SEÇTİKERİMİZ- Mustafa Peköz yazdı: “Ankara’nın referandum karşısında geliştirmeye başladığı politika, Kürtlerin tek bir politik merkez gibi hareket etmesinin önünü açtı. PKK-PYD-IKBY arasındaki ilişkiler yeniden şekillenecek ve ortak hareket etme zemini çok daha fazla güçlenecektir.”
MUSTAFA PEKÖZ
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki (IKBY) referandumda ortaya çıkan sonuç, bölgesel ilişkileri çok yönlü değiştirecek bir sürecin başlangıcıdır. Kürtlerin kendi kaderlerini tayın hakkı için yapmış oldukları referanduma yüzde 72 ile beklenilen bir katılım sağlandı. Katılanların yüzde 92’si de ‘evet’ yönünde oy kullandı.
Ortaya çıkan tablo, Kürtlerin kendi kendilerini yönetmek istediği yönünde uluslararası kamuoyuna verdikleri çok ciddi bir mesajdır. Bu mesajın etkileri önümüzdeki süreçte çok daha derin hissedilecektir. Ancak, self-determination için yapılan referandum ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin yarından hemen bağımsız olacağı anlamına da gelmiyor. Ayrılma hakkına ‘evet’ denilmesi hiç şüphesiz ki çok önemlidir ama aynı zamanda uluslararası ilişkilerde karşılığını bulması ve Kürdistan’ın ‘bağımsız’ bir devlet olarak var olabilmesi için öncelikli olarak Birleşmiş Milletler (BM) tarafından onaylanması gerekir. Bunun için uluslararası güçlerin ve kurumların mevcut tabloyu aşamalı olarak kabul etmeleri ve daha sonra BM gözleminde sorunun öncelikli muhatabı olan Bağdat ile çözüm anlaşmaya oturulacaktır. Bu nedenle bağımsızlık referandumunun çok güçlü bir ‘evet’ ile sonuçlanması önemli bir aşamadır ama yeterli değildir. Ayrılma hakkına dair referandumun ardından Kürdistan’ın uluslararası alanda ‘devlet’ olarak kabul edilmesi 2020’li yılları bulacaktır.
Uluslararası kurumların ve küresel güçlerin referanduma bakış açıları
BM Genel Sekreteri Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olduklarını açıklamış da olsa, IKBY’ye karşı herhangi bir politik tutum almayacağı gibi ortaya çıkan sonuca da saygılı olduklarını çok net olarak belirtti. Ayrıca önümüzdeki dönemde Bağdat-Erbil hattında arabulucu da olacaklardır. Bu bakımdan küresel güçlerin tutum değiştirmesine paralel olarak BM, IKBY’deki referandumu resmi düzeyde kabul edecektir.
ABD ve AB, zamanlama bakımından referandumun yapılmasına karşı çıkmalarına rağmen özellikle Türk kamuoyunun abarttığı gibi karşıtlık derecesinde olumsuz bir tutum içinde değiller. Öncelikli olarak ABD’nin tavrı belirleyici olup referanduma karşı geliştirdiği söylem taktikseldir, yani bugünkü politik dengelerden kaynaklanmaktadır. ABD’nin önceliği IŞİD ile mücadelenin etkilenmemesidir. IKBY askeri güçleri de IŞİD ile mücadelede hiçbir aksaklığa yer vermezler. Özellikle ABD Kongresi önümüzdeki kısa bir zaman diliminde, referandum sonuçlarını tanıyacaktır. Ayrıca ABD Dışişleri ve Pentagon yetkililerinin çok net olarak açıkladıkları bir tutum söz konusudur: Bağdat, Tahran ve Ankara’dan IKBY’ye yönelik herhangi bir askeri operasyona karşı doğrudan müdahale edeceklerinin mesajını verdiler.
