Zor günler yaşıyoruz. Çetin geçen bir süreç içinde, sinsi, baskıcı ve kanlı bir devletin nasıl da kendi çıkarları doğrultusunda hayatı hiçe saydığını görüyoruz. İnsanlar sürülüyor, göç ediyor, katlediliyor… Bunları yapan hep devlet, hani şu “tarihin marangoz hatası”. Ya devlet olmasaydı… ya devlet denilen aygıt kaldırılsaydı… Bir de üzerinden iki kuşağı da aşan uzunca bir zaman geçseydi, yani insanlar unutsaydı devleti de, kanlı zorbalığını da. Ne mi olurdu? Aziz Hatman, ilk romanı, “Son Teşebbüs”te olanları, olabilecekleri, olasılıkları anlatıyor. Hem de güçlü bir kurgu ve ince ayrıntılarla…
Cinayet de ne ola ki…
Son devlet yıkılmış, insanlık dışı hemen hiçbir şey yaşanmıyor… insanlar mutlu, mesut yaşıyorlar dilediklerince… Bir mektupla bir cinayet haberi geliyor. Yeterince meraklandırıcı değil mi? Kimse kimseye karışmıyor, kimse kimseyi sorgulamıyor, kimse kimsenin kuyusunu kazmaya çalışmıyor arkasından… Peki, bu cinayet de ne ola ki!
Yüz yıl sonra “düzeni yıkmak” amaçlı bir cinayet işlenecektir. “Son Teşebbüs”, o cinayeti anlatıyor; anlatırken de tarihin derinliklerinden, ilkel insandan yola çıkıp onlar ve düşünceleriyle bağlantılar kurup aydınlatmaya çalışıyor.
Sahi, devlet yoksa cinayet de yoktur. “Kapitalizm varsa rekabet vardır ve rekabet varsa bu rekabet olmasının önündeki hukuk muhakkak ki göstermeliktir ya da başka bir ifadeyle suçsuzluğunu kanıtlamak için ne miktarda yatırım fonu ayırabildiğinle ilişkilidir.” (s. 31) Yazar, romanın kurgusu ve akışı ile doğru orantılı olarak “rekabet”i kapitalizmin ayrılmaz parçası olarak görerek okuru bir kez de kendi içinde sorgulamaya çağırıyor. Sahi, rekabet olmazsa… yok, farklı soralım: rekabet kapitalizmin ürünü müdür?
Aziz Hatman, cinayetlerin ne zaman ve hangi şartlarda suç olduğunu veya suç olmaktan çıktığını aktarıyor. Kuşkusuz günümüz Türkiye’sinde yaşayan herkes, devlet adına işlenen cinayetlerin -savaşlar da dâhil buna- yine devlet eliyle aklandığını biliyor. Biz, yani okurlar roman kurgusu içerisinde, büyük heyecanla ne olacağını merak ediyoruz, tabii sayfalar da birbiri ardına devriliyor. Hemen bir ipucu vereyim: Her bölümde bir yemek tarifi de var, ince ince anlatılmış.
Siyasi, cinai gastro…
“İyi polisiye, iyi edebiyattır” denir, gerçekten de doğrudur, sürükler, merak ettirir, çeşitli ipuçlarını okur da değerlendirmeye kalkışır -laf aramızda hemen her zaman, tabii, iyi polisiyelerde, okur ters köşeye yatar penaltı atışı karşısındaki kaleci gibi- yeni kurgular üretir, yeni komplo teorileri geliştirir, onları uyarlar romana… Hatman, buna bir de gastroyu katmış, tadından yenmiyor. Tarihle, insanlıkla, sosyal yaşamla, yaşanmışlıkların kalıntılarıyla yemekler buluşunca romanın geçtiği Kuzguncuk, Salacak (ne Kuzguncuk Kuzguncuk’tur o dönemde ne de Salacak Salacak’tır, ama o bilgi verilmiştir yazarca okura) sırtlarından Boğaz’a, Boğaz’ın derin lacivert sularına bakmayı arzuluyor insan. Laf aramızda, tam da zamanı, çünkü dörtnala koşturan pamuk bulutlar, sinsi yağan yağmur; devleti, cinayeti, insanları sorgulamanızı sağlayacaktır.
Çok çalışmış yazar…
Aziz Hatman, “İlk Teşebbüs”ü kurgularken gerek dünya görüşü, siyasi bakışı gerekse roman anlayışı açısından ince eleyip sık dokumuş. Siyaseten bir ‘yanlış’ı yok. Bekleyip göreceğiz, öyle mi olacak yaşam. Yazarken de alabildiğine titiz davranmış, özenliliği görülüyor. Yine de gelecek, tıpkı yukarıda geçtiği gibi ters köşeye yatırabiliyor insanı; beklediğiniz ve/veya umduğunuz gibi gelişmeyebiliyor… Bir polisiye yazacaksınız, siyasi olacak; gelecekte geçecek… Değişimin her anını, her alanını göz önünde tutmak, kaçırmamak mümkün olmayabilir… Ben, gelecekte yemeklerin değişeceğini, dahası yemek yeme alışkanlıklarının da değişeceğini, bu günden bakınca çoktan da çok şaşırtacağını düşünüyorum. Siyaset zaten değişiyor… Tam da yeri gelmişken: #OnuYineBaşkanYaptırmayacağız!
Son Teşebbüs, Aziz Hatman, roman, Esen Kitap, Temmuz 2015, 235 s.