A. Haluk Ünal – Diğer Yazıları
Sırada yeni bir seçim var ve önümüzü göremez haldeyiz.
Kafalarımız da karmakarışık çoğunlukla.
Tartışılacak o kadar çok konu var ki, hangi birinden başlanacağını kestirmek zor olduğu gibi, biçer döver misali ilerleyen bir kültürel, iktisadi, siyasi ve militer saldırı karşısında, tartışmaya da fırsat kalmıyor.
Oysa tartışmak, hatta sesli düşünmek bile, özenle yapılırsa, zararından çok yararını göreceğimiz kesindir.
En önemlisi de yarın seçim kampanyasında Yeni Yaşam vaadimiz hangi sloganın arkasında sunulursa sunulsun, birilerine mevcut durum ve yarına ilişkin birşeyler söylemek zorunda olduğumuz açık.
Bu noktada saray merkezli yeni iktidar bloku (YİB) karşısında, parçası olduğumuz muhalefet blokunun imkanlarını, reflekslerini, dışa vurumlarını doğru okumak, analiz etmek önem kazanıyor.
Bir kaç yazı boyunca yapmaya çalıştığım gibi bu yazıda da içinde yer aldığımız muhalefet bloğuna (HDP) farklı açılardan bakma çabamı sürdüreceğim.
Tarihte Kürt toplumunun bu kadar büyük bir kesimi, bu kadar birleşik ve net olmamıştı. Kürt Siyasi Hareketi (KSH), merkezinde Öcalan felsefesinin olduğu bu kesimin, hakiki temsilcilerinden oluşan uluslararası ağın ismi.
KSH, kadim Kürt coğrafyasının bütün parçalarında, yani Suriye, Irak, İran ve Türkiye’de örgütlü olduğu gibi, yaklaşık 200 kadar ülkede de değişik niteliklerde organize olmuş durumda.
PKK de dahil yüzlerce farklı nitelikte siyasal, sosyal ve kültürel formasyondan oluşan bu ağ, milyonlarca insanın etkileşimini ve ortak hareketini sağlıyor.
Kürt toplumunda KSH’ün temsil alanı dışında kalan, irili ufaklı sayısız parti, grup ve stk mevcut elbette. Ancak bunların kitlesel gücü oldukça sınırlı. Bu açıdan kayda değer tek güç Barzani’nin KDP’si.
KDP, özellikle Irak Kürt Yönetimi bölgesinde çok güçlü. Diğer parçalarda da az ya da çok etkinliği söz konusu. (Son başkanlık seçimleri süreci gösterdi ki, Irak Kürdistanında da her geçen gün önemli bir güç kaybı yaşıyor.)
Barzani ile Öcalan felsefesini esas alan kesimler arasında çok temel farklar olmasına rağmen, yakın ve orta vadede bizi ilgilendiren ana konuda fiilen aynı zemini paylaşıyorlar: Federalizm ve Özerklik…
Elbette özerkliğe verdikleri anlam da oldukça farklı; ama nihayetinde, her iki kesimin de özerklik tanımları, en genel çerçevede birbirini besleyebilen, birbirinden beslenebilen bir zihni arkaplandan neşet ediyor.
Kürtlerin coğrafi adlandırmasıyla kuzey Kürdistan, yani Türkiye sınırları içinde kalmış olan parça, hem tarihen hem aktüel olarak, bütün diğer parçalara göre her bakımdan en gelişkin toplum kesimini barındırdığını biliyoruz.
Hatta bu nedenle PKK’nin “devrimin” kuzeyden başlayacağına çok inanmış olduğunu da biliyoruz; ta ki Rojava süreci patlayana kadar.
Ansızın yüzyüze kaldıkları Rojava devrimini önce şaşkınlıkla, sonra sevinçle karşılamış olduklarını da biliyoruz.
Suriye’nin kuzeyinde kurdukları üç kanton, Ortadoğu’da gelişen uluslararası vekalet savaşında masaya şimdiden sürülmüş bir teklif, güçlü bir model.
KSH, benzer bir teklifi, çok daha önceden Türkiye için de ortaya koymuştu.