AB’nin tutumu, ABD ile paralellik arz ediyor. İngiltere, Almanya ve Fransa, Ortadoğu’daki askeri ve politik gelişmeler nedeniyle referandumun ertelenmesini talep etmiş olmalarına rağmen ortaya çıkan sonuca saygılı olduklarını çok net olarak ifade ettiler. ABD ve AB’nin tutumunu etkileyecek önemli etkenlerden biri de, IKBY’nin Shell ve Mobil gibi küresel enerji şirketleriyle, Kürtlerin denetiminde bulunan sahalarda doğalgaz-petrol araştırmalarına dair yaptıkları çok kapsamlı anlaşmalardır.
İlginç olan Rusya’nın tutumudur. AB ve ABD yetkilileri gibi ‘referanduma karşı’ doğrudan bir açıklama yapmadılar. Tersine referandumun Kürtlerin bir hakkı olduğuna dikkat çektiler. IKBY’nin Moskova ile yaptığı doğalgaz ve petrol anlaşmaları bu süreci etkileyen önemli bir faktördür. Moskova, IKBY’de çıkartılan doğalgaz-petrolün hem uluslararası alana taşınması hem de Almanya gibi ülkelerde rafine ederek pazarlanması konusunda çok ciddi anlaşmalar yaptı. Moskova’nın bu önemli hamlesi, önümüzdeki 10 yıl içerisinde planlanan Türkmenistan-İran-Irak-IKBY enerji kaynaklarının Akdeniz üzerinden pazarlanmasına yönelik projelerin daha bugünden kontrol altına almasına yönelik çok stratejik bir yönelimdir. Bu bakımdan Moskova, IKBY ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde hareket edeceklerini ve tutumlarında hiçbir değişikliğin olmayacağını açıkladı. Moskova’nın bu açıklaması aynı zamanda Suriye’de ortak göründükleri Ankara ve Tahran’a verilen bir önemli bir mesajdır.
Bağdat-Tahran-Ankara hattında örülmek istenen kuşatma
Referanduma bütünüyle karşı olan Bağdat, Tahran ve Ankara’nın tutumu ise krizi derinleştirecek önemli faktörlerden biri olarak ön plana çıkıyor. Bu üç devletin Güney Kürdistan bölgesine yönelik doğrudan askeri içerikli bir savaş pozisyonu olma şansları pek bulunmuyor. Bölgenin karşı karşıya olduğu politik ve askeri denklem böyle bir olasılığı önemli oranda işlevsizleştiriyor. Bölgede aktif olarak savaş içinde yer alan ABD ve Rusya gibi küresel aktörler, üç başkentin Erbil’e yönelik askeri operasyonuna karşı açık tutum alacaklardır. Aksi takdirde savaş kaçınılmaz olarak Orta Asya’dan Trakya’ya kadar geniş bir alanı kapsayarak genişleyecektir.
Bu üç devlet öncelikli olarak, Güney Kürdistan sınırlarında olan kapıları ve hava sahasını kapatarak, ekonomik kuşatma esas olmak üzere çok yönlü bir ambargoyla bir bakıma “aç bırakarak” geri adım attırmaya çalışacaklardır. Peki, bu yönelim etkili olur mu? Özellikle Ankara bakımından çok daha kapsamlı sorunların gündeme gelmesinin ötesinde uluslararası alanda tahmin edilenden daha ciddi bir tepkiyle karşı karşıya kalacaklardır ve IKBY’nin ‘ayrılma hakkı’ uluslararası alanda çok daha fazla güncel bir sorun haline gelecektir.
Çaresiz Bağdat’tan provokasyon olasılığı
Bağdat, çok ciddi bir hükmü olmasa da Ankara ve Tahran’ın yönlendirmesiyle Erbil’e sık sık ültimatom veriyor. IKBY’ye karşı askeri müdahalede söz eden Bağdat’ın askeri ve politik gücü böyle bir operasyon için hiçbir şekilde yeterli değildir. Ancak şu noktanın mutlaka hesap edilmesi gerekir. IKBY sosyal ve politik olarak Irak’ın en istikrarlı bölgesidir. Referandumun etkisini kırmak isteyenlerin önceliklerinden biri bölgenin yeniden istikrarsızlaştırılmasıdır. Bunun için ağırlıklı olarak İran Devrim Muhafızları’nın desteklediği Haşdi Şabi ve Türkiye’nin yönlendireceği bir kısım İslamcı örgütlerin özellikle Peşmerge’nin denetiminde olan tartışmalı bölgelerde istikrarsızlık yaratmak için askeri saldırılara yönelmeleri yüksek bir olasılıktır.
