SEÇTİKLERİMİZ – Mustafa Peköz’ün Sendika.Org’daki yazısı: Halep savaşının yenilenler grubu ile Rusya Büyükelçisi Karlov’un öldürülmesi arasında doğrudan bir bağın olduğundan kimsenin şüphesi olmasın
Rusya’nın Ankara Büyükelçisi’ne yapılan silahlı saldırının, bir diplomata yönelik yapılan saldırının çok ötesinde ciddi politik sonuçlara yol açtığı ve açacağı çok açıktır. Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov’un öldürülmesinin kimler tarafından ve hangi amaçla yapıldığına dair tartışmalar devam ederken, sorunun esası, bu saldırının bölgesel ilişkilerde ne tür bir değişiklik yaratacaktır.
Büyükelçinin katledilmesinin Suriye’deki askeri ve politik dengeyi bütünüyle değiştiren Halep savaşından sonra gelmiş olması, Rusya’nın bölgedeki başaralı politik hamlelerine karşı yapılan bir saldırı olarak değerlendirmek mümkündür. Halep savaşının sonuçlarında görüldüğü gibi AKP iktidarı, uzun süre nerdeyse stratejik müttefik olarak gördüğü radikal İslamcı örgütlere olan desteği kesmek zorunda kaldı. Böylelikle Ankara-Moskova hattında oluşan politik denge; Türkiye’nin Rusya’ya fiilen teslim olmasıdır. Askeri başarılara paralel olarak şekillenmeye başlayan Halep savaşının politik sonuçları tahmin edilenden çok daha etkili olacak gibi görünüyor. Bu bakımdan Halep savaşının yenilenler grubu ile Rusya Büyükelçisi Karlov’un öldürülmesi arasında doğrudan bir bağın olduğundan kimsenin şüphesi olmasın.
Arkasında kim var?
Soru şu; Karlov’un çevik kuvvet polisi tarafından vurularak öldürülmesi kimin tarafından örgütlendi? Bu saldırının arkasında hangi güçler var? Bu saldırıda çıkarı olanlar kimler? Buna benzer çok sayıda soruyu sormak mümkün. Bu sorulara doğrudan yanıt bulmak da oldukça zordur. Bu bakımdan Suriye’deki gelişmelerle Karlov’un öldürülmesi arasında bir bağ varsa, katliamın arkasında Suriye’de askeri ve politik dengelerde yer alan devletlerin veya onlara bağlı olarak çalışan örgütlerin olduğunu düşünmek yanıltıcı olmaz.
Halep savaşında Rusya, İran, Hizbullah ve Esad kazananlar grubunda yer alıyor. Türkiye, S. Arabistan, Katar, IŞİD ve El Nusra Merkezli El Fetih ordusu yenilenler grubunu oluşturuyor. ABD’nin pozisyonu ise bütünüyle farklıdır. Halep sonrası ortaya çıkan politik dengeler nedeniyle ABD’nin doğrudan kaybettiğinden bahsetmemiz mümkün değil ancak politik inisiyatif bakımından bir darbe aldığı söylenebilir. Bu neden ABD’nin, Suriye stratejisinde müttefik olarak Suriye’de önemli bir etki gücüne sahip olan Kürtleri seçmesi kazananlar grubunda yer aldığını göstermeye yönelik önemli bir hamledir.
Birkaç noktayı vurgulamak gerekirse:
Birincisi, Rusya ile bölgesel bir rekabet ve çatışma halinde olan ABD’nin politik tutumudur. ABD, Rusya’nın Ortadoğu’da güçlenmesinden oldukça rahatsızdır. Bunu engellemek için ciddi bir yönelim içinde olduğu da çok açıktır. Ancak iki küresel güç arasında çok ciddi sorunlar olmasına rağmen, ABD, küresel dengeler nedeniyle Rusya Büyükelçisi’ne yönelik böyle bir saldırının içinde yer almaz. Bu saldırı tarzının benimsenmesi esasen Rusya ile çok kapsamlı bir savaşa tutuşmasına çok açık bir gerekçe hazırlamaktır. Gerek uluslararası ve bölgesel ilişkiler gerekse Trump’ın Rusya ile uzlaşma politikası izleyeceğini belirtmesi dikkate alındığında CIA veya Pentagon merkezli bir operasyondan bahsetmemiz oldukça zordur.
Suudi Arabistan ve Katar’a dikkat
İkincisi, askeri ve politik olarak kaybeden üç devletten bahsedebiliriz. İslamcı örgütlerin Halep’te kaybetmesi esasen Katar ve S. Arabistan’ın da kaybetmesidir. S. Arabistan Esad yerine İslamcı bir iktidar getirterek, Şii Irak’a karşı bir denge oluşturmayı çok istedi. Suriye savaşını bütün olanaklarıyla finanse etti. Irak ve Suriye’nin İran’ın kontrolüne geçmesi, S. Arabistan ve Katar başta olmak üzere Körfez devletlerinin geleceğini sarsan çok ciddi bir gelişmedir. Bu nedenle İran ile ittifak yapan Rusya’nın bölgedeki gücünü ve prestijini sarsacak her hamle Körfez devletlerinin çıkarlarına uyumludur. Büyükelçi Karlov’un öldürülmesine ilişkin olarak, S. Arabistan ve Katar gibi ülkelerin Türkiye’de devlet içeresinde örgütlenen radikal İslamcı örgütlere dolaylı destek vermeleri gözden kaçırılmamalıdır.
