Bülent Tekin yazdı – Gezi davası tutuklusu Mine Özerden’in babası “Proleter Şoför” Ahmet Yalkın, Yaşar Kemal’in yazdığı 1967’de Ant Dergisi’nde yayımlanan, röportajında, “Ben sosyalistim, bu fikirle de iftihar ediyorum” demişti.
Gezi davası tutuklusu Mine Özerden’in babası “Proleter Şoför” Ahmet Yalkın, 27 Mayıs 2022’de vefat etti. Yalkın Özerden, Yaşar Kemal’in yazdığı 1967’de Ant Dergisi’nde yayımlanan, (Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Bir Bulut Kaynıyor kitabında da yer alan) röportajında, “Ben sosyalistim, bu fikirle de iftihar ediyorum” demişti. Bilirsiniz, kamyon arkalarında oldukça anlamlı ve belki de şoföre arkadaşlık eden bazı yazılar var. Bazı dolmuşlarda da böylesi (hatta komik) yazılar var.
Birkaç örnek vermek isterim:
“Şehir içi benim hattım, uzak dur pataklarım.”/“Önünü görmeden sollama, eve acı haber yollama.”/“Yaklaşma toz olursun, geçme pişman olursun.”/ “Bakma güzelim atla gezelim.” İşte Ahmet Yalkın dolmuşuna böylesi bir yazıyı seçmemiş, “proleter” yazmıştı…
Yaşar Kemal, önce proletarya teriminin sözlük anlamlarını açıklayıp ardından söyleşiyi yapmasına neden olan gazete haberini aktarıyor. Bir minibüs şoförünün aracının üzerinde plastik harflerle “proleter” yazdığı için başına gelmeyen kalmamış. Koskoca devlet, üzerinde proleter sözcüğü yer alan bir dolmuşu gözden kaçırır mı hiç, polisler gelip bulmuş Ahmet Bey’i, Kadıköy’e karakola götürmüşler, yazının nedeninin açıklamış, “Herkes aracının üzerine bir şeyler yazıyordu, ben de bunu uygun gördüm” demiş ve tüm ısrarlara rağmen minibüsün üzerinde yazıyı silmeyi reddetmiş. Külyutmaz emniyet, siyasi şubeyle temasa geçmiş, savcılığa başvurulmuş, vesaire.
Gazete havadisi şu:
“Ben sosyalistim, bu fikirle de iftihar ediyorum,” diyen bir minibüs şoförü, vasıtanın üstüne “Proleter” kelimesini yazdırmıştır. Bir ihbar üstüne harekete geçen ve saatlerce üstünde “Proleter” yazısı bulunan minibüsü arayan emniyet mensupları nihayet Yalkın Özerden adındaki şoförle birlikte vasıtayı bulmuşlardır. Kadıköy Emniyet Amirliği’ne getirilen minibüs yüzlerce kişi tarafından seyredilmiş ve bütün ısrarlara rağmen otuz yaşındaki sosyalist genç yazılan yazıyı silmemiştir.
“Eğer bir suçum varsa cezamı çekmeye razıyım,” diyen Yalkın Özerden, “herkes minibüsüne birtakım yazılar koyduruyor. Ben de bu şekilde hareket etmeyi uygun buldum,” demiştir. “Proleter” yazısı üzerine şoför hakkında bir işlem yapılıp yapılmayacağını inceleyen emniyet mensupları siyasi şubeyle temasa geçmişlerdir. Öte yandan durum savcılığa bildirilmiştir. Proleter gencin ne suçtan adliyeye nasıl sevk edilebileceği tetkik edilmeye başlanmıştır.
(…)
Merak ettim bu korkunç, korkunç olduğu kadar gülünç havadisi okuyunca Yalkın Özerden’i. Kim bu delikanlı? Bütün ısrarlara rağmen minibüsünün adını değiştirmiyor. “Cezam neyse çekerim,” diyor. Bu burjuva sınıfı kanuni olarak bir şey yapamazsa, el altından Yalkın Özerden’i iflah etmez. Bunu bilmez mi Yalkın Özerden? Bu kadar saf mı? Aslan polisimiz ezeli taktiğine başvurmaz mı? Mahalleye gelip ev ev dolaşıp, sizin mahallede birisi oturuyor ki komünist mi komünist. Rus casusu mu Rus casusu, vatan haini mi, deme gitsin, demez mi? Aslan polisimiz, koruyucumuz birtakım zavallıları kışkırtıp “Proleter”in üstüne saldırtmaz mı?
