Kadir Akın yazdı
2011 yılının Haziran ayında gerçekleşen parlamento seçim sonuçlarının en merak edilen konularından birisi de, MHP’nin yüzde onluk seçim barajını aşıp aşamayacağı idi. Hatırlanacaktır; 12 Haziran seçimlerine günler kala ardı ardına MHP’li milletvekillerinin sosyal medya aracılığıyla ortalığa sürülen kasetleri büyük skandala sebep olurken, MHP’nin de oy kaybetmesine, seçim barajını geçemeyeceği tartışmalarına neden olmuştu.
Ne var ki, 12 Haziran seçimleri sonucunda meraklı bakışlar arasından MHP % 10’luk seçim barajını, 3 puanda üstüne çıkarak aşmayı başardı. Aslında 1999 yılında yapılan parlamento seçimlerinde aldığı % 18’lik oy oranı MHP için, bu güne kadar aldığı en yüksek oran olarak tarihe geçmişti. 2002 yılındaki genel seçimlerde aldığı % 8.5 oy oranıyla parlamento dışında kalışını ise, dünya planındaki büyük mali krizin ülkedeki sermayeye etkileri ve iktidar bloğunun yeniden yapılanmasına giden süreçte iktidar ortaklığı yapmanın cezası olarak MHP’ye fatura edilişi olarak değerlendirmek lazım. Ayrıca MHP ile aynı söyleme sahip, aynı onay tabanına seslenen, sunumu özel olarak projelendirilmiş % 7.2 oy alan Genç Parti faktörünü de yabana atmamak gerekiyor.
Bu süreçte sermayenin yeni gelişen kanadı, “Anadolu Kaplanları”, Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki Fazilet Partisi’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasından sonra kurulan Saadet Partisi’ne katılmayarak kopmuşlar, Milli Görüş’ü revize edip daha uysal ve benimsenebilir bir seçeneği ABD’nin önüne koyma uğraşına başlamışlardı bile. Sonuçta 3 Kasım 2002 seçimlerinde AKP, kendi içinde kurduğu İslamcı, Türkçü muhafazakâr bir koalisyonu tek başına hükümet katına yükseltmeyi başarmıştı. O momentte siyaset sahnesinde rol alan DSP, ANAP ve DYP’nin sonraki süreçte esamisi bile okunmazken MHP’nin hala siyasette esaslı bir figür olarak kaldığını ise unutmayalım. 2007 genel seçimlerinde % 14 oy oranıyla 71 vekil çıkarırken, 2009 yılında yapılan yerel seçimlerinde ise yine % 14 oy oranıyla durumunu muhafaza etti. 30 Mart’ta gerçekleşecek yerel seçimlere giderken kamuoyu araştırmalarında MHP’nin oylarının % 16 bandında görülmesi hatta yukarıya doğru bir eğri çiziyor olması ise gözlerden kaçmamalıdır.
MHP’nin bir “misyon” partisi olarak kurulduğu elbette doğrudur. Kuruluş süreci ve ilk yıllarını bir yana bırakırsak, 12 Eylül askeri diktatörlüğüne giden süreçte, oldukça sert geçen sınıflar savaşında sosyalistlerin ve devrimcilerin işçi sınıfıyla bağlar kurmasının önüne özel olarak dikilme görevini yerine getirdi. İşçilerin, emekçilerin hak talepleri karşısında, toplumsal muhalefetin demokrasi, eşitlik istemleri karşısında, Türkçü-İslamcı söylemiyle şiddet kullanarak, suikastler yaparak rolünü oynayan MHP, o dönemde yüzlerce devrimcinin yanı sıra, sendikacı ve aydının da katledilmesinin vebalini taşımaktadır. O dönemdeki örgütlenmesi ve propagandası ile şiddette kullandığı yöntemler klasik faşist hareketlerin Türkiye’ye izdüşümü gibiydi.
