Halit Elçi yazdı
Bizler, kapitalizmde hukukun asla farklı sınıflar karşısında “eşit” ve “adil” biçimde davranamayacağını, sömürü ve baskı düzenini korumanın hukukun asli görevi olduğunu biliriz.
Düzenin ideologlarının, hukukun “eşitlikçi” ve “adil” olduğu yönündeki iddialarının, onun sınıfsal karakteriyle teoride ve pratikte kaçınılmaz biçimde çeliştiğinin farkındayızdır. Ama bir de egemen sınıfların görünürde savuna geldikleri hukuk ilkelerini de çiğnedikleri, olağanüstü dönem hukuku ya da “savaş hukuku” vardır. Genellikle, ya ezilen sınıfların başlarını kaldırdıklarında onları ezmek için ya da kendi aralarındaki iktidar paylaşım savaşlarını çözmek için bu “olağanüstü” hukuk uygulamasına başvururlar.
İşte AKP’nin son beş yılında toplumun gündemine sokulan “torba dava”lar, bu “olağanüstü hukuk”la yürütüldü. Artık egemen sınıfların ayağına dolanan, sermaye birikim süreçlerini riske sokan eski rejimin -başta Ordu olmak üzere çeşitli kurumlardaki güçlerinin tasfiyesi için yapılan Ergenekon, Balyoz, Casusluk vb davalar, AKP eliyle sermayenin yeni rejiminin kuruluşuna hizmet etti.
Binlerce Kürt siyasetçinin dalga dalga yapılan operasyonlarla hapse atılıp yargılandığı KCK davaları ile yine dalga dalga operasyonlarla genişletilen Devrimci Karargâh (DK) davası ise düzen dışı halk muhalefetinin tasfiyesine ya da “yola getirilmesi”ne yönelikti. DK torba davasına sokulan sosyalistlerin büyük çoğunluğunun önemli bir özelliği, enternasyonalist bir çizgiye sahip olmaları ve Kürt Özgürlük Hareketi’yle ittifak ve mücadele birliği anlayışını ısrarla savunmalarıydı.
Bu torba davanın gerçek yanını, Devrimci Karargâh adlı örgüt oluşturuyordu. İstanbul’da kuşatıldığı evde polise teslim olmayı reddedip çatışarak ölen Orhan Yılmazkaya ve daha sonra yaptığı askeri eylemlerle adını duyuran bu örgüte açılan dava, bu örgütle organik veya politik hiçbir ilişkisi olmayan örgütlerin yönetici/sözcü ve üyelerinin akıldışı yorumlarla bu yargılamaya dahil edilmeleriyle bir “torba dava”ya, sosyalist harekete karşı bir komploya dönüştürüldü.
21 Eylül komplosu
21 Eylül 2010 sabahı başlatılan operasyonla Toplumsal Özgürlük Platformu (TÖP), Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) ve Sosyalist Parti’nin yönetici/sözcü ve üyelerinin evleri basıldı ve çoğu tutuklandı. Daha sonraki dalgalarda da Türkiye Gerçeği ve Devrimci Hareket dergisi yazar ve okurları torba davaya sokuldu. Sadece örgütlü sosyalistler değil, bağımsız devrimciler, gazeteciler, sendikacılar ve hatta sıradan insanlar da torbaya atıldı. Üstüne bir de bonus verildi; devrimcilerin işkencecisi, polis şefi (o sıralarda Gülen Cemaati’yle arası açılan) Hanefi Avcı da “terör örgütü üyesi” olmak suçlamasıyla davaya dahil edildi.
Mahkeme süreci tamamen göstermelik bir yargılama şeklinde geçti: Emniyet’te imal edilmiş, mantık ötesi yorumlara dayandırılan uyduruk deliller, gizli tanıklar, her sayfasında “kanıt olarak kullanılamaz” yazan ve sonradan dosyadan çıkarılan MİT raporları, sanıkların dikkate alınmayan talepleri vb…
Dava hukuken çökmüştür
Buna rağmen sosyalistler ve avukatları Savcılığın iddialarını birer birer çürüttü. Eğer bu az çok hukuki bir yargılama olsaydı, hemen hepsi tutuklanmadan salıverilirdi ama öyle olmadı tabii. Bazı sanıklar yıllarca hapis yattı. Özel Yetkili Mahkeme, çeşitli sosyalist örgütlerin yönetici ve üyelerine, Devrimci Karargâh üyeliğinden cezalar yağdırdı. Son olarak, Cemaat’in çizgisinde olduğu bilinen Yargıtay 9. Dairesi 24 Aralık’ta bu cezaların çoğunu onayladı. “Terör örgütü üyeliği”nden verilen cezası onaylananlar arasında, geçmişte TÖP Sözcülüğü yapan, bugünse Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi’nin Eş Genel Başkanlığını yürüten Tuncay Yılmaz da var. Bir siyasi partinin eş başkanının tamamen farklı bir politik ve örgütsel kimlikteki başka bir örgütün üyesi olduğunu hangi mantık, hangi zekâ kabul edebilir? Diğer sosyalistler için de aynısı geçerlidir. Bunun tek bir anlamı var: Bu davada tüm hukuk normları çiğnenmiş, düşman hukuku uygulanmıştır.
Sosyalistlere yönelik bu komplo davanın uygulayıcılarının Emniyet, medya ve Yargı’daki Cemaat kadroları olduğu gerçektir. Ama AKP’nin onayı ve desteğiyle yürütüldüğü de bir o kadar gerçektir. Bu hukuk cinayetinin siyasi sorumlusu dün de bugün de AKP’dir. Bugün AKP ve Cemaat’in düşmanlaşmış olması, onların suç ortaklığını örtemez.
Devrimcilere boyun eğdiremezsiniz
Bu dava devrimciler tarafından sadece hukuki bakımdan çökertilmemiş, aynı zamanda politik hedefleri de boşa çıkarılmıştır. Sosyalistlere verilen “Kürtlerden uzak durun” mesajına karşılık Kürt Özgürlük Hareketi’yle birlikte Halkların Demokratik Kongresi/Partisi kurulmuştur. “Birleşmeyin” mesajına karşılık ise SYKP’nin kurulması ve güçlenerek yoluna devam etmesidir.
Düşmanın bu saldırısına SYKP Eş Genel Başkanı Tuncay Yılmaz’ın şu sözleri en iyi cevaptır: “Bizim alnımız açık, başımız dik! Onların bizi yargılamayı kurguladıkları bu torba davada biz onların faşist, sömürücü, işbirlikçi, gerici düzenlerini yargıladık. Kurdukları ‘son tezgâhı’ bozduk, davalarını çoktan çökerttik! Ceza vermesinler diye eğilip, bükülüp kıvranmadığımız gibi ceza aldıktan sonra da mücadeleden geri durmadık! Bugün verdikleri karar sadece mücadeleye hangi alanda devam edeceğimizi belirleyecektir. Yoksa esasa ilişkin değildir!”