Ben bunları biliyorum. Polisimiz kim bilir daha ne güzel anayasamıza uygun, insanlara uygun, polisin bağımsızlığına, onuruna uygun kim bilir daha ne güzel insan yıldırma, insanları canından bezdirme, insanları yok etme metotları bulmuştur. Kim bilir polisimizin daha ne güzel, ne insani marifetleri var, şimdilik bize tatbik etmedikleri. Bir Türk olduğuna göre bütün bunları Yalkın Özerden bilmez mi? Yaşı otuz, o kadar da genç değil. Türkiye’deki demokrasi sadece bir burjuva oyunudur. Burjuva oyunu kalsın diye dehşet bir savaş veriyor burjuvazi, bütün bunlardan haberi yok mu, bu delikanlının? Türkiye’de bir faşist rejim hüküm sürmektedir, Komünizmle Mücadele Dernekleriyle, el altından polis baskılarıyla… Delikanlı Yalkın bunları bilmez mi? Hitler, Mussolini olmadık işler yaptılar. Adam kurşunladılar. Alanlarda kitaplar yaktılar, ama proletarya sözcüğünün üstüne, Yalkın’a oynanan oyuna tenezzül etmediler.
Türkiye’de oturan burjuvaların faşizmi Hitler’in, Mussolini’nin faşizmi gibi olacak, onların kalitesinde olacak değil ya. Türkiye’de oturan burjuvaların faşizmi de böyle aşağılık, böyle gülünç olur.
(…)
Bizim Doğan ile Kadıköy vapuruna bindik. Yalkın Özerden’in evi Bostancı’da. (…) Saat altıda Yalkın bizi evinde bekleyecek. (…) En sonunda minibüsü uzaktan gördük. Proleter sözcüğünü de o anda seçtik.
(…)
“Kimsiniz nesiniz kardeş,” dedim, “şunu bana bir anlatıverin bakalım? Bir gazeteci gibi gelmedim. Bir dost gibi, bir meraklı insan gibi evinizdeyim. Bu macerayı merak ediyorum. Bu proleter sözcüğünü niçin seçtiniz minibüsünüze ad olarak, bunun Türkiye gibi bir yerde tehlike yaratacak bir şey olacağı aklınıza gelmedi mi?”
Yalkın, gene o dost, o kardeş, cana yakın gülüşüyle gülerek dedi ki:
“Maceramı anlatmaya değmez. Üsküdarlıyım. İşte maceram bu kadar.”
“Bak,” dedim, “Yalkın, bir gazeteci gibi değil, bir romancı, bir meraklı insan gibi soruyorum. Kim olabilir bu adam diye. Anlatırsanız, beni sevindirirsiniz.”
Biraz mahcup, nedense, niçin gereklik duymuşsa:
“Sizin hiçbir eserinizi okumadım,” diyor.
“Aldırma,” diyorum, “bir gün okursun.”
“Hiç vaktim olmadı,” diyor. “Bütün ömrümde hep çalıştım.”
Sonunda hayatını anlatıyor Yalkın. Belalı bir hayatı var. 1937 yılında Üsküdar’da doğuyor. Küçük bir maliye memurunun oğlu. Babası, o sekiz yaşındayken ölüyor. Altı yaşındayken de anası ölmüş.
“Seni kim büyüttü?” diye soruyorum.
“Ağabeyim,” diyor. “Üvey ağabeyim.”
Ağabeyi sadece evine alıyor. Ağabey şoför. Çok az okuyabiliyor Yalkın. (…) Sonra bir süre şoförlük yapıyor. Kendine geliyor. İş sahibi bir proleter oluyor. (…) Eşi Halide şimdi yirmi üç yaşında. Halide ile karşılaşıyorlar. Halide o sıralar lise öğrencisi. Sevişiyorlar. Yalkın proleter ya. Kızın babası kızı vermek istemiyor Yalkın’a. Sevgililer kaçıyorlar. Sonra ailenin gönlü oluyor. Sonra nikah…
Yalkın’ın bileklerinde altın bilezik. Şoförlük ve tamircilik. Halide de terzilik biliyor. İki genç el ele verip, ver elini Alamanya, diyorlar. Yalkın Ford fabrikasına giriyor, Halide bir dikiş atölyesine. Alamanya’da durup dinlenmeden tam beş buçuk yıl çalışıyorlar. Yalkın diyor ki:
“Hanyayı konyayı orada öğrendim. Kendimi orada öğrendim. Kim olduğumu orada öğrendim. Proleter olduğumu orada öğrendim. Çok okudum. Kendimi orada öğrendim. İnsan olduğumu, hem de proletaryadan bir insan olduğumu orada öğrendim. O kapitalist memlekette her kitap var. Her bir şeyi istediğin gibi tartışırsın. Alamancayı çabuk öğrendim ve çok okudum.”