90’lı yıllardan sonra büyüyerek devam eden Kürt savaşında ise MHP bu kez Kürtlerin haklı talep ve isteklerinin karşısında ırkçı propagandasını yükselterek, mobilize ekipleriyle asker cenazelerinde, spor sahalarında, kitleleri etkileme ve savaşı “kirli” hale getirmede roller üstlenmeye başladı. Otuz yıldır süren Kürt savaşı ve ülkenin “bölüneceği” travmasını en ilkel biçimde kullanan, bundan başka da hiçbir meziyeti olmayan MHP, TC’nin kuruluşundan beri resmi söylem haline gelen şovenizmin katıksız savunuculuğunu da arkasına alarak bugünlere geldi. Kemalizmle hesaplaşmayan bütün siyasi oluşumların savuna geldiği tezler, aslında MHP’nin yelkenini şişiren rüzgara dönüşmektedir. Sağ ya da merkez sağdaki söylemler de benzer işlev görmektedir. MHP ile rakip görünen AKP’nin de onay tabanının aslında aynı taban olduğunu kendisinden eksilen oyların MHP’ye gidişiyle anlayabiliriz. R. Tayyip Erdoğan’ın “Tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek din” şiarının da son analizde MHP’ye yaradığı aşikardır. Olup olmadığı, sürüp sürmediği tartışmalı olan “çözüm ve müzakere süreci”nde AKP’nin sorunu çözme iradesi ve niyetinin olmadığını düşünenlerdenim. Dolayısıyla AKP’nin Kürt Özgürlük Hareketine yıllardır devletin sahip olduğu söylemle sesleniyor olmasının da şovenizmi beslediğini, bunun da MHP’nin işine geldiğini bir kez daha saptamakta yarar var.
CHP’nin MHP ile ilişkisi ise içler acısıdır. CHP’nin kimi söylemleri, “aslı varken suretine niye rağbet edelim” i düşündürecek türdendir. M. Sayın’ın Siyaset dergisinde 1 Nisan 2013’de kaleme aldığı “CHP en iyisi MHP ile birleşsin” yazısından aşağıya aktardığım bölüm her şeyin özeti gibidir : “Bir parti hem en sağ hem de sosyal demokrat olmaya kalkıştığında bundan Bismarkçı (Bonapartist) bir iç doku ürüyor. Yaşanan tarihsel deneylerden sonra bu iç dokunun bir önfaşizm (protofaşizm) olduğunu ve işlendiğinde de (ki, bu günler böyle bir işlem için uygun da görünmektedir) bilinen anlamda faşizme döneceğini söylemek abartma olmaz. Bu partinin içinde barındırdığı çelişkiler onu hareket etmekten alıkoymakta, MHP seçeneğinin insanlara daha makul görünmesine yol açmaktadır. Totalitarizm yerine, sosyal demokrasiyi seçmesi, tarihiyle yüzleşirken yönünü işçi sınıfına çevirmesi ancak bölünmesiyle mümkün olabilir. CHP’nin önündeki iki imkandan biri tarihini eleştirmek ise, diğeri de sol lafını bir kenara bırakıp tarihini güncellemek ve MHP ile birleşmenin imkanını yaratmaktır. Bu onlara yeni bir iktidar imkanı bile yaratabilir! …CHP içerisinde Kürt milliyeti ile Türk milletinin eşit olamayacağını “bilimsel” olarak anlatabilen Birgül Ayman Güler gibi, köprü görevi üstlenebilecek sosyal faşistler mevcuttur” 30 Mart yerel seçimlerinde CHP’nin Ankara büyükşehir belediye başkanlığı için Mansur Yavaş’ı aday göstermesi ise yukarıdaki saptamaları doğrular niteliktedir.
Önümüzdeki dönemin sınıflar mücadelesinin oldukça sert geçeceği hesaba katılır ve iktidar bloğunun dağılmasıyla birlikte ciddi bir rejim krizine kapı aralandığı görülürse, MHP’nin kitleler nezdinde yeniden seçenek halini almasının, demokrasi güçleri için nasıl bir tehlikeye işaret ettiği daha iyi anlaşılır.