SAİT ÇAKIR yazdı: – “AKP yıllarında kamu borç stokunun milli gelire oranının yüzde 30’a kadar gerilemesinin arkasında kamunun başta sınai yatırımlar olmak üzere diğer bütün kalemlerde kemer sıkma politikaları uygulayıp kapitalistlere faiz ödemelerini aksatmamış olması gerçeği yatıyor. O çok küfredilen “faiz lobisine”..
SAİT ÇAKIR
Mehmet Şimşek basına verdiği son demeçte Hazine'nin borçlanma limitini arttırmak için kanun çıkarılacağını duyurdu. Konuyu takip etmeyenler için kısa bir özet verelim.
Eski hazine müsteşarı Mahfi Eğilmez'in hesaplamalarına göre Hazine 2017 yılı süresince mevcut yasalara göre 47,4 milyar tl borçlanabiliyor. Ancak akp iktidarı daha şimdiden 44,8 milyar tl'lik borçlanma gerçekleştirmiş bulunuyor. Hazine borçlanma limitini kendi inisiyatifiyle yüzde 5, ayrıca bakanlar kurulu kararıyla da ilave yüzde 5 arttırabiliyor. Yani borçlanma limiti, kanun çıkarmaya lüzum olmaksızın 2017 yılı için 52,2 milyar TL. Buna göre hazinenin yılın geri kalanında borçlanma hakkı sadece 7,4 milyar TL.
Bu yıl bütçe açığının milli gelire oranının kritik eşik kabul edilen yüzde 2.5-3'e çıkacağı bekleniyor. Maliye bakanı bile milli gelirin yüzde 2'si civarında bir bütçe açığından söz ediyor ki bu oran geçen yıl yüzde 1 civarındaydı. Bu yüzden hazinenin borçlanma hakkı artan bütçe açıklarının finansmanında yeterli olmayacak ve AKP borçlanma limitini arttırmak için yeni bir kanun çıkarmak zorunda kalacak.
Kamu maliyesinde bozulma eğilimi
IMF dayatmalarıyla benimsenen daraltıcı maliye politikalarının en önemli göstergesi faiz-dışı fazladır. Bütçe gelirlerinden, faiz dışındaki harcamalar düşüldüğünde elde edilen fazla kamu borç stokunu eritmek için serbest hale gelir. AKP yıllarında kamu borç stokunun milli gelire oranının yüzde 30'a kadar gerilemesinin arkasında kamunun başta sınai yatırımlar olmak üzere diğer bütün kalemlerde kemer sıkma politikaları uygulayıp kapitalistlere faiz ödemelerini aksatmamış olması gerçeği yatıyor. O çok küfredilen "faiz lobisine"…
Son yıllarda enflasyon, işsizlik, büyüme, döviz kurları gibi birçok makroekonomik gösterge ciddi ölçüde kötüleşirken AKP'nin uluslararası finans kapital'e pazarlayabildiği tek "olumlu" gösterge kamu maliyesine ilişkin veriler oldu. Ancak AKP'nin elindeki bu son olumlu istatistik de giderek bozuluyor.
2009'dan beri ilk defa Haziran 2017'de yıllıklandırılmış faiz dışı bütçe dengesi negatife döndü ve 4,8 milyar TL açık verdi. Bu yılın Haziran ayı itibariyle son on iki aylık bütçe açığı 55,6 milyar TL oldu.
Bu yılın ilk yarısında bütçe açığı 25,2 milyar lira açık verdi; geçen yılın aynı döneminde bütçe 1,1 milyar lira fazla vermişti. Bir başka deyişle, bu yılın ilk 6 ayında kamu harcamalarından gelen "şok" 26,3 milyar TL.
Merkezi yönetim bütçe açıklarına paralel olarak hazine nakit dengesi de ciddi açıklar veriyor. Bu yılın ilk altı ayında söz konusu açık 33,4 milyar TL'yi buldu.
