Görünen köy kılavuz istemez. Tek adam rejimi yıkılıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Tayip Erdoğan, Milletvekili seçimlerinde Cumhur İttifakı kaybediyor. Kaybettiklerini anladıkça panikleri artıyor. Saldırganlaşıyorlar, daha da çirkinleşiyorlar. Ama korkunun ecele faydası yok!
Kaybettiklerini anladıklarının en somut göstergelerinden biri de gemideki farelerin yıkıntının altında kalmamak için sağa sola kaçışmaları olsa gerek. Medya’dan sanat camiasına, bürokrasiden siyasete ilk önce bu fareler terk etmeye başladılar bile batan gemiyi.
Bu daha başlangıç, hep birlikte daha neler neler göreceğiz önümüzdeki günlerde. “Ben onlardan değildim”ciler, “uyarmıştım zaten”ciler, “beni mimlemişlerdi, aralarına almıyorlardı”cılar, “kandırıldım”cılar, “ben yapmadım o yaptı”cılar… Hep birlikte izleyip göreceğiz.
Bir de bu zulüm düzenine hiç itiraz etmeyip sessizce nemalananlar var tabi. Onlar yine sessizce post-Erdoğan dönemine de adapte olmaya çalışacaklar. Yersek tabi…
Seçime hazır mıyız?
Bu işleri seçimden sonra daha ayrıntılı konuşacağız elbette. Ama şimdi hala seçime, seçim gecesine, seçimi garantiye almaya konsantre olmak zorundayız. Önümüzdeki esas işi ıskalayıp geleceğe kaçmak bize yenilgiden başka bir şey getirmez.
O halde son dönemeçteki işlerimizi bir kez daha sıralamakta, kafa olarak ve organizasyonda kendimizi bu belirleyici sürece tam hazırlamakta fayda var.
Öncelikle bu son günlerde yapacağımız en büyük hata “seçimi aldık nasıl olsa” rehavetine kapılmak olacaktır. Sandıklar kapanana kadar seçim devam ediyor olacak ve o son ana kadar elimizden gelenden fazlasını yapmak zorundayız.
Bu seçimin ülke için bir kritik eşik olduğun farkında olan, tek adam rejiminden kurtulmak isteyen herkes bu son günlerde bütün imkan, enerji, ilişki, arkadaş, akraba, komşu, hatır, gönül etkisini kullanarak sandığa taşıyabileceği maksimum oyu taşımaya yoğunlaşmalı. Bu üç günü hepimiz gönüllü olarak bu kez faşizm için değil demokrasi için “Olağanüstü Hal- OHAL” olarak ilan edelim. Esas olarak bunu yapmadığımız, bu özel dönemin özel görevlerini yerine getirmediğimiz taktirde kazanma ihtimalimiz yok. Bunun için gecikmiş değiliz, yeter ki alalım telefonu elimize, gerekirse 3 gün 3 gece uyumadan, durmadan, dinlenmeden yoğunlaşalım zaferi kazanmaya.
Zaferi nasıl koruyacağız?
Eğer hepimiz üzerimize düşeni yaparsak hem öznel hem nesnel olarak seçimden zaferle çıkabilecek durumdayız. Erdoğan iktidarı kaybetmeye bundan daha fazla yakın hale gelmedi bu güne kadar. Gerçi Nisan 2017’de gerçekleşen Anayasa değişikliği referandumundan bu yana kaybediyorlar aslında ama hile ile, şer ile, baskı ile, sindirme ile, gasp ile iktidar koltuğunu bırakmıyorlar.
Pek çok insan bu seçimde de aynı durumun yaşanacağından endişeliydi, hala endişeli. Ancak seçime iki gün kalmışken siyasal atmosfere baktığımızda Cumhur İttifakının yaratmak istediği psikolojik atmosferi yaratamadığını hepimiz görüyoruz. Ne yapsalar ellerinde kalıyor, ne söyleseler boşa düşüyor, tehditleri karşılık bulmuyor, şantajları sökmüyor, kaset blöfleri tutmuyor, iftiraları kandırmıyor. Nereden baksanız kaybediyorlar yani.
Geriye önce Soylu’nun, sonra Hüda-Par’ın, ardından da Erdoğan’ın ağzından dökülen “bırakmayız”, “darbe sayarız”, “halkımız cevabını verir” tehditleri kaldı orta yerde. İşte bunu ciddiye almalıyız. Bu tehditlere papuç bırakacak değiliz ama tüm bu sürecin en kirli ağızlarından dökülen bu itirafı, hem yasal olarak bir suç duyurusu olarak “deftere yazmalı”, hem de bu tehdide karşı tedbirimizi almalıyız. Peki ama nasıl?