Beş buçuk yıl, dile kolay. Ve kendilerini öğrenen Halide ve Yalkın. Onlar artık memleketsiz edemezler. Biriktirdikleri para ile bir minibüs alıyorlar. Gümrük parasını da Halide’nin büyükanası veriyor, memlekete geliyorlar.
“Geleli iki ay oldu,” diyor Yalkın. “Minibüsü çıkardım, çalışmaya başladım. Kadıköy-Pendik arası. Baktım bütün minibüslerin bir adı var. Tatlım, Kartalım, Uğur, Yolalan, falan filan… Ben de minibüsümün adını Proleter koydum.”
“Neden proleter?”
“Ben bu kelimeyi çok severim. Kelimeyi değil de anlamını çok severim. Ben proletaryadan bir kişiyim. Ve proletarya insan soyunun en namuslu, en sıcak, en insan sınıfıdır. Kimseyi sömürmez, kimseye hükmetmez, kimseyi ezmez. Dünyayı yaratan proletaryanın elleridir. Proletaryanın elleri olmasa dünya olmazdı. Ben proletarya hayranıyım. Şu dünyada yapılmış güzel olan, faydalı olan ne varsa proletaryanın güzel ellerinin eseridir.”
(…)
“Bu minibüs benim alnımın teridir. Benim ve Halide’nin. Gözümüzün nurudur. Bu minibüsten dolayı da daha bir miktar borcum var. Bir minibüs alacak parayı bir proleterin nerede olursa olsun biriktirmesi zor. Ben de tuttum, minibüsüme bu göz nuru, bu alın teri adamlarının adını koydum. Ve minibüsümün adına Proleter dedim. Uzun bir süre böyle, bu ad altında çalıştım durdum. Kimse bana nereden gelip nereye gidiyorsun demedi.”
(…)
“Bu proleter sözcüğünden dolayı takibat, ya da bir söz işiteceğim aklımın köşesinden bile geçmezdi. Bu ayın altısında, yani geçen pazar günü Kadıköy iskelesinde müşteri bekliyordum. İki sivil polis memuru geldi, beni Emniyet Amirliği’ne götürdüler. Burada tam bir buçuk saat bekletildim ve ifade verdim. Burada suçumu öğrendim. Suçum arabamın üstüne plastik harflerle PROLETER kelimesini yazmakmış.
Her şey bundan sonra başladı. Tekmil belalar bundan sonra başıma yağmaya başladı. Rahat huzur kalmadı. İfadeden sonra yolcu alarak Pendik’e gittim, oradan da Kartal’a geldim. Bu arada Komünizmle Mücadele Derneği Başkanı olduğunu söyleyen ve Kartal’da çok nüfuzlu birisi olduğu söylenen bir kişi beni tehdit etti. Bana ağza alınmaz küfürler etti. Proleter kelimesinin komünistlik olduğunu, bu kelimeyi kaldırmazsam beni yaşatmayacağını, hiç olmazsa bu hatta çalıştırmayacağını söyledi. Bu olaydan bir saat sonra da dolu olarak Kadıköy’e gelirken Maltepe karakolu önünde bir polis tarafından durduruldum, karakola götürüldüm…”
Evet, Yalkın, Maltepe’de de karakola götürülüyor ve yolcular arabanın içinde bekletiliyor. Karakolda şişman, aslan göbekli bir kişi var ki, öfkesi burnundan taşıyor ve zart zurtu dünyayı alıyor. Ve polislere emir veriyor. Bu kişi de Komünizmle Mücadele Derneği Başkanı olduğunu söylüyor. Diyor ki, “Bu delikanlı bu kelimeyi mutlaka şimdi, şu anda kaldırmalı. Bu kelime bir kere Rusçadır. Türk milletiiiiiiiiiii, böyle Rusça kelimelerden hiç hoşlanmaz. Ve biz böyle kelimelerin yurdumuzun sınırlarından içeriyeeeeee girmesineeeee müsaade etmeyeceğiz.” Yalkın diyor ki, “Bu kelime Rusça değil Fransızcadır.” Adam daha çok kızıyor. “Fransızca olsun Rusça olsun, fark etmez,” diyor. “Türk sınırlarından içeriye böyle alçak kelimeler giremez,” diyor ve Yalkın’a veryansın ediyor. Küfürlerden küfür beğen Yalkın kardeş.
Durmadan sivil kişi Türkiye Cumhuriyeti’nin karakolunda bir Türk vatandaşına Polis marifetiyle küfrediyor. Yalkın diyor ki, “polis beyler,” diyor, “bırakın yakamı da gideyim. Bu sabah Kadıköy Emniyet Amirliği’nde ifademi aldılar ve bıraktılar. Bırakın da işime gideyim.” Bir telefon konuşması. Yalkın’ı bırakıyor polisler. Polisler bırakıyorlar ama, Komünizmle Mücadele Derneği Başkanı olduğunu söyleyen kişi Yalkın’ın yakasını bırakmıyor.