Sonuç olarak hazine kriz yıllarından bu yana ilk defa iç borç ödemelerinden daha fazla borçlanarak iç borç çevirme oranını yüzde 114'e çıkardı ve borç verilebilir fonlarda ciddi bir daralmaya sebebiyet verdi. Bu yılın ilk 6 ayında 54 milyar lira iç borç servisi yapan Hazine 61,7 milyar TL borçlanarak piyasadan yaklaşık 8 milyar TL fon çekmiş oldu. Faizlerin yüksekliğinden şikayet eden AKP, bütçe açıkları kanalıyla ekonomiyi canlandırmaya çalıştığı için faizlerin yükselmesinin baş-müsebbibidir. AKP, politikada olduğu gibi ekonomide de neden olduğu sorunlardan şikayet eden bir partidir.
Sorunun kökeni
Peki, sıcak paracı uluslararası finans kapital'e pazarlanan en pozitif gösterge kabul edilen kamu maliyesi, niçin bozulma eğilimine giriyor?
Maliye bakanı Naci Ağbal, ekonomiyi canlandırma ve istihdam teşviklerinin bütçeye yükünün 11,9 milyar tl olduğunu duyurdu. Ancak bu rakam düşüldüğünde bile ciddi bir bütçe açığıyla karşı karşıyayız.
Burada bir parantez açalım. Yukarıda 2017 yılının ilk yarısında kamu harcamalarından gelen 26,3 milyar TL'lik bir pozitif şok'tan söz ettim. Bunun esas sebebi, Türkiye burjuvazisinin sermaye birikiminde yaşadığı ciddi tıkanmadır. Onca kredi garantisine, istihdam teşvikine, prim desteğine, vergi muafiyetine rağmen bu yılın ilk çeyreğinde özel sektörün makine-teçhizat yatırım harcamaları yüzde 10 daraldı. Özel sektör teklerken AKP kamu açıklarıyla toplam harcamaları genişletiyor. Bir başka deyişle, bütçe açıklarının tek sebebi referanduma bağlı politik konjonktür değildir. Sermaye birikimindeki tıkanma daha ciddi bir neden olarak karşımıza çıkmaktadır. Parantezi kapatıp devam edelim.
AKP'li yıllarda bütçe disiplini adı altında yürütülen politikalar tek seferlik gelirlere dayanmış ve sürdürülemez niteliğe sahip olmuştur. Özelleştirme gelirleri, 2B arazi satışları, vergi barışı, Merkez Bankası'ndan bütçeye transfer edilen yüksek temettüler gibi tek seferlik gelirler sayesinde bütçe açıkları kontrol altına alınabilmiştir. 2002-2015 yılları arasında sadece özelleştirme gelirleri 58,8 milyar dolardır.
2017 Haziran ayı itibariyle yıllıklandırılmış reel vergi artışı yüzde 2,4'tür. Ancak bu artışın içinde vergi affından elde edilen tahsilatlar da yer almaktadır. Ağbal'ın verdiği bilgilere göre 2016-Kasım/2017-Haziran döneminde vergi affıyla tahsil edilen miktar 18 milyar TL'dir. Bu miktar düşüldüğünde, reel vergi artışı sıfırlanmaktadır.
Benzer bir durum 2016 bütçesi için de geçerlidir. 2016'da bütçeye 11 milyar TL'lik bir özelleştirme geliri ve Merkez Bankası'ndan kurlardaki artışlar nedeniyle elde edilen 9,3 milyar TL’lik temettü transferi sayesinde bütçe açığı frenlenebilmiştir.
Özelleştirme gelirleri, vergi affı tahsilatları, MB'nin temettü transferleri… Bütün bunlar bir defaya mahsus gelirlerdir.
Kısacası, AKP satıp savurmuştur, birkaç yıllık kârına satılan milli varlıklardan elde edilen satış gelirleriyle bütçe açıkları yamanmıştır ve bu sayede kamu maliyesine ilişkin veriler makyajlanabilmiştir. Şimdi elde kalan ve para edecek birkaç varlık da uluslararası piyasalardan borç bulabilmek için Varlık Fonu'na rehin verilmiştir. Deniz tükenmiştir. Bütçede dikişlerin patlamasının ve daha yılın yarısında borçlanma limitlerine dayanmalarının ana sebebi budur.