Derin hesap yapan Tahran
Süreci çok daha sakin izleyecek olan Tahran’ın Erbil’e karşı askeri seçeneği düşünmesi çok ama çok zayıf bir olasılıktır. ABD’nin İran’a yönelik yaptırımları artırmaya başladığı ve Tahran’a karşı askeri güç kullanması için gerekçe aradığı bir ortamda, Tahran’ın Erbil’e yönelik bir operasyonu çok açık bir “gerekçe” sunacaktır. Saddam’ın Kuveyt’i işgaline benzer bir süreç ortaya çıkacaktır. Bu bakımdan Tahran, Ortadoğu’da elde ettiği askeri ve politik üstünlüğü kaybetmek istemez. Tahran, Bağdat’ın uluslararası alandaki çıkışına destek vereceği gibi özellikle sınırların ve hava sahasının kapatılmasına yönelik bir kısım adımlarla yetinebilir.
Ankara’nın şaşkınlığı ve karar vermekte zorlanışı
Birincisi MHP ve ulusalcı güçlerin çemberinden kurtulamayan ve bir bakıma onların etki alanına girmiş olan Erdoğan, dostu olarak gördüğü ve oy için Kürt bölgelerine getirttiği, Kürdistan bayrağını göndere çekerek karşıladığı, stratejik ortak görmeye başladığı Barzani’yi birden düşman ilan etti. Ama ulusalcıların savaş naralarına karşılık vermesi hemen hemen olanaksız. Erdoğan’ın Erbil’e karşı bir savaşa girme şansı bulunmuyor. Girerse ne olur? Başarısızlıkla sonuçlanacağı kesin olan bir savaş, Erdoğan’ın birkaç ayda iktidardan uzaklaştırılmasına yol açar. Ulusalcıların böylesi bir savaşın Türkiye’yi bütünüyle çökerteceğini ve ordunun böylesi bir savaşa hazır olmadığını bildikleri halde, savaşta ısrar etmeleri de bir tesadüf olmasa gerek. Cumhurbaşkanına iyilik mi yoksa kötülük mü yapmak istiyorlar?
İkincisi, Ankara dün nerdeyse savaş ilan ettiği Bağdat ile askeri tatbikatlara başladı. Amaç, Bağdat üzerinden IKBY’yi istikrarsızlığa sürüklemektir. Peki, bu tatbikatların bir karşılığı var mıdır? Olmayacağı açıktır. ABD Dışişleri Bakanlığı, cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tehditlerden vazgeçmesi gerektiğine dair bir uyarı yaptı.
Üçüncüsü, Bahçeli’nin “Kerkük’e yürüyelim” narasının da bir karşılığı olmayacağı açıktır. Bahçeli, Erdoğan üzerinde baskıyı artırarak bir bakıma şantaj yapıyor ve AKP’yi savaşa sürüklemek için Kerkük’teki Türkmenleri gündeme getiriyor. Ancak Kerkük’te referanduma katılım oranı yüzde 79. Türkmenlerin önemli bir kısmı dâhil olmak üzere Kerkük halkı referanduma ‘evet’ demekle MHP’nin ve Ankara’nın itirazlarının boşa çıkarttı.
Dördüncüsü, Cumhurbaşkanı’nın milliyetçi dalgayı arkasına alarak Kürtlere karşı çok yönlü saldırı hamlelerine yönelerek içte şahin kesilme ve böylelikle 2019 için önemli bir fırsata dönüştürme hesabı yapacağı anlaşılıyor. Bunun tutmayacağı ve tersine bir etki yaratacağı, ekonomik ve askeri olarak bunun hemen hemen olanaksız olduğu çok açıktır. Bu bakımdan, Kürtlerle oluşan krizi 2019 seçimlerine kadar sürdürme hesabı Erbil’den tersine döner.
