SEÇTİKLERİMİZ- David Graeber, New York Times’a yazdı: “Kürtlerin dağlardan başka dostu yoktur” derdi Mehmet Aksoy. Ancak benim arkadaşım ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin yorulmak bilmeyen savunucusu olan Mehmet, 26 Eylül’de Kuzey Suriye’de İslam Devleti tarafından düzenlenen bir saldırıda yaşamını yitirdi.”
Suriye’de demokrasi mümkün. Arkadaşım bunun nasıl olacağını biliyordu.
“Kürtlerin dağlardan başka dostu yoktur” derdi Mehmet Aksoy. Ancak benim arkadaşım ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin yorulmak bilmeyen savunucusu olan Mehmet, 26 Eylül’de Kuzey Suriye’de İslam Devleti tarafından düzenlenen bir saldırıda yaşamını yitirdi.
O yaşamını yitirdiğinde, bu sözlerle başlayan bir makale üzerinde çalışıyordu. Bu sözü, demokrasiyi ve özgürlüğü dünyaya yayma iddiasında bulunan çok güçlü kişiler tarafından uzun sürelerdir kullanılan veya kötü muamele gören halkının durumunu açıklamak için sık sık kullandı.
Mehmet ile ilk kez yaşadığı Londra’da bir Kürt gösterisinde tanıştım. Suriye Kürtlerinin inşa ettiği gibi doğrudan demokratik hareketlere olan ilgim nedeniyle orada bulunmuştum fakat Mehmet yanıma gelip kendisini tanıtana kadar gösterinin bir kenarında kendimi saklanıyormuşum gibi hissettim. Ben onu şu anda Kürt toplumundan bir çok kişiden de duyduğum şekilde nazik ve mütevazi ama bir şekilde hayattan daha büyük, her zaman bir düzine projeyi, filmi, deneme yazıyı, olayı ve siyasi eylemi bir dengede yürütebilen biri olarak tanıdım.
Şimdi insanlara onun son projesini ve Kürdistan’daki çatışma üzerine yazdığı yazıları anlatmanın önemli olduğunu düşünüyorum, böylece çoğumuz orada yaşananları anlamış olacağız. O, komşu Irak Kürdistan’ında gerçekleşen ve herkesin bağımsız bir Kürt devletine güçlü bir onay verilmesiyle sonuçlanacağını bildiği referandumun gölgesinde yazıyordu.
Fakat Mehmet’in temsil ettiği Suriye Kürt Özgürlük Hareketi, Irak’taki Kürtlerden tamamen farklı bir vizyon izledi: Bu hareket, devlet sınırlarını değiştirmek değil, devletlerin sınırlarını basitçe görmezden gelerek topluluk düzeyinde köklü demokrasi inşa etmek istiyor. Kürt savaşçılarının Suriye şehirlerindeki İslam Devleti aleyhindeki sonsuz fedakarlıklarının yanlışlıkla daha fazla sınır ve daha fazla bölünme gerekçesi olarak görülmesi Mehmet’i hayal kırıklığına uğratmıştı.
Batı haber medyasında, Kürtler çok sık olarak homojen bir halk olarak gruplandırılmakta, Iraklı Kürtlerin referandumu ile gelişen ilgi dolayısıyla Suriye Kürtleri sonradan akla gelmiştir. Fakat bu iki ülkedeki Kürtler çok farklı siyasi sistemler inşa ettiler. Suriye Kürtleri, Suriye’nin kuzey diliminde Araplar, Süryaniler, Hıristiyanlar ve diğerleriyle birlikte Rojava (ya da resmi olarak Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu) dedikleri bir koalisyon kurdular.
Onlar Irak referandumuna yol açan milliyetçi projeyi devredışı bırakarak, yeni federe Suriye’de kendileri ve başkaları için çoğulcu ve demokratik olan kendi kaderini tayin etmek istiyorlar. Mehmet’in dediği gibi, “Yeni bir devlet değil; devrimci, eğitimli, modern, kendine güvenen ve gerçekten demokratik bir toplum inşa etmek… Bu yüzden bizi ayrılıkçı olarak adlandırmaktan vazgeçin!”
Neden ayrılmak? Irak Kürt makamlarının istediği gibi bir devletin sorunlarını başka bir devlete pazarlamak? Mehmet şöyle yazmıştı: ‘’Bağımsızlık için birçok savaş yaşandı, fakat bir devlet olarak tanınmak Irak’taki Arap çocuklarının, Libya’nın Afrikalı çocuklarının ya da son birkaç yılda binlercesinin öldüğü Suriyeli çocukların kaderini değiştirdi mi? Hayır. O, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı müdahalesinin bir ürünü olan bölge sınırlarının etnik ve dini çatışmalara neden olduğunu ve bölünmüş halkların ekonomik sömürü için olgunlaştığını hissetti.
