SEÇTİKLERİMİZ- Işıl Özgentürk’ün Cumhuriyet’teki yazısı: “Şimdi tam haykırmanın zamanı: Ey hükümet, ey muhalefet… İşsizlik, özellikle de genç işsizliği sizin ne zaman derdiniz olacak!”
IŞIL ÖZGENTÜRK
Bütün pembe tabloları bir yana bırakın, bu ülkenin genç nüfusu tıpkı savaş gibi çok büyük bir tehditle karşı karşıya. Bu tehdidin adı işsizlik. Bizim mahalle kafesini erken açacak, ortalığı toparlayıp saat dokuzda da işi bir başkasına bırakacak bir eleman aranıyor. Çok az bir para alacak. İş arayanlar birer ikişer düşüyor. Kapıdan gencecik bir kız giriyor. İşte talip. Kafenin sahibi ona koşulları anlatıyor, her şey tamam. Bu arada kıza eğitimi soruluyor. Ben lise beklerken kız konservatuvarda okuduğunu, çok güzel piyano çaldığını söylüyor. Hepimiz şaşkınız, “Peki neden bu iş?” Yüzünde hafif bir burukluk, şöyle diyor: “Piyano çalan çok kişi var, özel ders alanlar da iyice azaldı, bu işe ihtiyacım var.”
O iki yıl önce askerliğini bitirip baba ocağına dönmüş, işi hazır, bir ecza deposunda çalışıyor, motosikletiyle eczanelere ilaç getiriyor, ihtiyaçları belirliyor. İşinde uzmanlaşmış, bilmediği ilaç adı yok. Hayatından hoşnut, iki günde gerekli işlerini yapıp kendisine vakit bile ayırabiliyor. Günler geçiyor, o gün nedense canı sıkkın, farkında olmadan hız yapıyor ve ehliyeti kaptırıyor. Bu onun için her şeyin sonu gibi. Ehliyeti olmayan biri bu işi yapamaz. Kendini bir anda işsiz ve çaresiz sokakta buluyor. Ne yapabilir, bildiği, uzmanlaştığı tek alan burası. Bir süre yapabileceği yeni işleri düşünüyor, becerikli de… “Ben her işi yaparım” diyor ve her yere özgeçmişini gönderiyor, ama hiçbir yanıt yok. İnşaatta çalışmaya bile razı ama orası da mafyanın elinde, öyle önüne gelen inşaata dalamıyor. Zamanlar geçiyor, ailesine karşı utanç içinde, sigara parasını bile babadan alıyor, giderek arkadaş çevresi seyreliyor, çünkü bira bile içmeye parası yok. Öyle, şimdi tek yaptığı iş mahallenin kahvesine takılmak, ayak işleri yapmak o kadar. Buna daha ne kadar dayanır kendi de bilmiyor. Kuaföre gencecik bir kız giriyor, çekingen, elinde kocaman bir çanta, “Merhaba” diyor, “Merhaba”. “Sizlerin bir dakikasını alabilir miyim?” Merakla ona bakıyoruz, çantayı bir masanın üstüne koyup içinden diş fırçaları ve bir firmanın diş beyazlatma macununu çıkarıyor ve ezberlediği bilgileri heyecanla bir çırpıda bizlere aktarıp duruyor. Kuafördekilerin kimi ilgileniyor, kimi başını başka bir yana çeviriyor. Ben her zamanki gibi yufka yüreğime yenilip bir iki şey alıyorum, bu arada genç kız aslında öğretmen olduğunu söylüyor, ama iki yıldır kura bekliyormuş, babası işsizmiş, ağabeyiyle o her işi yaparak ev kirası ödemeye çalışıyorlarmış. Artık hiçbir hayali kalmadığını söylüyor. Aklında sadece o gün yirmi lira kazanmak varmış.
Taksiye binmişim, havaalanına gidiyorum, şoför gencecik biri, yüzü çok gergin ve araba adeta uçuyor. “Biraz daha yavaş sürer misiniz” diyorum, “vaktimiz var.” Tak, anında arabayı durduruyor, “Tamam, in gitmiyoruz!” Şaşkın şaşkın bakıyorum, “Ne oluyor, ne yapmaya çalışıyorsunuz?” “Benden bu kadar” diyor, “başının çaresine bak.” Otobandayız, çaresizim, “Peki” diyorum, “istediğin gibi git.” Yola koyuluyoruz, o birden ağlamaya başlıyor, “Kusura bakmayın” diyor, “ben böyle değildim ama hayat beni böyle lüzumsuz biri yaptı.” Ve ardından arabayı normal hızına getirip hayat hikâyesini anlatmaya başlıyor. Aslında o kimya mühendisiymiş. Üç yıl önce çalıştığı fabrika Romanya’ya taşınmış, o gidememiş çünkü ailesi kötü durumdaymış, anne-babasına birilerinin göz kulak olması gerekiyormuş. Bu olayla birlikte onun da hayatı bitmiş. O günden bugüne çalmadık kapı bırakmamış, onun iş bulabilmesi için annesinin gitmediği yatır kalmamış, ama nafile, sonunda altı ay evvel, bu işe başlamış, biraz daha para kazanmak için hem gece hem gündüz çalışıyormuş.
Şimdi tam haykırmanın zamanı: Ey hükümet, ey muhalefet… İşsizlik, özellikle de genç işsizliği sizin ne zaman derdiniz olacak!