Beşincisi, IKBY ile ekonomik ilişkiler bir bakıma Ankara’nın ayakta kalmasını sağlayan önemli bir faktördür. IKBY, elinde bulunan petrol ve doğalgazı pazarlarken bundan en çok yararlanan Ankara’daki iktidar oldu. Yıllık iş hacmi 10 milyar doları bulan ihracat, Almanya’dan sonra ikinci sırada bulunuyor. Özelikle Kürt illerinde günde yüzlerce otobüs ve binlerce kişi IKBY ile bavul ticareti yapıyor. IKBY’nin petrol paraları da Halk Bankası’nda bloke edildi. Ankara, Erbil’e borç para vermiyor tersine halen bloke edilen ve ödenmeyen petrol paraları var. Kürt yönetimini ‘petrol vanalarını kapatmakla’ tehdit eden cumhurbaşkanı, Rusya ve Almanya’dan sonra IKBY ile de yaşayacağı ekonomik krizin sonucunu pek hesaplamamış gibi görünüyor. Ekonomiden sorumlu Zeybekçi ise ekonomideki kırılganlığı gördüğü için IKBY’ye yönelik bir ambargoya karşı çıkmaktadır. Ekonomik ambargo, IKBY’yi etkiler ama ekonomik krizle karşı karşıya olan Ankara’yı çok daha ciddi olarak sarsar ve bunun 2019’a yansımaları daha ağır olur.
Altıncısı, Ankara’da sıkışan Erdoğan’ın Kürt politikasındaki inandırıcılığı bütünüyle bitti. ‘Sayın Barzani’den yeniden ‘aşiret reisi’ söylemine dönen cumhurbaşkanı iç politikada ciddi bir kayıpla karşı karşıya kalacaktır. Kürt seçmenin yüzde 50’ye yakını AKP’ye oy veriyor. Birkaç yıl önce seçimlerde destek almak için Barzani’yi davet eden Erdoğan’ın IKBY’yi açlığa terk etme politikası Kürtlerin bütün desteğini kaybetmesine yol açacaktır. AKP’ye oy veren Kürt seçmen, sadece IKBY’deki Kürtlerin değil, aynı zamanda kendi onuruyla oynanmış olarak algılamaya başladı. Bu tepki çok açıktır ki seçimlere yansıyacaktır. Anketlerde yüzde 38-40 bandından görünen AKP’ye desteğin, Kürtlerin kopuşuyla yüzde 30-32’lere düşme ihtimali oldukça yüksektir.
Yedincisi, Bağdat, Tahran ve özellikle Ankara’nın IKBY’ye yönelik geliştirmeye başladığı politika, Kürtlerin tek bir politik merkez gibi hareket etmesinin önünü açtı. ABD ve AB’nin yapmak isteyip de başaramadığını, Ankara birkaç gün içinde belirlediği politikalarla sağlamış oldu. Özellikle PKK-PYD-IKBY arasındaki ilişkiler yeniden şekillenecek ve ortak hareket etme zemini çok daha fazla güçlenecektir. Ulusal Kongre’nin toplanması, askeri güçlerin merkezileştirilmesi, Güney ile Rojava arasındaki ilişkilerin yeniden geliştirilmesi ve sınırların bütünüyle açılması gibi ortak adımların güçlendirilmesi hızla gündeme gelecektir.
Son; uluslararası güçlerin yaptığı gibi referandum sonuçlarını kabullenerek, sorunların diyalog yoluyla çözülmesini, tehdit ve şantaj gibi korkutma yöntemlerinin bir yana bırakılarak daha kapsayıcı/yapıcı politikaların geliştirilmesini ve içte demokratikleşmeyi esas alan kazanır. Aksi takdirde kaybedecek olan AKP iktidarıyla birlikte Ankara olacaktır.