(…)
İş bu kadarla bitse neysem ne… Kışkırtılmış minibüs şoförleri o gün bugündür üstüne saldırıyorlar Yalkın’ın. Komünizmle Mücadele Derneği’nden otuz kişi yolunu kesiyorlar Yalkın’ın. Küfrediyorlar, tehdit ediyorlar. “Öldürürüz, linç ederiz,” diyorlar. “Böylesi kelimeler Türk milletinin şanına yakışmaz,” diyorlar. “Ne demek proleter kelimesi. Türk milleti böyle kelimeleri yurdunda yaşatmaz, sınır dışı eder,” diyorlar. Ve Yalkın elinde bir sözlük, “Bakın kardeşler, bu kelimenin anlamı işte şu, işçi demek, çalışan demek,” diyor. Okuyorlar. “Olmaz,” diyorlar, “bu sözlük de komünist sözlüğü,” diyorlar. “Bize emir verenler yalan mı söylüyorlar, neyin komünistlik, neyin komünistlik olmadığını bilmezler mi?” diyorlar.
Birisi ihbar etmiş Yalkın’ı. Kim bu? Niçin? Muhbirin adını vermiyorlar. Şimdi ben kalksam da, “Şu adamın adı Süleyman’dır,” desem, “bir adamın adının Süleyman olması suçtur,” desem… Süleyman adındaki adamı karakol karakol süründürür mü Türkiye Cumhuriyeti polisi? Karakol karakol dolaştırıp küfürbaz kişilere o adama ana avrat sövdürtür mü? Dedim ki Yalkın’a:
“Yakanı bırakmayacaklar kardeş,” dedim. “Bunlarda insaf yok. Bunlar öyle bizim bildiğimiz normal insanlar değil ki… Ne yapacaksın, proleter adını kaldıracak mısın?”
“Ne pahasına olursa olsun kaldırmam…”
“Ben bunları çok iyi bilirim Yalkın, sen gençsin,” dedim. “Ne yaparlar biliyor musun?”
“Ne yaparlar?”
“Hiçbir şey yapmazlarsa Proletere bir şey yaparlar,” dedim.
“Yapsınlar,” dedi. “Proleteri ben kazandım. Alnımın teridir bu. Borcu da var ama… Gene kazanırım.”
“Bunlar dinsiz imansız, bunlar vicdansız,” dedim. “Sana kötülük yaparlar. Kötü adam mı, satılık adam mı ararsın bu dünyada…” dedim. Karısı Halide’ye baktı:
“Biz Halide ile konuştuk,” dedi. “Ben olmazsam bile o çocuğumuzu büyütebilir,” dedi.
Halide’nin kara gözleri sevgi, dostluk, inanmışlık doluydu. Başıyla öyledir işareti yaptı. Bu kadar genç insanların demek çocukları da varmış. İçerde, üç yaşında güzel mi güzel bir kız çocuğu mutlu, hiçbir şeyden habersiz uyuyordu. Bebeği kucağındaydı. Ve bu gencecik proleter ana baba şu çocuk kadar tertemiz, şu çocuk kadar saf ve güzeldi.
Ve Yalkın’ın evinden ayrılırken düşündüm. Bu yıkılası dünya, bu pisliği, bu kötü, çirkin insanlarıyla ayakta kalabilmişse şimdiye kadar, böyle insanların yüzü suyu hürmetine ayakta kalmıştır.
Yalkın bizi bırakmadı. Proleterle bizi Kadıköy iskelesine kadar getirdi. Yolda bir yaşlı adam bindi Proletere, Yalkın yaşlı adamdan para almadı.
Yalkın yılmayacak. Proleter sözcüğünü kaldırmayacak. Ama proleter düşmanları ne yapacaklar? Buna karşılık, Türk proletaryası ne yapacak? Türk aydınları ne yapacak? Ne yapacak, ne yapacak, ne yapacaklar? (1)
SON SÖZ: Proleter Şoför Yalkın Özerden, 27 Mayıs 2022’de yaşamını yitirdi. Yaşar Kemal ile söyleşisi sırasında oyuncak bebeğiyle uyuyan evladı Mine Özerden ölüm anında babasının yanında değildi. Bir ay kadar önce belgeselci Mine Özerden, Gezi Davası’nda 18 yıl hapis cezası almış ve tutuklanmıştı.
https://diken.com.tr/mine-hanimin-babasi-proleter-sofor-ahmet-yalkin-ozerdenin-ardindan/
https://marksist.net/okurlarimizdan/proleter-soforun-hikayesi