, ucuz kıyma ve Haziran 1989’daki Berlin saf döner yasası hakkında, yeni yetmeler ve serbest amca ekonomisinin uçurumları hakkında –ve aynı yılın sonbaharında Batı’nın acılı sarımsak gibi bir tadı olan birçok Doğu Alman’ın deneyimi hakkında.
Tüm bunlar güzel. Ama bunlar tarih oldu. Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’e Türkiye ziyaretinde sadece Berlinli bir döner girişimcisinin eşlik etmesi değil, bagajında 60 kiloluk bir döner şişinin de bulunması, Pazartesi günü Tarabya’daki Türk-Alman Kültür Akademisi’nde verilen bir resepsiyonda yaptığı gibi, bizzat kendisinin de döner bıçağına sarılması başka bir şeydir.
Alman medyası ve polisi bir dizi Türk esnaf cinayeti karşısında “dönerci cinayetleri” kelimesini icat etmemiş ve Türkler ile döner arasındaki çağrışımsal bağ masumiyetini tamamen yitirmemiş olsaydı bile, 2024 yılında İstanbul’da bir “Yabancı Vatandaşlar Günü” kutlamak güncelliğini yitirmiş olacaktı.
Steinmeier’in yanında sadece kebap değil, Hannover Belediye Başkanı Belit Onay, DHL yöneticisi Mustafa Tonguç ve yazar Dinçer Güçyeter’in de olması dönerin sembolizmi yanında sönük kaldı. Ya da şöyle diyelim: döner Alman mutfağına, “fremdschämen” (“başkalarının yerine utanmak”) terimi de Türk sözlüğüne girdi. Entegrasyon tek yönlü bir yol değildir.
Orhan Pamuk’la görüşme
Ancak Steinmeier’in Türkiye ziyaretiyle ilgili her şey, Federal Cumhurbaşkanı’nın döner şişiyle verdiği fotoğraf karesi kadar berbat değildi. Pazartesi günü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve gayri resmi muhalefet lideri Ekrem İmamoğlu ile görüşerek başladığı ziyaretini Çarşamba günü öğleden sonra sosyal demokrat kemalist CHP’nin yeni lideri, partili meslektaşı Özgür Özel ile görüşerek tamamladı. Steinmeier bu görüşmeler arasında insan hakları aktivistleri, Nobel ödüllü Orhan Pamuk ve farklı bir Türkiye’yi savunan diğer isimlerle de bir araya geldi.
Bir jest. Ama önemli bir jest. Çünkü Erdoğan’ın dönemi sona eriyor. Ancak Erdoğan sonrası Türkiye’nin daha demokratik, daha liberal bir ülke olup olmayacağı ve Batı dünyasına geri dönüp dönemeyeceği kesin bir sonuç değil.
Bu karar ne Berlin’de ne de Washington’da değil, İstanbul ile Diyarbakır, Ankara ile Trabzon arasında verilecektir. Ancak Batı, özellikle de Avrupa ve Almanya, Türkiye’yi geri kazanmak için bugün üzerine düşeni yapmalıdır. Erdoğan rejiminin suç ortağı olmadan bir ortak olarak kalmak, formüle edilmesi ustalaşmaktan çok daha kolay bir görevdir. Ve bunun nasıl yapılmayacağına dair önemli bir örnek var: Angela Merkel.
Yıllarca Türkiye’yi görmezden geldikten sonra Merkel, mülteci anlaşmasının bir parçası olarak aniden Türkiye’ye o kadar sık seyahat etti ki, Şansölye Ankara’da geçici bir daire kiralasaydı Alman vergi mükellefleri için daha ucuza gelirdi. Bavulunda kebap şişi yoktu ama vizesiz seyahat vaadi vardı.
Daha fazla göçmen geleceği paniğiyle yürüttüğü Türkiye politikası, muhalefeti görmezden gelerek seçim kampanyasında Erdoğan tarafından araçsallaştırılmasına izin vermesi ve nihayetinde hiçbir zaman yerine getirilmeyen vizesiz seyahat vaadiyle Almanya tüm bunlarla çok fazla güvenilirlik kumarı oynadı. Steinmeier’in ziyareti – utanç verici döner gösterisinin ötesinde – bu zemini yeniden kazanmaya yönelik bir girişim.
Steinmeier, yedi buçuk yıl aradan sonra Dışişleri Bakanı olarak Kasım 2016’da Türkiye’ye yaptığı son ziyarette kaldığı yerden devam etti. O dönemde Steinmeier sadece Türk hükümetiyle değil, aynı zamanda parlamentodaki muhalefet partisi CHP ve Kürt yanlısı HDP temsilcileriyle de soğuk görüşmeler yaptı. Ankara ziyaretinden iki gün önce Joachim Gauck’un yerine Federal Cumhurbaşkanı olacağı açıklanmış, on gün önce de Kürt muhalif siyasetçi Selahattin Demirtaş ve diğer HDP milletvekilleri ile yerel siyasetçiler tutuklanmıştı.
Steinmeier 2016’nın aksine bu kez hiçbir Kürt siyasetçiyle görüşmedi – Demirtaş o zamandan beri tutuklu olmasına, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ilgili kararlarına, Erdoğan’ın radikal sağcı müttefiklerinin Nisan ayında seçilen Kürt belediye başkanlarının görevden alınmasını istemesine ve Erdoğan’ın PKK ile savaşı tırmandırmakla flört etmesine rağmen.
Saldırgan İsrail karşıtlığı
Kürtlerin demokratik yollarla seçilmiş temsilcilerini görmezden gelmek sadece Türkiye’nin iç politikası açısından değil, ciddi bir ihmaldir. Hamas’ın İsrail’e saldırısı ve Gazze Şeridi’ndeki savaştan bu yana Türk toplumunun büyük bir kesiminde Steinmeier’in de etkilendiği İsrail karşıtı agresif bir hava hakim. Son günlerde ziyaret ettiği hemen her yerde Filistin yanlısı protestolar vardı.
Ama Kürtler tarafından protesto edilmedi. “İslam Devleti” şeklindeki İslamcı terörü ilk elden tecrübe ettiler, İD’i büyük bir kan pahasına yendiler, ancak Batı tarafından bir kez daha ihanete uğradılar. Steinmeier’in diplomatik kaygılarla Kürtlerin temsilcileriyle görüşmemiş olması mümkündür. Bir görüşme onları görmezden gelmenin bir işareti olabilirdi. Tek ihmal bu değil.
Cumhurbaşkanı, Erdoğan’la düzenlediği ve Erdoğan’ın İsraillilerin Gazze’de işlediği “suçları” kınadığı ortak basın toplantısında, Gazze savaşının Hamas saldırısının bir sonucu olduğuna dikkat çekti. Ancak Steinmeier Hamas konusunda Türkiye’nin hassasiyetlerini pek dikkate almazken, başka konularda da geri durdu: Türkiye’deki insan hakları durumu, muhaliflere yönelik süregelen zulüm, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ya da Türk Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen serbest bırakılmayan siyasi tutuklular hakkında tek kelime etmedi. Kebap meselesinden çok daha ciddi bir fırsat kaçırılmıştır.