Genellikle ego merkezli yaşam koşullarında hızla bulaşan virüsün en sık görülen belirtileri rekabetçi, tekçi ve yüksek düzeyde benci davranışlardır. Kuşaktan kuşağa sirayet edebilen bu virüs, bulaştığı kişilerde, düşüncelerini ve yaşadıklarını insanlık tarihine ders olabilecek bir tecrübe gibi algılamasına neden oluyor. Egolar şişiyor, bilmek yetmiyor ve kişi akıl dışı işler yapmaya devam ediyor…
Kendimi bildim bileli sol, “birleşik” olma telaşında. Çocuktum ihtiyar oldum; soldaki birlik beklentisi, arzu ve temennisi hiç bitmedi. Çok önemli prensiplerimizin altında darbe yiye yiye sayısız baharlar tüketen kuşaklarız. Uzanamadığımız üzümlerden pekmez yapmaya çalışırken boy hizamızdaki bütün üzümler heder oldu gitti.
Hayatımız boyunca hep, “yaklaşmakta olan hayati bir tehlike”ye karşı ortak mücadelenin gereklerini tartışıp durduk. Yazık oldu o kadar cümleye!
Sıkça kullanılan bir aforizma var; “Faşizme karşı birleşemeyenler faşizmin zindanlarında birleşirler.” Zindanlarda da ‘birleştik’ ama yine olmadı; ortak bir itiraz ve davranış kültürü oluşturamadık. Bir arada duramama refleksimiz çok sağlam ve köklü bir geçmişe sahip. Bu “meziyetimizi” kuşaktan kuşağa aktarılan en hatırlı mirasımız gibi taşımaya devam ettik.
Kendimizden memnuniyet ve farklılığımıza duyduğumuz hayranlık had safhada. Gerçekliği doğru bildiklerimize uydurmaya çalışıyoruz ama hayat hep kendi bildiğini yapıyor; ya eleyerek geçiyor üstümüzden ya da ezerek! Topyekün bir saldırıya karşı hiç kimsenin kendini tek başına korumasının ve saldırıları püskürtmesinin mümkün olmadığı zamanlarda bile bırakınız birlikte davranmayı, temaslı ve iletişimde kalmayı dahi beceremedik.
Bir araya gelemeyen sol siyasi hareketler birbirine “davetiye” göndermekle yetiniyor. Temenni ediyorlar ki diğerleri davetlerine icabet edip gelsinler. Bildiğiniz ağır vaka!
12 Eylül sonrasında, meziyetlerimizi unutup eziyetlerimize gömüldüğümüz yıllar, tabloyu daha da ağırlaştırdı; içine çekildiğimiz kabuklarımız iyice sertleşip kalınlaştı. Hızla daha çok bölünmeye başladık. Her bölüntü hakikatin kendisinde olduğunu iddia etmeye başladı!
“Konjonktürel-zorunlu” gerekçelerle, sosyalist demokrasinin ortadan kaldırıldığı, sosyalizm içi farklı görüşlerin yasaklandığı, tek sesli ve tek partili bir diktatörlükle sonuçlanan Sovyetler Birliği deneyiminin, devraldığımız bu tekçi mirastaki payı da oldukça büyük olsa gerek. Bu mirası reddetmek lazım!
“Bugüne kadar yapamadıklarımız bundan sonra da yapamayacaklarımızın garantisidir” diyesim geliyor ama… Son dönemin öne çıkan mücadele dinamikleri; kadınlar, işçiler, çiftçiler, işsizler, güvencesizler, barınamayanlar, öğrenciler, akademisyenler, motor kuryeler, patriarkaya, homofobiye, ekolojik yıkıma ve kimliklerin inkârına eylemli olarak karşı çıkan tüm aktif direniş ve direnç odakları toplumsal dönüşümün müjdecisi gibiler. Ortak itiraz kültürü ve birleşik mücadele de buralardan yeşerecek, yeşerecekse.
Bu dinamiklerle hemhal olmayan siyasi hareketlerin toplumsal değişim ve dönüşüm süreçlerinde söz sahibi olmaları mümkün değil. Mevzu muazzam! Hareket halindeki bu toplumsal dinamiklerin tümünü tek bir partinin temsil edebilmesi de çok zor görünüyor.
Bu manzarada muazzam bir koalisyona ihtiyaç var. Toplumsal dönüşümün dinamikleri olarak öne çıkan güçleri, eşit ortaklar olarak kabul edecek ve demokrasi temelinde bir araya getirmeyi sağlayacak bir koalisyon; can derdine düşen, çaresiz ve yorgun bırakılan halkın, “birlikte kurtulabiliriz” duygusunu edinebileceği muazzam bir uzlaşma… Dünyadaki tarihsel deneyimler tekmili birden patlayan fırtınalardan sıyrılıp limana varabilmenin rotasını böyle gösteriyor!
Son yıllarda, mücadele ve yol arkadaşlığı yapmaya çalışan sol guruplar arasında umutları çoğaltan yakınlaşmalar yaşanmaya başlandı. Bu yakınlaşmada HDP’nin önemli bir payı var. Tarihimizin en ağır siyasi ve fiili izolasyonuna maruz bırakılmalarına karşın kitlesel mücadele azimleri, çoğulcu bir demokrasinin kurulmasına yönelik programları ve pratikleri, sosyalist muhalefet üzerinde büyük bir sempati yarattı. Ortak mücadele içinde oluşan güven, yol arkadaşlığına dönüştü. Bir araya gelemeyen sol hareketler, farklılıklarını koruyarak, HDP’nin içinde mücadele paydaşı oldular. Devamında, solun daha geniş bir kesimiyle de ortaklaşma başarısını sağlayarak, “Emek Ve Özgürlük İttifakı”nı ilan ettiler.
Eleştirilerle ve önerilerle zenginleştirerek, el verilmesi, ses verilmesi gereken bir davettir bu.
Umarız ki tarih devamına da erdirir ve solun hareket halindeki tüm bileşenleri ve hedef ortağı olabilecek tüm toplumsal dinamikler birbiriyle ilişkilenip genişlemeyi başarırlar.
“Kimse birbirini sevmek zorunda değil, zira bu bir aşk değil!”