SEÇTİKLERİMİZ – Mustafa Peköz yazdı: Ankara’da çok yönlü kaybetmeye başlayan ve kaybettikçe kontrolden çıkan bir iktidar gücü var. Kaybederken sistemin çöküşünü de hazırlıyor. Kaybettiğini görüyor, bu nedenle çok daha saldırganlaşıyor.
MUSTAFA PEKÖZ
Kılıçdaroğlu’nun Ankara-İstanbul hattında başlattığı Adalet Yürüyüşü’nü bir günlük de olsa izledim. Uzun yürüyüşün toplumsal dinamiklerde yarattığı sarıcısı etkileri bir sonra yazımda ele alacağım. Bu yazımda daha çok uzun yürüyüşe çok ciddi tepkiler gösteren iktidarın sosyo-politik durumunu ve Reis’in karşılaştığı/karışılacağı sorunlara dikkat çekeyim.
Ankara’da çok yönlü kaybetmeye başlayan ve kaybettikçe kontrolden çıkan bir iktidar gücü var. Kaybederken sistemin çöküşünü de hazırlıyor. Kaybettiğini görüyor, bu nedenle çok daha saldırganlaşıyor. Gücü merkezileştirerek hâkimiyetini korumaya çalışıyor. Politik ve toplumsal gelişmelerin gösterdiği gerçek durumun farkında olsa da inanmak istemiyor. Uzun yürüyüşe karşı gösterdiği aşırı refleks de bunun bir yansımasıdır.
Kaybetme korkusu
Güç kaybetmeye başlayan iktidar, politik ilişkiler ağının tek bir merkezden yönetilmesini istiyor, böylece ayakta kalacağını sanıyor. Gücü sarsılmaya başlayan iktidar, yapıcı eleştirileri dahi duymak istemiyor, hiçbir uyarıyı dikkate almıyor. Farklı politik görüşleri, kendisini yıkmaya çalışan düşman gücü olarak görüyor.
Kaybetme korkusu sosyo-psikolojik çöküşe yol açar, saldırganlığının altında müthiş bir korku oluşur. Kaybetme duygusu geliştikçe, kendi dar grup çevresi dışındaki politik-toplumsal güçleri yok etmek ister. Ayakta kalma stratejisini dağıtma, bastırma, yok etme üzerine kurar. İktidar kurumlarını elinde tutmadan kendisini var edemeyeceğini bilir. Bu nedenle sistemin en küçük birimine hakim olmak için her türlü hukuksuzluğu dener/uygular. Ankara’daki iktidarın hali tam da böyledir.
İktidarı tek elde merkezileştiren mekanizma, olağan üstü bir güce sahip olan bir reise de ihtiyaç duyar. Sistemin medyatik araçlarıyla psikolojik savaşı derinleştirir ve Reis’in erişilmez bir güce sahip olduğunu toplumun farklı sosyal katmanlarına kabul ettirmek için her yolu dener.
Reis ilan edilen kişi de, kendisini erişilmez bir güç olarak görür. Çevresinde topladığı, danışmanlardan asla öğrenmez, tersine onlara öğretir. Kendisi söyler, itaat etmekle görevli yüksek maaşlı danışmanlar kafa sallayarak onaylar.
Bilmediği hiçbir şey yok(!)
Sistemin bürokratları, tıkanmış ve çöküş sürecine giden iktidarın durumunu çok net görürler ama Reis’e tersini söylerler. Atanan memur bakanlar, Reis konuşmadan ciddi bir yorum yapmazlar. İmam Hatip Lisesi mezunudur ama tıptaki gelişmeler hakkında öneri sunar, mühendislik konularda muazzam bilgi sahibi olduğunu hissettirir, şehirlerin mimari yapısının nasıl olması gerektiğine ilişkin çok özel bilgiler verir, sosyal meselelere mutlak hâkimdir, gündelik yaşamı düzenler, kimin nerede, nasıl konuşacağını konusunda dahi karar verir. Anlayacağımız bilmediği hiçbir şey yok. Her şeyi bilir. Kendisini her konuda yetkin gören bir Reis’e sahip olmamız da bir lütuf olsa gerek.
