Devrimci İşçi Sendikası Konfederasyonu’na bağlı (DİSK) Genel-İş Sendikası, Genel Kongre öncesi şube yönetimi ve şube başkanını belirlemek için seçimlere gidiyor. İstanbul Anadolu Yakası 1 No’lu Şube seçimleri ise 22 Ocak Pazar günü gerçekleşecek. Bu seçim Kadıköy, Kartal ve İETT işçilerini kapsayacak.
2021 yılında 16 Şubat’ta Kadıköy Belediyesi’ne bağlı 2300 işçinin başlattığı grev Genel-İş Anadolu 1 No’lu Şubesi’nin işçilere rağmen yaptığı anlaşma nedeniyle sona erdirilmişti. Yine greve gitme kararı alan Ataşehir, Kartal ve Beşiktaş belediye işçilerinin grevleri ise Genel-İş şubeleri ve Genel Merkezi tarafından engellendi. Her ne kadar Genel-İş yapılan anlaşmaları bir başarı olarak sunsa da birçok işçi alınan karara karşı itirazlarını dile getirdi.
Bu süreçte bağımsız bir hat izleyen ve işçi demokrasisi için mücadele eden, sendikal bürokrasiye karşı itiraz yürüten işçiler adına 1 No’lu Şube başkanlığına aday olan Nazan Gevher Çam Ay ile adaylık sürecini, sendikal mücadeleyi ve belediye işçilerinin durumunu konuştuk.
2021 yılında başlayan grev dalgasında sıkça dile getirilen ‘belediye işçileri çok yüksek maaş alıyor’ sözlerini hatırlarsınız. Sosyal medyada yayınlanan yüksek ücret tablolarının bir gerçekliği var mı? Ve buradan doğru da belediye işçilerinin şu anki ekonomik durumundan bahsedebilir misiniz?
Yüksek ücret diye sunulan tabloların hiçbir karşılığı yok. Ücretler genel olarak asgari ücret sınırında ya da bir tık üstünde. 26.000 olan yoksulluk sınırının yarısı bile değil. Neredeyse açlık sınırındaki maaşlara çalışıyoruz. İstanbul’da kira fiyatları yüzde 200 artarken, bizim maaşlarımıza yüzde 20-30 oranında zam yapıldı. Varın gerisini siz düşünün.
Belediye işçilerinin ücretleri kimi belediyelerde asgari ücretin bile altında, inanmayacaksınız, asgari ücret altında çalıştırmak yasak diyeceksiniz ama öyle. Ücretler o kadar düşük ki, işçiler mesai yapmasa en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamıyor. Bankaya borçlu, maaşı hacizli, ikinci iş yapan pek çok işçi var.
Genel-İş Sendikası’nın yönetiminin aldığı kararlara itiraz eden kimi işçilerin sorunlar yaşadığını biliyoruz. Siz “Şube yönetimi olarak görev süremiz en fazla 2 dönem olacak” demişsiniz. Bu vaadinizin diğer yönetimlere bir eleştiri olduğunu anlayabiliyoruz. Sizce Genel-İş’ten başlayarak işçilerin sendika yönetiminde söz sahibi olması için nasıl bir yöntem gerekir?
Sendikal organlarda bulunmanın bir ömre sığdırıldığı zamanlardan geçiyoruz. Koltuğa oturan herkes orada kalmak için demokratik olmayan tüm araçları, içerikleri ve yöntemleri kullanabiliyor. Biz sendikaları, kariyer planlamasının yapılacağı yerler olarak görmüyoruz. Kendimizi bu geleneğin dışında tutmak istiyoruz. Sendikal kadroların üretimden işçiden kopmasına karşıyız ve elbette bunu uygulayacağız. Üretimden, işçilikten kopmuş bir bedenin, aklın işçileri anlaması, onların haklarını savunması beklenemez. Eğer hedef bir koltuk, bir konumsa; bunu korumak için sınıf eksenli çalışma yapan işçilere çatarsınız, işi temsilcilikten almaya kadar vardırırsınız. Eleştirdiğiniz tek adam rejimine dönüşürsünüz.
Bizler yönetime aday olurken çeşitli ilkeler etrafında birleştik ve bu ilkelerimiz arasında işçi meclisleri, işyeri komiteleri kurmak var. Doğrudan ve yatay örgütlenmeyi hedefliyoruz. Dolayısıyla taban örgütlülüğüne iki gözümüz kadar kıymet veriyoruz. Zaten toplantılarımızı sadece delegeler ile değil, işçilerle yapmamızın nedeni bu. İşçinin özne olduğu, sesinin, iradesinin, eyleminin süreçlere damga vurduğu, yaratıcı enerjisini, deneyimini, kavrayışını, neşesini ortaya seren bir doğallıktan yanayız. Bu tarz bir düşünüş ve davranış hâkim kılındığında işçiler arasında var olagelen sınıf içi farklılıkların rekabete yenik düştüğü alanı saflarımızdan kovabileceğimizi, yeni bir dayanışmacı kültürü yaratabileceğimizi düşünüyoruz. Bu kültürün işçi sınıfına kazandırdığını, hem teorik olarak hem de gündelik mücadelemizden biliyoruz.
