SEÇTİKLERİMİZ -Fehim Taştekin’in Duvar’daki yazısı: IŞİD korkusunun ulusal politikaları tayin eder hale geldiği Batı’da da kalkıp “İsrail El Kaide ve IŞİD’i destekliyor” demeniz ‘antisemitist’ diye damgalanmanıza yeter. Batılı istihbarat servislerinin Amman Operasyon Odası üzerinden radikallerle çevirdikleri oyunları hatırlatmanız da sizi kurtarmaz
Siyasal İslamcılara sorsan her taşın altında Siyonist ve İsrail parmağı ararlar. Söylemde her biri işgale karşı Hanzala’dır!
Ne var ki Suriye krizi İslamcılığın manifestosunu tarumar etti. Gazze’ye vururken “Kahrolsun İsrail”; Şam’ı vururken “Çok yaşa İsrail” nidaları.
1970’lerde silahlı kalkışmaya başladığında Müslüman Kardeşler’in arkasını sıvazlayan tayfadan haberi olanlar için Suriyeli muhaliflerin şimdi nükseden İsrail aşkı pek şaşırtıcı gelmez. Ama bizim diyarda nedense madalyon hep tek yüzlüdür! İkiyüzlülük genel geçer akçe olsa da!
İsrail için terörist örgüt Hizbullah’tır, İslami Cihat’tır ya da Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’dir. IŞİD ve Nusra Cephesi sakıncalıdır ama dost muamelesi görür! Çünkü asıl düşmanının başına beladır. Cihatçıları minnettar eden bu durum sorgulanmaz. Aynı çelişki cihatçı tehdidini tattığı halde Avrupa’da daha da katmerli; buralarda da kimse “İsrail IŞİD ya da El Kaide’yi mi destekliyor” sorusunu ağzına alamaz. İsrail’in bu tehlikeli örgütlerle Golan Tepeleri’nde çevirdiği dümenler BM raporlarına girse bile kimsenin kaşı kalkmaz. Yakın geçmişin malum korkunç günahları yüzünden kimse o topa girmez…
***
İsrail son olarak 27 Nisan’da Şam Uluslararası Havaalanı yakınlarında bir tesisi vurdu. Reuters, İran’ın uçakla gönderdiği silahların hedef alındığını bildirirken Şam’daki kaynaklar askeri bir tesisin vurulduğunu ancak hedef alınan bölgede Hizbullah karargâhının bulunmadığını kaydetti. İsrail İstihbarat Bakanı İsrael Katz “Suriye’deki olay, İsrail’in İran’ın Suriye üzerinden Hizbullah’a gelişmiş silah göndermesini önlemeye yönelik politikasına uygun” diyerek saldırıyı teyit etti.
Geçen ay da İsrail, Palmira’da Tiyas Hava Üssü yakınlarında bir ordu mevzisini vurmuştu. Gerekçe aynıydı: “Hizbullah’a giden İran silahları.”
Palmira’da vurulan askeri noktanın Golan’la ne alakası var? Suriye yönetimine göre ise saldırı Palmira’da sıkışan IŞİD’e verilen destekti.
İsrail daha önce Şam civarında gerçekleştirdiği saldırıları da “İran ya da Suriye’nin Hizbullah’a gönderdiği silahları hedef alıyorum” diyerek haklı çıkarmaya çalışmıştı. Uluslararası sirklerde birçok tarafın gözü kapalı kabul ettiği bir ‘savaş diplomasisi’.
Benyamin Netanyahu hükümeti bu türden bir saldırgan politikayı “İran ve Hizbullah Golan’dan İsrail’e karşı yeni bir cephe açmaya çalışıyor” iddiasına dayandırıyor. Ancak Suriye’deki mevcut güç ve cephe dağılımı bu iddiayı haklı çıkaracak gibi değil. Suriye’de ölüm kalım savaşı verilirken bir de İsrail’e cephe açmak pek akıl kârı değil.
Peki, savaş Suriye-İran ekseni lehine biterse (İsrail’e göre sayıları 20-25 bini bulan) İran destekli unsurlar Golan’ı özgürleştirme hedefine yönelir mi? Elbette kafa yormaya değer bir soru ama şu aşamada ‘İsrail’e cephe açma iddiası’ sadece Tel Aviv’in El Kaide ve IŞİD’in işini kolaylaştıran operasyonlarını örtme çabasından öteye geçemez. Ayrıca Suriye’de İran unsurlarının kalıcı olması konusunda hem yönetim hem de halk arasında kayda değer rezervlerin olduğunu hatırlatalım. Aynı rezervler, İsrail’le ilişkilerini başka bir şeye feda etmeyen Rusya için söz konusu değil. Rusya’nın sahada İran ve Hizbullah’la kurduğu ortaklıkla ilgili İsrail’e verdiği güvenceler de son derece önemli.
***
‘Hedef’ ilişiğinde Hizbullah olsa da saldırılar Lübnan değil Suriye’de gerçekleşiyor. İsrail, Hizbullah’ı parmakla gösterse de bu saldırılarla esasen Suriye’deki savaşta kendi tarafına doğrudan ya da dolaylı olarak katkı sunmuş oluyor.