Bakanlar, milletvekilleri, belediye başkanları ve parti yöneticileri, öncelikli olarak Reis’in konuşmasını beklerler. Çünkü politik geleceklerini belirlemede hiçbir rolleri yoktur. Reis isterse politik yaşamları devam eder, istemediği takdirde biter. Yetenek ve başarılarının hiçbir önemi yoktur. İstediği zaman başbakanı, bakanı görevden alır, yerine birisini atar, kimse sorgulamaz. Davutoğlu’nun Başbakan yapılıp sonradan görevine son verilmesinden olduğu gibi yerine Yıldırım’ın atanması da Reis’in kararıyla gerçekleşti. Bu reel durum AKP yönetici kadrolarının hiçbir rollerinin ve inisiyatiflerinin olmadığının küçük bir örneğidir.
Olağanüstü bir güce sahip olduğuna inanan Reis, devletin kurumsal örgütlerine, parlamento ve muhalefet gibi kurumlara ihtiyaç olmadığını düşünür. Bütün kurumların görevini yerine getirme potansiyeline sahip olduğu sistemin demokratikleştirilmesinin anlamsız olduğunu söylemeye başlar, toplumsal dinamikleri gereksiz görür ve onların örgütsel-toplumsal bir güç olmasına izin vermek istemez. Böylelikle iktidar+Parti=Reis ilkesi, gücün merkezileştirilmesinin en somutlaşmış hali olarak karşımıza çıkar.
Herkesten şüphe duyar
Reis, iktidar gücünü pekiştirmek için toplumun her kesimine karşı çok daha saldırgan bir pozisyona girer. Toplumsal taleplerden ve tepkilerden öğrenmez, tersine gelişmelerin kendisini yıkma faaliyet olarak görür ve yasaklamak ister. İletişim halinde olduğu doğal çevresinde koparıldığı anda artık yalnızlaşmıştır. Gündelik yaşamında yanında olduğu insanlarla iletişimi oldukça sınırlandırılır, birlikte yola çıktığı ve kader birliği yaptığı arkadaşlarının büyük bir kısmını düşmanı olarak algılamaya başlar. Kaygıları onun kişiliğinin önemli bir parçası haline gelir. Kuşkular onun yaşamına yön verir. Kendisine en sadık olanlardan dahi herkesten şüphe duymaya başlar. AKP kurucularının çok önemli bir kısmının AKP dışına düşürülmeleri, Reis’i sosyal ve politik ilişkilerde soyutlama politikasının bir parçası olarak uygulandığı artık netleşmiş bulunuyor.
Gücünün zirvesine ulaştığını düşündüğü anda etrafını ‘yeni’ güçler sarar. Bunların ezici bir çoğunluğu daha önce kendisine düşman gibi saldırmış olanlardır. Geçmişte kendisine hakaret edenler bu kez biat ederler. Tehlike anında gemiye en erken terk edecek olanlar, Reis’i ölümüne savunduklarını özellikle hissettirmeye çalışırlar. Reis de uyanıktır, bunların kişilik zafiyetini bilir ve kullanır. Dün kendisine saldıranları çok daha iyi kullanabileceğini düşünür. Onları kritik görevlere atar, sonradan hesabı sorulabilecek gayri nizami ve zorlu işleri onlara yaptırır. Yeni kadro, Reis’in gözüne girmek için büyük bir çaba içerisine girer, güven tazelemek ister. Reis de bunları sistemin yeni güçleri olarak ön plana çıkartır. Soylu, Kurtulmuş, Bulut gibileri sanırım bu duruma en güzel örneklerdir.
Reis, iç politikanın tek hâkimi olarak, politik ilişkileri ve dengeleri sadece kendisinin belirleyeceğini düşünür. Söylediklerinin mutlak doğru olarak kabul edilmesini ister. Kim farklı düşünürse, kendisini yıkmakla görevlendirilmiş ‘düşman’ olarak görür. Her şeyin kendisi tarafından organize edileceği ve kendisi istediği anda yaşam bulacağını düşündüğü için farklı alternatiflere açık olmaz. Reis’in Kılıçdaroğlu’nu ‘düşman’ kategorisinde görüp saldırmasının temel nedeni, mutlak itaat istemesidir.
Sistemin stratejik kurumlarını kendisine bağlayarak geleceğini garantilemek ister. Ancak bu kurumlara bütünüyle güvenmez, doğrudan kendisine bağlı yeni paralel örgütler kurar. Kurduğu örgütlerle sokağı kontrol etmeye çalışır. Toplumun farklı sosyal katmanları arasında oluşan doğal dengeyi bozmak ve iç çatışmayı derinleştirmek için bu özel militer gücü yedekte tutar, duruma göre harekete geçirir.