Üçüncüsü, Türkiye’nin Suriye politikası açık bir yenilgiye dönüştü ve politik stratejisini Rusya’ya uyarlayarak yeni bir pozisyon belirlemeye başladı. Bu bakımdan Erdoğan merkezli Türkiye politikasının çöküşüne karşı Rusya’ya yönelik böylesi bir saldırıya yapması mümkün görünmüyor. Ankara’nın Moskova ile ilişkilerini düzeltmek için çok büyük tavizler vermek zorunda olduğu bir dönemde, Rusya Büyükelçisi’ne yönelik bir suikast girişiminde bulunması politik çıkarlarıyla uyumlu görünmüyor. Erdoğan merkezli AKP iktidarı, kendisi açısından çok ciddi riskler taşıyacak böylesi bir saldırının sorumluluğu taşıyamaz. Bir başka ifadeyle devletin bir kanadını oluşturan AKP iktidarının böyle bir saldırıya onay vereceğini düşünmüyorum.
Devlet içindeki İslamcı örgütlenmeler ve Cemaat
Devlet içerisinde örgütlenmiş farklı İslamcı örgütlerin pozisyonu bakımından böylesi bir saldırının olması mümkün ve yüksek bir olasılıktır. Devlet tarafından uzun yıllardır desteklenen ve kadrolaşmalarına izin verilen farklı cemaat gruplarının ve radikal İslamcı örgütlerin bu tür bir saldırıyı gerçekleştirmeleri olasılığı asla küçümsenmemelidir. Saldırının El Nusra tarafından üstlenilmiş olduğunun belirtilmesi de bunun bir yansıması olarak değerlendirmek gerekir.
Bu olasılıklar dikkate alındığında, devlet içerisinde çok kapsamlı olarak örgütlenmiş ve bir bakıma devletin bütün kurumlarını ele geçirecek düzeyde örgütlenmiş ve darbe yapacak bir güce ulaşmış olan küresel düzeyde örgütlenen F. Gülen Cemaati, Rusya Büyükelçisi’ne yönelik böylesi bir operasyon yapar mı? Çok açık söyleyeyim, Gülen Cemaati böylesi bir operasyon yapmaz. Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkileri bozmak gibi basit bir denklemden yola çıkarak, Gülen Cemaati’nin böyle bir saldırı gerçekleştirmiş olabileceğini iddia etmek pek mantıklı görünmüyor. Gülen Cemaati’nin böylesi bir saldırıyı gerçekleştirmesi için başta ABD olmak üzere küresel güçlerin bir kanadının onayını alması gerekir. Gülen, CIA ve Pentagon’un izni olmadan bu tür bir saldırıyı hiçbir şekilde gerçekleştiremez. Ayrıca, Gülen Cemaati’nin böylesi bir saldırıda ciddiye alınabilir politik bir çıkarı bulunmuyor. Bu bakımdan dikkatlerin Gülen Cemaati’ne çevrilmesi pek inandırıcı görünmüyor.
Cemaat iddiası doğruysa devlet içinde kimse güvende değil demektir
Büyükelçi’nin öldürülmesinin Gülen Cemaati tarafından yapılması demek, başta cumhurbaşkanı olmak üzere başbakan, bakanlar, generaller, politikacılar, dahası hiç kimsenin güvende olmadığı anlamına gelir ve her an çok kapsamlı politik cinayetlerin işleneceğini peşinen kabul etmektir. Büyükelçiyi öldüren polisin, birkaç yerde Erdoğan’ın korumalığını yaptığı dikkate alındığında işin ciddiyetinin ne olduğunu görmemiz mümkündür. Benim izlenimim, bu cinayetin Gülen Cemaati tarafından işlenmesini gerektiren ciddiye alınır politik bir gerekçe olmadığını gösteriyor. Gülen ekibinin, uluslararası alandan çok Türkiye’nin iç politik dengelerini etkileyecek suikast eylemlerine yönelmesi çok daha güçlü bir olasılıktır. Bu olasılığın hiçbir şekilde küçümsenmemesi gerekir.
Devlette hangi cemaatler örgütlü
Esas sorun şu? Türkiye’de polis teşkilatının önemli bir kesimini eylemlerde tekbir getiren İslamcı gelenekten gelenler oluşturuyor. Gülen Cemaati dışında Menzil grubu başta olmak üzere hangi cemaatler devletin kurumlarında örgütlüdür. Cemaatler dışında özellikle El Kaide merkezli El Nusra, IŞİD ve hatta Türk Hizbullahı gibi İslamcı merkezlerin polis teşkilatı başta olmak üzere devlet kurumları içerisindeki örgütsel yapısı ve gücü nedir? Bunlara yönelik bir çalışma yapılıyor mu?
