İç Güvenlik Yasası’nın ayrıntılarını, Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şube Başkanı Şule Arslan Hızal ile konuştuk.
Röportaj: Fatma ACAR
İç Güvenlik Yasası’nın maddeleri meclisten geçiyor. AKP’nin “Ondan olmayan herkesi” karşısına alması, sindirmeye çalışması noktasında eleştirilere sebep olan yasa hakkında bir hukukçu olarak siz ne düşünüyorsunuz?
İç Güvenlik Yasası olarak adlandırılan tasarı bizce sıkıyönetim yasasıdır. Bu tasarı yasalaştığı takdirde -ki pek çok madde Meclisten geçti- başta yaşam hakkı olmak üzere, ifade özgürlüğü, hak arama özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü yok sayılacaktır. Faşist bir yönetim anlayışı ile baskı ortamı oluşacak, yurttaşlar polis ablukasında sabahlara uyanacaktır.
Bu yasa, Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun (PVSK) 16. maddesinde yaptığı değişiklikle, gösteri yürüyüşü sırasında “mala zarar veren veya vermeye teşebbüs eden” kişilere karşı, polise ateşli silahla doğrudan doğruya ateş etme yani öldürme yetkisi veriyor. Yani, bir gösteri yürüyüşüne polis müdahalesi başladığı anda, “yerden taş almaya teşebbüs eden” bir yurttaşın cezasını polis hemen tayin edecek ve cezanın infazını da hemen orada gerçekleştirecektir.
Yine PVSK’da getirilen değişiklikle polise, herhangi bir gerekçe göstermeden ve hâkim/ savcı kararı olmaksızın dilediği kişiyi durdurma, üzerinde, eşyalarında ve aracında, kolluk amirinin sözlü emri ile arama yetkisi verilmektedir. Düzenlemede “aramanın süresi ve yeri konusunda” herhangi bir sınırlama olmadığı gibi aranan kişiye uygulanacak fiili gözaltı süresi de polis müdürünün insafına ve keyfine terk edilecektir.
PVSK’nın 13. maddesinde, akıl hastalığı, sarhoşluk gibi sebeplerin yol açtığı belli acil hallerde polise “sadece yakalama ve kanuni işlem yapma” yetkisi verilmiş iken, bu maddeye “eylemin durumuna göre, koruma altına alır, uzaklaştırır ya da yakalar kanuni işlem yapar” eklemesi yapılmaktadır. Yani ortada suç teşkil eden bir eylem olmasa dahi polise “sokakta gezen” bir kişiye karşı “koruma bahanesi ile” denetimsiz, keyfi gözaltı ve müdahale yetkisi verilmektedir. Bildirimi yapılmış bir yasal gösteride ya da basın açıklamasında, hatta kapalı salon toplantısında dahi polis istediği kişiyi, araçta tutabilecek, karakola ya da herhangi bir yere götürebilecektir. Bu yetki ile yasal bir eyleme yönelen gerici bir saldırıya karşı, saldırganları bertaraf etme amaçlanmamakta; tam tersine polise, koruma bahanesi ile saldırıya uğrayanları döverek gözaltına alma yetkisi verilmektedir.
Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun (CMK) 91. maddesine göre suçüstü hallerinde yakalama işlemi tamamlandıktan sonra, polis hemen savcıyı bilgilendirmek ve savcının gözaltı talimatını almak zorundadır. Getirilen düzenlemede ise başta siyasi suçlar olmak üzere, öldürme, hırsızlık, cinsel saldırı, uyuşturucu ile ilgili suçlar, fuhuş, yağma, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na muhalefet gibi davaya ve soruşturmaya en çok konu olan suç türlerinde gözaltı yetkisi ve kararı polise bırakılmakta, gözaltı süresi de 48 saate çıkarılmaktadır. Bu uygulama ile kişi güvenliği tehlike altındadır. Gözaltılarda işkence uygulamalarına zemin hazırlamaktadır. Gözaltında kayıpların gündeme gelmesi kaçınılmaz olacaktır.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun mevcut düzenlemesinde soruşturma makamı tektir; o da Cumhuriyet Savcısı’dır. İl İdaresi Kanunu’na getirilen değişiklikte ise, “lüzumu halinde” (Bu lüzumun takdiri tabii ki Vilayet Makamına aittir.) suç faillerinin bulunması ve suçun aydınlatılması konusunda her türlü tedbiri almak ve kolluğa emir vermek konusunda tek yetkili makam artık vali olacaktır.