Tunus – Gannuşi örneği
Dünya halklarının son yıllarda deneyimlediği iki örnekle kendi yolumuzu da aydınlatmaya çalışalım. Birinci örnek Tunus’tan olsun, Erdoğan’ın ideolojik kardeşi Raşid Gannuşi’nin devrilişine ve Hizbu Ḥarakatu n-Nahḍah / Yeniden Doğuş Hareketi’nin bitişine bakalım. İslami Nahdah Hareketi’nin programı, pratiği ve perspektifi neredeyse AKP’ninkiyle tıpatıp aynı. Aynı “kardeşlik nehri”nin farklı coğrafyalardaki kollarılar zaten. Gannuşi’nin sadece hükümeti değil iktidarı garantiye aldığını düşündüğü süreçte başlattığı rejim değişikliğine başta Tunus kadın ve işçi hareketi olmak üzere tüm antifaşist, demokratik, sosyalist güçlerden çok güçlü tepkiler ortaya çıktı. Gannuşi “iktidarı bırakmam” havası yaratmak için paramiliter, ellerinde otomatik silahları olan milis çetelerini pikap araçların kasasında sokak aralarında gezdiriyor, halka göz dağı vermeye çalışıyordu. Ancak kitleler islami faşizme teslim olmadı ve gelinen noktada mücadele devam etmekle birlikte Gannuşi hapisi, partisi Ennahda tarihin çöplüğünü boyladı.
Brezilya Bolsonaro / ABD Trump örnekleri
İkinci örnek Brezilya’dan. Bir önceki dönem ABD ve Brezilya’nın agresif sermaye gruplarının desteğiyle iktidarı alan ordu kökenli faşist Jair Bolsonaro, Brezilya İşçi Partisi eski lideri Lula da Silva ve destekçileri tarafından ABD’ye kadar kovalandı. Bolsonaro da tıpkı Soylu gibi, Erdoğan gibi iktidarı bırakmam, orduyu göreve çağırıyorum, Brezilya milliyetçileri sokağı boş bırakmasın vs. gibi çağrılar yapmıştı ve ardından ciddi sokak çatışmaları yaşanmış, faşist güruhlar meclisi dahi basmışlardı. Ancak bu olaylar başta antifaşist kitleler, ardından devlet güçleri tarafından bastırıldı ve sorumlular tutuklanarak cezaevine gönderildi. Bolsonaro ise Florida’dan fast food fotoğrafları vermişti tüm dünyaya. Bu örneği vermişken Trump’ı da hatırlamakta fayda var tabi. Trump ve taraftarları da iktidarı bırakmak istememişlerdi, onlar da meclisi bastılar falan ancak eski ABD devlet başkanı Trump dahil o harekete girişenlerin tamamı bugün mahkeme karşısında yargılanıyorlar.
Ermenistan Sarkisyan Örneği
Ermenistan’da sokağın sesine kulaklarını tıkayıp iktidarı bırakmak istemeyen Sarkisyan, 2018 yılındaki seçimlerde sandık hilesi ile iktidarını tekrar ilan etmek isteyince halk parlamentoyu işgal etti ve koltuğu Sarkisyan’ın altından çekiverdi. Halkın öfkesinin Sarkisyan iktidarı terk etmeden dinmeyeceğini fark eden Cumhuriyetçiler dahi Paşinyan’a destek vererek Sarkisyan iktidarına son vermek zorunda kaldılar.
Zafer sokakta taçlanacak!
Her üç örnekte de en önemli nokta iktidarı elinde bulunduranların tehditlerine halkın pirim vermemesi, iradesine sahip çıkması olmalı bizler için. Şüphesiz bu ülkelerin hiç birinde halkın istemleri karşılık bulmuş değil henüz. Ancak iradesine sahip çıkan kitlelerin diktatörleri devirebildiklerinin en yakın örnekleri bizler için. Devrik muktedirlerin hepsinin emrinde ordu, polis, paramiliter güçler vardı ve hepsi halkın iradesine sahip çıkması karşısında koltuğu terk etmek zorunda kaldılar.
İşte bizim de yapmamız gereken ikinci önemli mesele tam da budur. 14 Mayıs akşamı sandıklar kapanıncaya kadar tüm gücümüzü sandığa taşımak, sandıklar kapandıktan ve sayım başladıktan sonra da tüm gücümüzle sonuçlara, zafere sahip çıkmak!
Diktatör Erdoğan ya yenilgiyi kabul edecek ve biz sokakları kutlama yapmak için dolduracağız, ya da irademizi, zaferimizi gasp etmek isteyecekler ve bu kez de buna izin vermemek için dolduracağız o sokakları.
Sokaktan imtina ettiğimiz her durumda zaferimiz eksik ve tehlikede kalacaktır. Bu anlamıyla ya Kılıçdaroğlu seçim gecesi konusundaki tutumunu değiştirmeli ya da halkın öfkesinin gerisinde kalmaya kendini hazırlamalıdır.
14 Mayıs akşamı hiçbir şekilde emeğimizin, irademizin, umutlarımızın çalınmasına izin vermeyelim, zaferimize seçim kurullarının, YSK’ın önünde, sokaklarda, meydanlarda, caddelerde sahip çıkalım.