Cinayetin bir polis tarafından işlenmiş olması, devletin silahlı gücünü arkasına alan İslamcı örgütlerin neler yapabileceğine dair çok açık bir örnek olarak karşımızda duruyor. Karlov’un çevik kuvvette görevli bir polis tarafından vurulmuş olması, devlet olanaklarıyla politik cinayetlerin işlenmesinin ne kadar kolay olduğunu gösteren bir veri olarak değerlendirilmelidir.
Karlov cinayeti, devletin desteği ve onayı ile ellerinde silah bulunan bir kısım güçlerin sistem kurumlarında örgütlendiği de hesaba katıldığında bölgesel ilişkileri çok daha kırılgan yapacak bir kısım eylemlerin gündeme geleceğine dair önemli bir veridir. Karlov cinayeti, devletin kendi içerisinde örgütlediği silahlı grupları kontrol edemeyeceğini, bunların farklı politik eğilimlere sahip cemaatlerden ve radikal İslamcı örgütlerden talimat aldıklarını ve alacaklarını gösteriyor.
Rusya sertleşecektir
Burada özetle şu noktaları belirtebiliriz:
Rusya, büyükelçisinin öldürülmesi nedeniyle almış olduğu askeri ve politik kararları hızla uygulamaya koyacaktır. Rusya, IŞİD ve El Nusra olmak üzere radikal İslamcı örgütlere karşı topyekûn bir saldırıya yönelecektir. İdlib’e yönelik saldırı, Halep saldırısının çok daha üstünde kanlı bir savaş olacaktır.
Büyükelçinin öldürülmesi, Ankara’nın dahası Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye’de stratejik yenilgiyi kabul ederek Rusya’nın Suriye politikasına koşulsuz tabi olacak, Esad ile devletler düzeyinde anlaşmaya oturması kaçınılmaz hale gelecektir.
Cumhurbaşkanı, bundan böyle Rusya’nın baskısıyla El Nusra’yı “terörist” ilan edecek ve bunlara verdiği desteği de bütünüyle kesmek zorunda kalacaktır. Özgür Suriye Ordusu’na ilişkin yeni bir tanımlama getirilecek. Moskova tarafından terörist görülen gruplar ÖSO içerisinde kabul edilmeyecektir.
Büyükelçinin öldürülmesi, devlet içerisinde İslamcı gelenekten gelen farklı politik eğilimlerin var olduğunu ve bunların kontrol dışına çıkmaya başladığını gösteriyor. Bu durum aynı zamanda Türkiye’nin iç politik denkleminde çatışmaların yoğunlaşmasına yol açacak daha kapsamlı sorunlara nesnel bir zemin hazırladığını gösteriyor.
Saldırı ne Gülen Cemaati’nin işidir ne de AKP iktidarını temsil eden grubun işidir. Birbirileriyle çatışmalı olan bu iki grubun Rus Büyükelçisi’nin vurulmasında politik çıkarı bulunmuyor. Saldırı devlet içinde örgütlenmiş olan radikal İslamcı grupların işidir.
Devlet, bundan böyle Gülen Cemaati dışında kalan diğer cemaat gruplarına ve IŞİD ve El Kaide merkezle El Nusra gibi radikal İslamcı örgütlere karşı yeni bir konsept oluşturmak zorunda kalacaktır.
Karlov’un İslamcı silahlı gruplar tarafından vurulması hem Türkiye’deki uluslararası temsilciliklere hem de devlet içerisinde çatışmalı olan farklı politik güçlere karşı saldırıların daha üst boyuta çıkacağını gösteriyor.
Devletin silahlı gücünden birini oluşturan polis teşkilatı dışında, iç savaşa göre organize olmaya başlanan İslamcı güçlerden oluşan sivil silahlı birliklerin çok daha ciddi tehlikelere yol açacağı HDP’ye yönelik saldırılarda görüldü.
Silahlı İslamcı güçlerin uluslararası ve bölge ilişkilerinde olduğu gibi iç toplumsal dengeleri bozmak için yapacağı her eylem, Türkiye’yi savaş merkezine dönüştürecektir. AKP iktidarının geliştirdiği ama stratejik yenilgiyle sonuçlanan politikası şimdi kendi ayağına dolanmaya başladı. Kendi ayağına kurşun sıkmak sanırım böyledir.
Devlet, İslamcı örgütler vasıtasıyla geliştirilen bölgesel ve iç krize karşı, demokratikleşme hamlelerine yönelmeli, iç barışı tesis etmek için çok yönlü ve kapsamlı adımlar atmalı, Kürtleri ve demokratik güçleri düşman görerek tasfiye politikasına son vermeli, devlet destekli radikal İslamcı örgütlerle olan ilişkileri bütünüyle kesmeli, bölgesel gelişmelerin oluşturduğu yeni konsepte uyum sağlamalıdır. Bunu yapmazsa, yanlış politikadan ısrar ederse daha önce söylediğimiz gibi çöküş kaçınılmaz hale gelecektir.