“İsrail’in kendi tarafı”ndan neyi kast ettiğime gelirsek… Ben geçen ocakta Kuneytra’ya gittiğimde İsrail’in işgal altındaki Golan Tepeleri’nde Nusra Cephesi ve diğer silahlı örgütlere nasıl yardım ettiğine bazı tanıklıklar dinledim. İsrail-Nusra ilişkisi ne bölge insanı için sır ne de BM Ateşkesi Gözlem Gücü (UNDOF) için. UNDOF, İsrail’in sınır hattında silahlı gruplarla ilişkilerini 2014’te BM Güvenlik Konseyi’ne rapor etmişti.
2015’te dönemin İsrail Savunma Bakanı Moşe Ya’alon, Tel Aviv’de bakanlık binasında diplomasi muhabirleriyle sohbet ederken Suriye yönetimine karşı savaşanlara verdikleri desteği şöyle dile getirmişti:
“İki koşulla onları desteklemekteyiz: Sınıra fazla yaklaşmayın ve Dürzilere dokunmayın.”
Bu itiraftan sonra Ya’alon, 22 Nisan 2017’de Kanal 10 televizyonuna verdiği demeçte bu kez İsrail’in IŞİD ile temasına dair bir ifşaata imza attı:
“Suriye’de çok sayıda taraf var: Rejim, İran, Ruslar ve hatta El Kaide ve IŞİD. Bu şartlar altında bir yandan çıkarlarınızı koruyacağınız, diğer yandan müdahil olmayacağınız sorumlu ve dengeli bir politika geliştirmelisiniz. Çünkü İsrail bir taraf adına müdahale ederse bu diğer tarafın çıkarlarına hizmet eder. Bu yüzden İsrail olarak kırmızı çizgilerimizi ilan ettik. Her kim egemenlik hakkımızı ihlal ederse tüm ağırlığıyla bütün gücümüzü anında hissedecektir. Çoğu zaman ateş rejimin kontrolü altındaki bölgelerden geliyor. Ancak IŞİD’in bulunduğu noktalardan saldırı yapıldığında IŞİD hemen İsrail’den özür diledi.”
İsrail medyası “Bizim niye haberimiz yok” diye şaşakaldı. Demek ki IŞİD özrünü iletecek kadar İsrail’le iletişim kanalına sahip.
***
İsrail’in çok fazla kendini ele vermek istemeyen dahlini, Donald Trump’ın güvenli bölgeler oluşturma planlarında da aramak lazım. Tampon ya da güvenli bölge denilince akla hemen Türkiye’nin üzerinde durduğu Azez-El Bab ve İdlib cepheleri akla geliyor. Ancak Amman’da Batılı istihbarat servislerinin kontrolündeki Operasyon Odası’nın pişirmeye çalıştığı plan Dera odaklı. Son zamanlarda Nusra liderliğindeki Tahriru’ş Şam ve müttefiklerinin Dera’da artan saldırıları ile kurtarılmış bölge planları arasında bir bağ olmalı. Suudi finansörlüğünde Doğu Avrupa’dan Suriye’ye silah sevkiyatının arttığına dair haberler de bu planlarla ilgili bulmacayı tamamlıyor. Dera’da bu plan yürüyecekse İsrail de bunun lojistik ve istihbarat ayağında yer alıyor demektir.
İsrail’in cihatçı gruplarla iştigal etmedeki motivasyonunu anlamak için kafa patlatmaya gerek yok. Moşe Ya’alon 19 Ocak 2016’da Tel Aviv’de düzenlenen Ulusal Güvenlik Etüdleri Konferansı’nda “İran karşısında IŞİD’i tercih ederim” demişti. Bunu derken hala Savunma Bakanlığı koltuğundaydı.
İsrail Askeri İstihbarat Şefi Tümgeneral Herzi Halevi de tam altı ay sonra 19 Haziran 2016’da Herzliya Konferansı’nda IŞİD’i neden tercih ettiklerini söylemekten çekinmemişti:
“İsrail, Suriye’deki durumun IŞİD’in yenilgisiyle sona ermesini istemiyor. Süper güçlerin bölgeden çekilerek İsrail’i Hizbullah ve İran’ın karşısında yalnız bırakması İsrail’i güç bir duruma sokar. Kendimizi böyle bir pozisyonun içinde bulmamak için elimizden geleni yapmak zorundayız.”
Suriye’deki kanlı sürecin başından beri İsrail’in çıkarlarıyla ilgisi var. Sahte Hanzalalar bunu görmese de hakikat budur. Doğu’da bu gerçeğe parmak basmak sizi İrancı ve Esadçı yapar, maazallah!
IŞİD korkusunun ulusal politikaları tayin eder hale geldiği Batı’da da kalkıp “İsrail El Kaide ve IŞİD’i destekliyor” demeniz ‘antisemitist’ diye damgalanmanıza yeter. Batılı istihbarat servislerinin Amman Operasyon Odası üzerinden radikallerle çevirdikleri oyunları hatırlatmanız da sizi kurtarmaz!
İsrail’i yönetenlerin itiraf etmekten çekinmediğini söylemenin bile cesaret gerektirdiği bir dünya; ne denli dürüst ne denli insancılsın!