Öcalan, Türklerle Kürtlerin işbirliğinin hem iki topluma hem de bütün Ortadoğu’ya barış ve refah getirebileceğini anlatıyordu.
Özal’ın bu teklifi ciddiye aldığı için öldürüldüğü söylentisini yabana atmamak gerek.
Öcalan’ın bu önerisini basın aracılığıyla bizim bile buradan duyabildiğimiz bir dönem söz konusu.
Hadi bunlar, o yıllarda sözden ibaretti. PKK’de merkeziyetçi, reel sosyalizme angaje bir örgüt olmakla yüzleşmeye yeni başlamıştı.
Kim ne derse desin artık koskoca Rojava süreci tartışılmaz bir kanıt olarak ortada duruyor.
Öcalan’ın teklifi, Bütün Avrupa Birliği ve ABD yurttaşları için tartışılmaz yönler içeriyor.
Merkeziyetçi, bürokratik bir devlet aygıtı bu toplumlara çok yabancı.
Yerinden yönetim, öz yönetim ya da en doğru ifadesiyle adem-i merkeziyetçilik AB ve ABD nin çimentosunda var.
Üstelik HDP projesiyle bu teklif Türkiyelileşmekle kalmadı; başlangıç olarak bu teklifin arkasına toplanan 6 milyon seçmen iktidara ortak olmak istediğini de ilan etmiş oldu.
Şimdi YİB’in, yani ergenekoncuların ve sarayın baktığı yerden bakalım.
Karşımızda artık klasik, geleneksel bir PKK’nin olmadığını, çok uluslu, çok dilli, çok dinli, Ortadoğu’nun geleceğinde belirleyici bir role sahip bir hareketin, ya da bir bloğun durduğunu görmez miyiz?
Savaş nasıl çıktı; nasıl bu kadar büyüdü; nasıl doksanlara rahmet okutacak hale geldi; sorularının yanıtı buralarda aranmalı bence.
Bana sorarsanız, YİB’in savaş planı iki koldan gelişecekti.
Bir kol Kilis’ten Suriyenin 30 kilometre içine kadar TSK’nın denetim alanını yaratacak; ikinci kol da şu an sürmekte olan Kandil ve Kuzey Kürdistan coğrafyasındaki PKK’ye saldıracaktı.
Uluslararası koalisyon birinci koldan planlanan operasyona izin vermedi. En azından şimdilik.
Ama belli ki İncirlikle ilgili ihtiyaçlar ve pazarlık öyle gelişmiş ki, Kandil’in, Mahmur’un bombalanmasına evet denmiş. En azından şimdilik.
Aksi halde açıklanamaz ve sürdürülemez bir durumdan söz ediyor olurduk.
ABD’nin biri stratejik, diğeri taktik iki müttefiki birbiriyle savaş halinde…
Bu arada KDP, KSH’ye her fırsatta çelme takıyor, İran bir kaç gündür yeniden Kandile saldırıyor.
Tesadüf olmasa gerek.
Bu durumun kısa vadede bizi ilgilendiren kısmı KSH’nin Ortadoğu’da başta Suriye ve Türkiye olmak üzre Irakta ve İranda geliştirdiği teklifin uluslararası kapsayıcılığı ve anlamı.
Eğer Rojava’yı görmemiş olsam, ben de daha temkinli yaklaşıyor olabilirdim.
Ancak Rojava’yı gördükten sonra bu teklife kuşkulu yaklaşmayı bırakın, dört elle sarılmak gerektiğine inanıyorum.
Ancak bu noktada benim gibi düşünenlerin önünde sanırım iki önemli soru(n) var.
Birincisi, Türkiye’de HDP’nin temsil ettiği bu blokun tarihi anlamını önemini, bizim dışımızdakilere nasıl anlatacağız?
Yani, Ortadoğu’da, dolayısıyla Türkiye’de gelişen mezhep ve etnik nefretlerden beslenen savaşın karşısında; seküler (bunun altını on kez çiziyorum) demokratik, eşitlikçi, öz yönetimci, ekolojist ve kadını merkeze alan (bunun da altını on kez çiziyorum) tek önerinin KSH’nin önerisi olduğu, gerçeğini nasıl anlatacağız?