Mehmet, Demokratik Konfederalizm adlı Suriye Kürt modelinin, doğrudan demokrasiyi mahalle düzeyinden başlayarak “eğitimli ve ekolojik olarak kendine güvenen” bir topluma vurgu yaparak Kürtlere ve diğer etnik gruplara mevcut özerklik yapma şansını sunduğuna inanıyordu. Öyle ki devlet sınırları, yeniden çizilmiş olsalar bile, bölgenin tüm halklarını asla yeterince temsil etmeyecekti.
Kürdistan’ın tanık olduğu şeyin, devlet sisteminin “büyük bir krizi” olduğuna, geniş kapsamlı bir küresel vekâlet savaşı olduğuna ikna olmuştu. Öyle ki şöyle yazdı: ‘’DAİŞ’in yükselişinde, Suriye’yi ve Irak’ı yanan bir cehenneme çeviren ve buradaki ve dışındaki milyonların hayatını tehdit eden kötü bir cihad gücü ortaya çıktı.’’ Bir tek demokratik hareket ve onun etkili savaş güçleri yani halkın ve Kadının Koruma Birimleri bu yükselişi durdurdu ve bugün İslam Devleti’ni onun fiili başkenti Reqa’da zorlama eşiğindeler.
“Ancak bu zaferler korkunç bir bedel karşılığında geldi” diye bize hatırlatıyor. Ve doğru, binlerce genç Kürt, İslam Devletine karşı savaşırken yaşamını yitirmekte öyle ki bunun Batı’da bu grubun saldırılarından korkanların yararına olduğunu unutmamalıyız. “Neden böyle? Böylesine özverili ruhların fedakârlığı neden medyada hak ettiği ilgiyi göremiyor?’’ diye sordu.
Peki, İslam Devleti Reqa’dan sürüldükten sonra ne olacak? Batılı liderler İslam Devleti tehdidi bir kere ortadan kalktıktan sonra gerçekten Suriye halkına ne olacağını önemsiyorlar mı? Mehmet, “Gerçekten çok etnikli ve çok dinli bir toplum kurulmaması halinde Suriye savaşın sıcak yuvası olmaya devam edecektir” diye yazdı. Ve kendisinin ve parçası olduğu hareketin sundukları, bölge için umut vizyonudur: “İnsancıl bir sistemde, insancıl fikirlere dayalı insancıl sosyal yapılar altında yaşarsak, yalnızca insan olabileceğimize inanırız”. İşte inşa ettikleri sistem budur.
Buna rağmen, Suriye Kürt hareketinden temsilciler, son yıllarda Cenevre’deki barış görüşmelerine büyük oranda Türk ve İran muhalefetinden dolayı davet edilmedi. Ve ABD, Kürtleri ihtiyaç duyulduğunda askeri açıdan desteklemekten memnuniyet duysa da, Türkiye’nin Suriye Kürtlerini ‘terörist’ olarak nitelendirmesi ve İslam Devleti üzerinde yoğunlaşmaya çalışan güçlere yönelik provokasyonlarına rağmen, Türk müttefiklerini dikkate alarak Kürtleri diplomatik olarak bir kol mesafesinde tuttu.
Eğer bu devam ederse, Mehmet’in yazdığı gibi: “Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin bağımsızlık oylaması gibi, müzakereler, devletlerin biçimi ve sınırları, daha fazla bölünme, daha fazla duvar, daha fazla nefretin yaratılması üzerine olacak; öyle ki bu güçlere karşı en sert mücadele edenler gibi toplumun farklı bir modeli ve vizyonunu önerenler dışlanır’’.
Şimdi Mehmet Aksoy, Ortadoğu ve nihayetinde insanlık için farklı bir vizyon yaratmaya çalışmak için hayatlarını feda edenler listesine girdi. Londra’dan Suriye’ye cihatçılarla savaşan Suriye Kürt güçleri YPG’nin yanında bir gazeteci ve yönetmen olarak bu amaca yönelik seyahat etmişti ve İslam Devleti Reqa cephesine yakın bir üsse saldırdığında yaşamını yitirdi.
Onu tanıyanlar, hepimizin kaybettiği şeyin farkındalar. Ve Suriye’de onun vizyonunu paylaşanlar hâlâ gelecekte planlanan barış görüşmelerinden dışlanmaktadırlar. Belki de daha fazla savaş ve acı dünyaya getirmenin bir aracı olarak demokrasiden ve kadın haklarından bahseden alaycı politikacılar daima olacaktır. Ancak Batıda bu şeyleri içtenlikle destekleyen bizler Mehmet’in ve onun gibi binlerce kişinin gözyaşları ve kanı içinde boğulmuş bir bölge için yeni bir umut inşa etmek amacıyla yaptıkları fedakarlıkları onuruna bunu değiştirmek için hükümetlerimize baskı yapmak durumundayız.
*Antropolog, politik aktivist ve “Borç: İlk 5000 Yıl” kitabının yazarı David Graeber “arkadaşım” diye hitap ettiği Mehmet Aksoy için The New York Times gazetesine yazdı. Yazı, Reqa düşmeden kaleme alınmıştır.
Çeviri: Suna Alan