İşçilerin birliğini sağlamak, çaresizliği aşmak, sınıfsal örgütlenmenin ilk tohumlarını atan sendikaların işverenlere ve sendika bürokratlarına teslim edilmesi intihardır. İntihar etmek istemiyoruz, kendi öz örgütlerimiz ile yaşama müdahale etmek istiyoruz.
Biraz önce bahsettiğimiz yol haritası sadece sendikal bürokrasiye ve işverene karşı hamleler dizisini içermez, işçi sınıfının tarihsel mücadelesinde daha iyi bir dünyanın nasıl yaratılabileceğinin kılavuzunu da verir bize. İşçi demokrasisi. Aslında inşa etmeye çalıştığımız kocaman şey budur. Bunu üretim alanında gerçek kılmak istiyoruz. Sermaye ve diğer tahakküm biçimlerinin kırılacağı fayın burada saklı olduğunu görüyoruz. Bu bizi daha da heyecanlı kılıyor.
Son yıllarda sendikaların işçilere rağmen gidip patronla anlaştığına sıkça şahit oluyoruz. Sarı sendikalar için bu normal görülse de işçi sınıfı mücadelesi içinde kendilerini ispatlayan sendikaların da benzer pratikler sergilediği görülüyor. Sizce bunun nedeni nedir? Türkiye’de nasıl bir sendikal mücadele gereklidir?
Sendikaların işçiden nasıl koptuğunu kendi pratiğimizden görüyoruz. İşçilerin iradesi dışında yapılan işleri her gün yaşıyoruz. Kadıköy, Maltepe, Çiğli Belediyesi grevleri işçilerin iradesi dışında bitirildi.
Kasım 2021’de ayyuka çıkan ekonomik kriz sonrası işçilerin tamamı ek zam istedi. Sendikayı bu konuda harekete geçirmek istedi. Sendika Genel Merkezi tek bir işçiye bile sormadan “Toplu İş Sözleşmesi 1 yıldan az kalmış işyerleri için Ek Protokol yapmayacağız” dedi. İşçilere sormadan, patronla konsensüs halinde, yukarıdan emirlerle bu kararları alıp işçilerin ekonomisine rahatça zarar verebiliyorlar. Bunlar bizim pratiğimizde açığa çıkan şeyler. Örnekleri sıralamaya kalksak roman olur.
Sendikaların bu tür pratikleri rahatça sergileyebilmesinin en temel nedeni sınıf bilinci ve örgütlülüğünün zayıf olması. Kolay değil 30 yıllık neoliberal fikirler, politikalar ve uygulamalar üzerimizden buldozer gibi geçti. Şimdi hem Türkiye’de hem de dünyada, işçi sınıfı cephesinde bu fikirlere itiraz var. Sınıfın çeşitli sektörlerinde giderek yoğunlaşan mücadeleler var. Biz de kendi alanımızdan katkı yapmak için uğraş veriyoruz.
İşçi sınıfının örgütlülük seviyesi düşükse sendika bürokratları işveren ile daha rahat işbirliği yapar ve işçilerin hakkı sermayeye gider. Son yıllarda emekçilere milli servetten ayrılan payın azaldığını görüyoruz. İşçiler bunu her gün hissediyor. Enflasyon aldı başını gidiyor, temsil ettiği işçiler adına sendikalar bir tane eylem koyamıyorlar, twit atmakla, rapor yayınlamakla, muhalif kanallara çıkmakla olmaz bu işler. Sendikasın sen, sınıf mücadelesi diye bir şey var, insanların emeğinin sorumluluğunu almışsın, mücadele etmek zorundasın. Sermayenin ortağı gibi davranamazsın.
Hal böyle olunca, biz de tabanda bulunan işçiler bir araya gelelim, bu gidişata “dur diyelim” dedik. Zaten sendikal mücadelede aktif işçileriz, görev, sorumluluktan, mücadeleden kaçmadık. Temsilci olduğumuz yerlerde işçilerin hakları için elimizden ne geldiyse yaptık. Deneyimlerimiz birikti, pratiğimiz zenginleşti, bunları şimdi sınıfımız için kullanmak istiyoruz.
Elbette seçime gidiyoruz. Çalışmamızı seçimle sınırlı tutmak niyetinde değiliz ve olmadık. Biz bir işçi hareketi yaratmak istiyoruz, bu hareketin anlamlı bir bileşeni olmak istiyoruz. Bunun için şunları öneriyoruz:
İşçi demokrasisi ve sendika içinde demokrasiyi tesis etmek, toplu iş sözleşmelerine işçilerin damga vurması, sendikal organlarda eşit temsil, çalışırken aldığımız maaştan fazlasını almamak, işçilerin enflasyon altında ezilmemesi, insanca ücret ve sosyal haklar, sendika aidatlarının aşağı çekilmesi, harcamaların şeffaf olması, siyasi partilerin yörüngesine girmemek, işçi komiteleri ve TİS komiteleri kurmak, seçilenlerin ancak seçenler tarafından geri çağrılması, kurullarda 2 dönem sınırı, grev fonunun dolup taşması ve miadını doldurmuş sendika tüzüklerini değiştirmek istiyoruz.
Yeni bir yol açmak istiyoruz. İşçilerin sendikasına güvenmesini istiyoruz. Kopmak üzere olan bu güven bağını yeniden kurmak istiyoruz.