KORKUT AKIN yazdı: “Cem Kükey’in, 12 Eylül öncesinden 2000’li yıllara uzanan romanının gerçeklere dayalı örgüsü, bir yanıyla geçmişi değerlendirirken bir yanıyla da yeniden hesaplaşmaya çağırıyor bizleri.”
KORKUT AKIN
Yaşananların bileşkesi olduğu söylenir hayatın. Mutluluğu ve hüznü, kıvancı ve sevinci, umutları ve sorunları yaşarız, bazen beklentilerimiz öne geçer bazen keşkelerimiz. Bazen umutsuzluğa kapılırız bazen coşkuyla koşarız ileriye. Aşk da bizim için, ayrılık da… Hepsini bir araya getirdiğinizde adına yaşam dediğimiz şey oluyor.
Neyse o?
İşte, o “şey” için soluk alıp veriyoruz ya da soluk alıp verdiğimiz için o “şey”i sürdürüyoruz. Okuduklarımız, yazdıklarımız, yaptıklarımız da hep o “şey”in daha iyi olması için. Kemal ile Çınar, tam da o “şey” için evlerinden ayrı, büyük şehirde okuyorlar üniversiteyi. Çınar’ın kardeşi Yasemin ile Hatice -ki Hatice önemli bir karakter, muhakkak tanımalısınız- onun için yanlarında iki arkadaşın.
1976 yılında, Hakan Yurdakuler’in öldürülmesinin ardından yapılan protesto ile başlayan, 1 Mayıs’ı da içine alan dönemi anlatan, ama öncesinde Cem Kükey’in titiz gözlemiyle ve gerçek olaylarla sürüyor. Kükey, Ankara’da 12 Eylül öncesinde özellikle öğrenci gençliğin yaşamını anlatıyor. Kükey’in, “kanının, kılcal damarlarında bile debisi yükselmişti” betimlemesi gücünü kanıtlıyor.
Haklıdan yana olmak…
12 Eylül öncesinde herkes, ama herkes tedirgindir, her gün bir yerlerden çatışma ve ölüm haberleri gelmektedir. Doğrudan sizin değilse de en azından komşularınızdan birileri o haberin öznesidir muhakkak. Yaşlı genç, kadın erkek herkes tedirgindir yaşananlardan, hele biraz ilericiyse, biraz duyarlıysa yaşama. Faşistler -bakmayın şimdi, ‘onlar da vatanseverdi’ deyip savunanlara- eli kanlı katiller olarak dolaşıyorlardı sokaklarda, polisin de desteğiyle. Solcular arasındaki fraksiyon farkları o denli derindir ki, birbirlerini “düşman” olarak görmektedirler. Siyaseten bunca ayrılığa rağmen arkadaşlıklarını sürdürenler de vardır içlerinde, tüm çatışmalara inat.
Korkmamak elde mi?
Devrimciler korkmuyordu sadece. Dişleri tırnaklarıyla, bütün güçleriyle direniyorlardı. Okullarına gidebilmek, evlerinde rahat oturabilmek, işlerinde huzurlu olmak için. Omuz omuza direndiler faşist işgale karşı sokakta da, fabrikada da, okulda da… O nedenle de yaşamı hiçe sayıp öldü birçoğu. Kalanlar umudu üzmediyse de içlerinde taşıdı o insanları, hâlâ da taşıyorlar.
Anadolu, kültürler mozaiği…
Siyasetçilerden duyuyorsunuz her zaman: Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Alevi, Sünni, Hristiyan, Ezidi, Çerkez, Gürcü… hepsinin kendince geleneği, kültürü var. Her biri birbirinin içine geçmiş, kaynaşmış. Ama milliyetçilik denilen o azgınlık tüketmiş onları. Ne Ermeni kalmış ne Rum, ne de onların kültürleri… En bilinçsizimiz bile, “aaa, bizde yoktu öyle kaçgöç, bilmezdik Rum mudurlar, Ermeni midirler” derken tümüyle yok saymış olmuyor mu? Gizli ırkçılık sayılmaz mı, bu bakış…
Cem Kükey’in, 12 Eylül öncesinden 2000’li yıllara uzanan romanının gerçeklere dayalı örgüsü, bir yanıyla geçmişi değerlendirirken bir yanıyla da yeniden hesaplaşmaya çağırıyor bizleri.
“Şimdi Mezarına Gelebilirim”, Cem Kükey, anı-roman, Su Yayınları, Mart 2017, 157 s.