İzmirli laisist genç kadınların yaşam biçimini ancak demokratik federalizmin koruyabileceğini nasıl anlatacağız?
Ya da HDP’ye verilen oyların Ortadoğu’nun geleceğinde bir rol sahibi olduğu gerçeğini nasıl anlatacağız?
İkincisi, KSH’ye yönelen topyekün askeri saldırının Kürt halkında yarattığı politik ritim ve tempoyla biz Batılı HDP lilerin ritmi ve temposu arasındaki uyumsuzluğu nasıl senkron hale getireceğiz?
Farkındaysanız başlıktaki önermeye geldik.
KSH, Türkiye, Suriye, Irak ve İran’da yoğun, sert, ölümcül saldırılara kitlesel direnişlerle yanıt veriyor.
Dün taş atan gençler, bu gün silahlanmış, Cizre gibi onlarca yerleşim birimine binlerce polis, asker, özel harekatçılardan oluşan güçleri sokmuyor.
TSK askerleri cenazeleri arkalarında bırakıp çekilmek zorunda kalıyor ve sonra gidip alamıyor. Siviller çatışma bölgesine gidip, cenazeleri alıp, tutanakla devlete teslim ediyor.
Milyonlarca Kürt, Arap, Süryani, Ezidi Suriye’de Rojava’da Şengal’de bir ansamble oluşturmuş, demokratik federalizm yolunda ilerliyor; ve en büyük engelle, IŞİD katillerine direniş dersi veriyor.
Şehirler arası bir çok ana arterde HPG’nin yerleştirdiği patlayıcılarla onlarca konvoy tahrip ediliyorsa, bu arterlerin gece kontrolü TSK da değil demektir.
Bütün bu kaotik görünen ortamda Kürt halkının talebi çok net, öz yönetimlerin/demokratik federalizmin beyaz tülbent bayrağı temel siyasi talep olarak dalgalanıyor.
Artık hiç bir müzakere masası, bu noktadan daha geri bir yerde kurulamaz, dedikleri çok açık değil mi?
Peki biz, Batı’lılar ne durumdayız?
Gladyo idaresindeki bir kaç bin 15-20 yaş arası, ırkçı, yoksul çocuğunun yarattığı şiddet rüzgarı karşısında çoğumuz ne yapacağımızı şaşırdık.
Aklımıza gelen en “parlak” fikir, “PKK tek taraflı ateş kessin, bunları açığa düşürelim,” önerisi oldu.
Elbette farkındayım, bu çocukları sokağa sürenler, bizlerin elinden bir kaza çıkmasını, nefsi müdafa derken, bir kaçının kanının dökülmesini bekliyorlardı.
Bu oyuna düşmemek gerekiyordu; iyiki de düşmedik.
Ama, itiraf etmeliyiz ki, aklımıza kifayetsiz bir kaç mitingden başka birşey de gelmedi.
Çoğunluğu yeni milletvekillerimize, bakanlarımıza, Cizre’ye kadar, BDP ve DBP li yoldaşlarımızdan alıştığımız tarzı deneyimleyecek fırsatı bizler sunamadık.
Ama sonuç olarak görüldüğü üzre Kürt halkı çok net.
Beklendiği gibi mahallelerini savunan gençlerle de kavgalı değiller.
PKK’ye de bir kızgınlık, eleştiri, itiraz emaresi görülmüyor.
Üstelik, korucular bile onlarla, yüzlerle silah bırakıyor.
Hayır belki, “bağımsızlık” filan deseler, bir çokları rahat edip, rahat uyuyacak.
Oysa Kürt halkı, KSH, inatla ulus devlete karşı olduğunu, demokratik federalizm, demokratik ortadoğu istediğini ilan ediyor.
Ne Suriye’nin bütünlüğüne, ne Türkiye’nin bütünlüğüne karşı değiliz, diye bas bas bağırıyorlar.
Tersine ayrılmak yerine Kürt halkı, yaşadığı tüm ülkelerde “iktidardan pay” talep ediyor.
Peki biz Batı’lılar ne yapacağız?