Kolluğun gösterilerde boyalı su kullanması yasal statüye kavuşturulmaktadır. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılanlar tutuklanma riski ile karşı karşıya kalacaklardır.
12 Eylül yasalarını aratmayan adeta bir OHAL kanunu olan bu yasa önümüzdeki süreçte sokakta protesto haklarını kullanmak isteyen toplumun ezilen kesimleri için ne anlam ifade etmektedir?
Bu haliyle yasa, 12 Eylül darbesi sonucu oluşan 1982 Anayasası’na bile aykırı. Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne de aykırılık oluşturmakta. Haziran ayında ülkemizde genel seçim gerçeleşecek. Tam da seçim öncesi bu yasanın gündeme gelmesi düşündürücü. Üstelik siyasi iktidar, Kürt halkına yönelik Kobane’deki katliamları protesto eylemlerini bahane ederek, zaten elinde hazır bir şekilde beklettiği paketi, “kamu düzeni” adına ileri sürüyor. Siyasi iktidar, kolluğun gücünü kullanarak bütün toplum üzerinde baskı oluşturmak ve muhalefeti susturmak istiyor. Böylelikle muhalefet eden kadınlar, işçiler, öğrenciler, sosyalistler, devrimciler, Kürtler, Aleviler sokaklardan uzaklaştırılmak isteniyor.
Bizim ülkemizde hakkını arayan işçilerin, sömürüye itiraz eden yoksulların, şiddete hayır diyen kadınların, barınma hakkına sahip çıkanların, öğrencilerin, Alevilerin, Kürtlerin, gurbetçilerin ve tüm muhaliflerin olağan şüpheli olarak görüldüğü ortadadır. Sokağa çıkan herkes başta yaşam hakkı olmak üzere, temel haklarından yoksun hale gelecektir. Daha yasa geçmeden yasanın provalarına başlandı bile. İzmir’de avukatlar Emniyet Müdürlüğünde darp edildiler, C.Savcısı Adliye içinde, önünde ve eklentilerinde açıklama yapılmasını yasakladı. Neyse ki bu saçma karar tarafımızca ihlal edildi. Ege Üniversitesi’nde öğrenciler, elinde bıçak vs gibi kesici alet bulunan kişiler tarafından saldırıya uğradılar. Ardından üniversite yönetimi adeta e-muhtıra yayınladı.
Öğrencileri etkileyen kısmına değindiniz. Hepimizin bildiği gibi Ege Üniversitesi’nde bir öğrencinin ölmesiyle sonuçlanan olaylar yaşadık ve daha sonra benzeri faşizan saldırılara ve provokasyonlara ülkenin çoğu yerinde şahit olduk. İç Güvenlik Paketi’nin bu kadar tartışıldığı ve oylandığı bir dönemde olmamızla bu olayların yaşanması arasındaki bağlantı nedir sizce?
Biraz evvel de söylediğim gibi yaşananlar prova niteliğinde. Ege Üniversitesi ve diğer üniversitelerde faşistler tarafından saldırıya uğrayan öğrenciler var. Üstelik bu saldırılar çoğu zaman polisin gözetiminde gerçekleşmekte. Maalesef bu sefer Ege Üniversitesi’nde bir öğrenci yaşamını yitirdi, bunun dışında 3 öğrenci ağır yaralandı. Öğrencilerden birinin yarası kalbe yakın bölgede bıçak kesiği şeklinde. Üniversite öğrencilerinin sosyal medyada yaptıkları paylaşımlar ve öğretim görevlilerinin açıklamaları, faşist saldırıların bir süredir devam ettiği yönünde. İç Güvenlik Yasa Tasarısı “kamu düzenini” sağlamak adına getirilmek istendiğinden, mevcut durumun bahane edilmesi pek muhtemel. Hatta kaos ortamının yaratılmaya çalışıldığı dahi düşünülebilir. Nitekim yaşananların hemen ardından Üniversite Yönetimi, “Mevcut ceza yasalarının suç saydığı, eğitim ve öğretimi engelleyici, aksatıcı, terör örgütlerini veya üyelerini, her türlü şiddeti teşvik edici veya övücü görsel, fiziksel, sesli eylem ve aktivitelere ve bu amaçla yapılacak gösteri-yürüyüşlere uygulana geldiği gibi izin verilmeyeceğinin yeniden hatırlatılması kararı alınmıştır.” Okulda aramalar arttırılmıştır. Açılan davalar göz önüne alındığında 1 Mayıs, 8 Mart gibi günlerde yapılan açıklamalar, yürüyüşler, her türlü eleştirel yaklaşımlar örgütsel faaliyet olarak değerlendirilmektedir.
