Bu yazı ilk olarak 18 Ekim 2014 tarihinde Mahir Sayın tarafından Siyasi Haber’de yayımlanmıştır. Mustafa Kahya’nın vefatının 10. yılı vesilesiyle tekrar yayımlıyoruz.
Dervişler dünya malına tenezzül etmeden, maddenin esiri olmadan, topraktan gelmiş toprağa gidecek varlıklar olarak iktidar hırsı ve rekabetçilikten uzak, bir hırka bir zeytin ile mistisizm deryasında derin ve zengin bir manevi hayatı yaşayan insanlardı.
Kahya’yı bu insanların mistisizmden sıyrılmış, hayatın her alanına ilgisi olan haline benzetirdim: Bir ahir zaman dervişi! Sanki onun şahsi sıkıntıları ve ihtiyaçları pek yoktu. Sıkıntılarına eğer sıra gelirse pek önemi olmayan bir şeylerden söz eder gibi aktarırdı. Ama onunki bir
yakınma değil “izahat” olurdu.
Dervişlik dert tanımaz
Ahir zaman dervişleri de insanlığın tarih öncesinden insanlık tarihine girişin öncüleri olarak, var olan toplumun önlerine koyduğu değer yargılarının hiç birine kulak asmadan, yaratmayı tasarladıkları dayanışma dünyasının günümüzde yaratılabilecek en küçük bir ifadesini yaşamanın mutluluğu içerisinde varlıklarını bütünüyle mücadeleye vakfeden insanlar oldular. İnsanlığın tarih öncesinin dervişleri “Allah rızasını” kazanmak için tüm varlıklarını maneviyata vakfetmişken, ahir zaman dervişleri de sahip oldukları derin maneviyatı geleceğin maddi dünyasının yaratılmasına hasretmişlerdi.
Örgüte ve sosyalizme adanmışlık
Rekabet dünyasında, kendini bir davaya vakfetmiş insanların yaptıkları “fedakarlığın” bir karşılığını bekleyecekleri ve onun için de kendi benliklerini öne çıkaracakları beklenebilir. Ama sosyalist mücadelede öncülerin kimilerinin de benzer özellikler sergilediğine tanık oluruz. Mücadeleyi geliştirirken bir yandan da kendi öncülük konumlarının yeniden üretilmesinin imkanlarını oluşturacak, liyakatten önce kendilerine sadakat kriterine dayalı insanları kendi etraflarında toplamalarına tanık oluruz. Böylece her durumda öncülüğü yeniden üretmeyi güvence altına almış olurlar.
Sosyalist mücadeleye katılan yığınların birçoğunun temel bir ideolojik dönüşümden ziyade politik bağlanma ile harekete geçmiş olmaları böyle öncülerin kullanabilecekleri malzemeyi de önlerinde bulmalarına olanak sağlar. M. Kahya bu anti sosyalist öncü tipolojisinin tersini yaratmayı başarmış bir mücadele insanıydı. Birlikte olduğumuz 40 yıla yakın zaman içerisinde onun etrafında, ona kayıtsız bağlı bir çevreye tanık olunmamıştır. Onun için insanların sosyalizme ve örgüte kazanılmasından öteye bir amaç olmadığından “kendi öncülüğünün yeniden üretimini güvenceye almak” gibi bir sorun da asla söz konusu değildi.
Mücadele için kendini unutmak
Yapılmasını gerekli gördüğü her işi en iyi biçimde kendisi yapmaya çabalar, sanki başkalarına iş bırakmak istemezmiş gibi hayatına mal olacak derecede kendisini paralardı. Bu duruma öylesine angaje idi ki, laboratuarında bilim sevdasıyla yemeğini unutan bir araştırmacı gibi, zaman
zaman yemek yemediğini gecenin bir saatinde miğdesi burkulmaya başladığında fark ettiği olurdu. Sosyalist hareketin yeniden yapılanması çabalarında bir araya geldiğimiz yeni yoldaşlarımız Kahya’nın bu özelliğini çok geçmeden fark eder ve aynı niyetleri taşıyan insanlar kısa zaman içerisinde onunla en iyi birlikte çalışma ilişkisini oluştururlardı.
İçinden geldiğimiz geleneğin en temel belirlemelerinden birini, bugün de hala aşamamış olduğumuz parçalanmışlık sorununa verilmeye çalışılan yanıt oluşturmaktaydı: Sosyalist hareket 71 öncesi parçalanmalarla hesaplaşmalı ve bir yeniden yapılanma eylemi başlatmalıydı. Bu düşünce 1980 sonrasında geliştirilen sosyalist demokrasi ve çoğulculuk fikriyatıyla birlikte kendi dışımızdaki komünistlerle bir araya gelmenin zorunluluğunu daha açık biçimde karşımıza dikti ve yeniden yapılanma bir arzu değil bir eylem konusu haline geldi. Kahya bu doğrultudaki girişimleri ilk kavrayanlardan biri ve bu sürecin hem pratik hem teorik öncülerinden oldu.
Gelenekten geleceğe
yeniden kuruluşçu
Bu konudaki kavrayış SYKP yapılanmasının oluşumunda can alıcı bir rol oynamıştır. Zira hiç kimse için içinde yetiştiği geleneği aşmak kolay bir şey değildir. Bu nedenle de başka yapılarda olduğu gibi Kurtuluş geleneğinde de, birlik retoriği en öne çıkarılırken, iş bunun gerçekleştirilmesine geldiğinde, eskiye bağlı kalmak yeniden yapılanma girişimlerinin önündeki en büyük engeli oluşturmaktaydı. Geçmiş girişimlerin hepsinin çöküntüye uğradığı nokta burası oldu. Son yirmi yılın kavgasının ekseninde bu meselenin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu noktada Kahya’nın yeniden yapılanma doğrultusunda, eski yapıların yapı olarak ortadan kaldırılıp deneyim olarak yeni organik yapılanmaya taşınması konusundaki katkısı göz ardı edildiğinde, Kahya’nın mücadelesinin günümüze ait en önemli öğesi dışta bırakılmış olur.
Kahyanın anısını yaşatmak tartışmasız, geçmiş olumlu deneyimlerin günümüz ihtiyaçlarıyla yoğrulmasının ifadesi olacak olan yeniden yapılanma mücadelesinin başarıya ulaştırılmasıyla mümkün olacaktır.
Onun eksikliğini duyacağız.