Vergide utanç tablosu: AKP Türkiyesi, "failed state" olma yolunda
Devlet olmanın modern dünyadaki ölçütlerinden biri de vergi toplama kapasitesidir. Bu bakımdan da AKP Türkiyesi, devlet olma vasıflarını bir bir yitirmekte ve "failed state"e ("çöküntü devlet") dönüşmektedir.
2017 yılı ilk yarısı itibariyle Muhasebat Genel Müdürlüğü'nden derlediğimiz verilere göre, tahsil edilen vergilerle tahakkuk eden vergiler arasında çok ciddi bir uçurum ortaya çıkmıştır. Bu yılın haziran ayında birikimli olarak tahakkuk eden 386,8 milyar liralık vergi gelirine karşılık tahsil edilebilen vergi miktarı yalnızca 246 milyar liradır; vergi tahsilat oranı yüzde 63,6'dır.
Gelir vergisi ve kurumlar vergisinde tahsilat oranı çok daha gerilerde; sırasıyla yüzde 59,7 ve 58,1'dir. 84,3 milyar liralık gelir vergisi, 46,5 milyar liralık kurumlar vergisi tahakkuk etmişken ağırlığını patronların oluşturduğu vergi sorumluları sadece 50,3 milyar liralık gelir vergisi, 27 milyar liralık da kurumlar vergisi ödemişlerdir.
Maliye Bakanı'nın "özel sektörün 140 milyar lira devletten alacağı var" dediği katma-değer vergisindeyse oranlar yüz kızartıcı. Dahilde alınan KDV'de 80,9 milyar liralık vergi tahakkuk etmişken 25,8 milyar liralık bir tahsilat gerçekleşmiştir. Özetle kapitalistler, müşterilerinden topladıkları 100 liralık KDV'nin 68 lirasını kasalarında tutmaktadır. ÖTV'de ise tahsilat oranı yüzde 86,1'dir; 70,7 milyar liralık ÖTV tahakkuk etmiştir ancak patronlar tüketicilerden tahsil ettikleri ÖTV'nin sadece 60,9 milyar liralık kısmını devlete ödemişlerdir.
Burada bir parantez açıp vergi mükellefi ile vergi sorumlusu arasındaki farka değinelim. Gelir vergisinin yarısından fazlasını ücretli emekçiler öderken kurumlar vergisini genellikle şirketler kesimi ödemektedir. Ancak emekçilerin ücretlerinden kesilen gelir vergileri patronlar üzerinden devlete ödenmektedir. Burada ücretlilerden kesilen gelir vergisi stopajında vergi mükellefi işçiler, vergi sorumlusu patronlardır. Aynı şekilde KDV ve ÖTV gibi vergileri şirketler devlet adına tüketicilerden toplar. Burada da vergi mükellefleri tüketiciler, vergi sorumluları şirketlerdir. Kısacası, emekçilerin ve tüketicilerin ödediği vergileri patronlar kasalarında tutmakta ve devlete vermemektedir.
Mülkiyet üzerinden alınan vergilere baktığımızda devletin mülk sahiplerine karşı ne kadar yumuşak davrandığını rakamlardan izleyebiliyoruz. 16,7 milyarlık vergi tahakkukuna karşılık devlet servet sahiplerinden yalnızca 5,7 milyar lira vergi tahsil etmiş. Tahsilat oranı yüzde 34,5.
Sadece fikir vermesi açısından 1993 yılında vergi tahsilat oranının yüzde 84,2 olduğunu not edelim. Türkiye'de devlet vergi toplama kudreti açısından çeyrek yüzyıl öncesinden daha geri bir noktadadır.
AKP'nin emperyalist merkezlere ve uluslararası finans kapitale pazarladığı kamu maliyesi verilerinin iç yüzü budur. Ezcümle, Türkiye'de patronlardan vergi alamayan, sermaye birikimindeki darboğazları aşmak için harcamalarını arttıran, en rantabl varlıklarını müflis tüccar misali elden çıkardığı için manevra alanı kalmayan bitik bir kamu maliyesi ve yitik bir iktidar var.
(Sait Çakır’ın kendi sayfasından alınmıştır)