Ege’deki saldırıdan hemen sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde faşist saldırılar gerçekleşti. Üstelik faşist çete üyesi olduğu söylenen kişiler silahla içeriye girerek, güvenlik görevlisini yaraladı. Üniversite öğrencilerinin tacizi derecesine varan üst aramalarına rağmen, silahlı kişilerin nasıl içeriye girdiği soru işaretlerini arttırmaktadır. İç Güvenlik diye adlandırılan yasaya zemin oluşturmak, meşruluğunu sağlamak için benzer saldırılar gerçekleştirilmesi pek mümkün. Fakat kargaşa ortamı, karşıt görüşlü öğrenci kavgası değil, anlatımlardan, açıklamalardan ve malum ülke tarihinden de anlaşılacağı üzere faşist saldırı söz konusudur. İç Güvenlik Yasa Tasarısı’nın yasalaşması halinde kampüsler toplama merkezleri haline dönecektir.
2013 Haziran ayında yaşadığımız Gezi Parkı Direnişi ve 6-7 Ekim olayları yasayı çıkarmak için bahane olarak gösterilmekte. İki hareketin de milyonların sokaklara döküldüğü geniş halk kitlelerine yayılmış hareketler olduğu reddedilemez bir gerçek. Geniş halk kitleleri sokağı bir hak arama alanı olarak tariflerken sokağı ülke gündeminden dışlamaya yönelik bir paketin hazırlanması bir iç savaş korkusu ve hazırlığı olarak yorumlanabilir mi?
Ülkede yaygın ve yerleşik Olağanüstü Hal uygulaması olacağı düşünülebilir. Paketin yasalaşması sonucunda bugüne kadar yaşanan baskı ve şiddet ortamının giderek yoğunlaşacağı, pek çok siyasi parti ve demokratik kitle örgütü tarafından dile getirilmektedir. Bundan sonra her mücadele, her hak talebi, en ufak bir çaba bile zorla bastırılacaktır. En ufak bir hak arama talebi, siyasi iktidar tarafından doğrudan hedef gösterilecektir. Mücadele eden herkes makul şüpheli olacaktır. Halk sokağa döküldüğü oranda yaşanacak sonuca artık iç savaş mı deriz, başka bir siyasi tanımlama mı yaparız, bunu hep birlikte göreceğiz.
Politik bir açıklıkla ele aldığımızda İç Güvenlik Paketi’ne karşı çıkmamak mümkün görünmüyor. Ancak AKP’nin toplum üzerindeki etki alanını ve parlamentodaki vekil sayısını düşünürsek yasanın çıkarılmasını ve uygulanmasını engellemek hayli zor olacak. Siz hukukçuların ve biz aktivistlerin sizce nasıl bir mücadele hattı izlemesi gerekiyor? İç Güvenlik Paketi’ne karşı toplumun ötekileştirilen ve ezilen kesimlerinin önlerine nasıl bir seçenek durmakta?
Hukukçular, işçiler, memurlar, öğrenciler, kadınlar, LGBTİ bireyler, akademisyenler, yoksullar, Kürtler, Aleviler, tüm ezilenler; bu sıkıyönetim yasasına karşı durmak zorunda. Söz konusu düzenleme toplumda biriken öfkeyi dizginlemek, sokağa çıkan toplumsal muhalefeti susturmak, halkların meşru haklarını yok etmeyi hedefliyor. Bu durumda halkın da meşruluk bilinci, direnme hakkı olduğu unutulmamalıdır. Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor. Hukuk yoksa sokak var!
Teşekkür ederiz…
Siyaset’in 23. (Mart 2015) sayısında kısaltılmış hali basılan röportajın tam metnini yayımlıyoruz.