Reis’in önüne geçen olunca
İktidar Reis’te somutlaşır, bu nedenle kendisine alternatif olan liderleri tasfiye etmek için hukuksuzluğu meşrulaştırır. Örneğin HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’a yönelik yapılan operasyonun bir parçası da budur. Demirtaş’ın artan politik karizması, Reis’in politik geleceğini etkileyen bir faktör olarak görüldü ve etkisizleştirilmesi için devlet kurumları eş zamanlı hareke geçirildi.
Gündemin doğrudan kendisi tarafından belirlendiğine ikna edildiği için kendisine karşı olan güçlerin oluşturacağı politik gündeme tahammül edemeyen Reis; hele oluşturulan gündemle kendisi gölgede kalıyorsa, bu süreci etkisizleştirmek için elinde tuttuğu iktidar aygıtlarını ve özel olarak örgütlediği paralel örgütleri ile saldırmaya başlar. Eylemin toplumsal desteği arttıkça adeta çılgınlaşır, kaybetme korkusu sarar. Karşı tarafın politik etkisinin toplumsal güce dönüştüğünü gördüğünde çok yönlü provokasyonlara zemin hazırlar. Toplumun farklı sosyal-politik katmanların yer aldığı Adalet Yürüyüşü’ne duyduğu olağan üstü tepki, gündemi belirleyememe ve kaybetme kaygısından kaynaklanıyor.
Dünyaya kafa tutar gibi yapmak
Ulaşılması güç olan Reis, sadece ülke içinde değil, bölgesel ve uluslararası ilişkilerde politik krizlerin merkezine oturur. Boyun eğmeyen, herkese kafa tutan, “Eyyy…” diye bağırarak dünya liderlerine meydan okuyan, onlara akıl veren biri olduğuna inandırılır.
İçte başardığı gerilim politikasını uluslararası ilişkilerde de dener. Diplomatik kuralları yok sayar, içteki saldırganlığını her ülkede yapabileceğine inanır, protestolara tahammülsüzdür ve korumalarını ülkede polise yaptırdığı gibi saldırtır. Başkasının toprakları diye düşünmez. Reis her yerde Reis’tir ve her istediğini yapar psikolojisine sahiptir.
Uluslararası ilişkilerin böyle yürümediğini acı deneylerle öğrenir. İçte gösterdiği kabadayılığın dışarda sökmeyeceğini gördüğü anda hemen geri adım atar. Kendisinin şahsında adamları hakkında tutuklama kararı çıkartılır, İnterpol tarafından aranılanlar listesine girme şansı artar.
Küresel güçler karşısında pişmanlığını her yolu deneyerek göstermek ister. Uluslararası ve bölgesel gücünün kırıldığını hissettiği anda uysallaşır. Atılan naralardan eser kalmaz, ilan ettiği büyük kırmızıçizgileri unutur, onlara tabi olur ve istediklerini yavaş yavaş yerine getirir. Aksi takdirde ayakta kalamayacağını görür. Böylelikle içeride ayrı, dışarıda ayrı bir politik kişilik doğar.
Adalet Yürüyüşü, Reis’in zayıflığını açığa çıkardı
İktidarın ve Reis’in politik ve psikolojik durumunu anlatan en somut veri, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü karşısında sergilenen tablodur. Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü politik gündemi belirlemekle kalmadı, toplumsal dinamiklerin harekete geçmesini sağladı. Toplumun yarısından fazlasının taleplerini içeren ‘adalet’ eylemi, iktidarın ve Reis’in politik geleceğini belirsizleştiren önemli bir çıkış oldu. 2019 yılındaki seçimlerin artık hiçbir şekilde garanti olmadığını ve çok daha ciddi politik risklerle karşı karşıya kaldığını gördü. ‘Adalet’ eyleminin etkisini kırmak için medya dahil devletin bütün olanaklarını kullanmakla kalmadı, eyleme müdahale edileceğini de çok açık olarak dile getirdi.
Kılıçdaroğlu gibi bir liderden beklenmeyen ‘adalet’ arayışı çıkışı aynı zamanda iktidarın ve Reis’in sosyo-psikolojik durumunu tahmin edilenden fazla etkilemiş görünüyor. İktidarın koşulsuz egemenliğine ve Reis’in mutlak otoriterliğine son vermenin önü açıldı.
İktidar-Reis hem içteki politik dengelerde hem de uluslararası ilişkilerde kaybetme sürecine girdi. Bundan dönüş oldukça zor görünüyor. Toplumun ekonomik, politik ve sosyal arayışına doğru yanıt verildiğinde, mevcut iktidarın politik ömrü tahmin edilenden daha kısa olacaktır.