Tuncay Yılmaz yazdı: Böylesine ağır bir sürecin içerisinde, biraz da doğal olarak, HDK ve HDP için bir kongre/konferans atmosferi oluşamadı. Oysa bu kaosun ve çatışmanın içerisinde belki de en önemli siyasal platformlardan biri HDK/HDP konferanslarıdır.
Kürdistan’ın kentleri AKP faşizminin kuşatması altında, hergün 3-5 kürdün katli sıradanlaşmış, demokrasi, barış isteyenin linçi olağanlaşmışken; Amed’den Suruç’a, Ankara’dan Sultanahmet’e canlı bomba saldırıları gündelik politikanın parçası olmuşken sözün gücünü parlatmak elbette zor.
Bu karmaşık gündemde ve zapt u rapt altına alınmış medyada kendine yeterince yer bulamayacak olsa da “sözümüzü” ve örgütsel “konumlanışımızı” güçlendirmek zorundayız.
Tehlikelerin yanı sıra imkanların da arttığı bu süreçte Türkiye coğrafyasının ezilen ve emekçi güçlerinin (bu güçlerin en örgütlü hali olarak HDK/HDP’nin) nasıl konumlandığı bölgenin kaderini belirleyecek düzeyde önem arz etmekte. Bu önem veriş tarihselci bir saplantıdan değil nesnel ve öznel gerçeklikten feyz almaktadır.
Ortadoğu’da çarpışan yerel ve küresel ekonomik/siyasi çıkarlar tüm sabitleri hareketlendirmiş, köşe taşlarını oynatmış (kimilerini yıkmış) bütün bölge halkını ayağa dikmiş durumda. Duruma ilişkin tahliller ayrı bir yazı konusu. Ancak durum içinde işaret edilmesi gereken nesnellik bütün coğrafyanın en ileri üretici güçler ilişki düzeyinin Türkiye’de olduğu gerçekliğidir.
Şimdilerde yeterince güçlü ve örgütlü olmasa da sermayenin çeşitli varyasyonlardan iktidarı karşısında en organize hareketi geliştirebilecek işçi sınıfı Türkiye işçi sınıfıdır. Bu gün işçi sınıfının büyük kesiminin başka ideolojik hegemonyalarla kuşatılmış, manipüle edilmiş olması bu gerçekliği değiştirmez. 16 milyonluk Türkiye işçi sınıfı ordusu etki alanıyla birlikte düşünüldüğünde bölgenin en büyük sosyal gerçekliği, gücü durumundadır.
Sadece işçi sınıfı nüfusunun fazlalığı açısından değil, kapitalist üretim ilişkilerinin gelişkinliği açısından da Türkiye kapitalizmi bölgenin en ileri kapitalizmidir.
Bu nesnellikler Türkiye coğrafyasında gelişecek bir sosyal hareketin/gücün tüm bölgeye etkisinin maksimum düzeyde olmasına imkan tanıyacaktır. Elbette tarih başka türlü akabilir ve dönüşümün öncülüğünü başka sosyal ilişkiler kombinasyonu da alabilir. Bu işin daha çok öznel kısmıdır.
HDK/HDP’ye sadece Türkiye değil tüm Ortadoğu coğrafyasında rol oynama kapasitesini kazandıran işte tam da böylesine bir öznelliktir. Kürt halkı dört parçadaki örgütlülüğü, mücadelesi ve Kürt Özgürlük Hareketi eliyle oluşturduğu siyasal paradigmasıyla bölgenin sömürücü iktidarları tarafından en geride bırakılmış Kürdistan coğrafyasında adeta Marksist “eşitsiz gelişim” yasasını doğrularcasına bölgenin en ileri siyasi hamlesini yapmakta.
Konferans ve kongreler
İşte tüm bu gerçeklik ve gündemin bütün baskılamasına rağmen HDK/HDP konferanslarına yalnızca güncel ve konjonktürel değil aynı zamanda stratejik yaklaşmamızı zorunlu kılıyor.
Kuruluş saiklerimize bağlı kalarak hareket edeceksek konumlanışımızı o çapta yapmayı sürdürmek zorundayız. Bugün mücadelenin ritmi Kürdistan’da tempo kazanmış olsa da biz duruşumuzu ve hitabımızı tüm Türkiye’yi, Ortadoğu’yu gören yerden ayarlamak zorundayız.
Kürdistan’da yoğunlaşan mücadeleyi sıradanlaştıracak, yaşananı kontrolsüz, plansız, arızi bir geçici durum olarak derinliksizce kavrayacak her yaklaşım siyasi iddiada bulunduğumuz coğrafyanın en yüksek kazanım alanını, en güçlü iradesini ıskalamamız anlamına gelecektir. Hakeza, tüm siyaset alanını, ufkunu, konsantrasyonunu bu bölgenin ihtiyaçlarına daraltmak da bu iradeyi yalnızlığa mahkum etmenin demagojisinden başka bir siyaset üretemeyecektir.
Kürt halkının kader ve kazanımlarını Türkiye’nin ve bölgenin diğer halklarının kazanımlarına, birleşik mücadelesine bağlayan yaklaşımımızı güncelleyerek sürdürmek zorundayız. Bu bütünsel perspektif kırıldığı andan itibaren aslında HDK/HDP paradigması çökmüş olacaktır.
7 Haziran’dan bu yana HDK/HDP’yi tüm Türkiye ezilenlerinin ve emekçilerinin değil, Kürt halkının (o da bir kısmının!) temsilcisi dar alanına hapsetmeye çalışan Erdoğan ve AKP’nin planı ancak daha üst düzeyde bir karşılıkla yanıt bulacaktır.
Bu karşılığı oluştururken hep açık tutmamız gereken dört kapıya işaret etmek istiyorum. Elbette bu yeterli değildir, bu kapıları güçlendirecek kırk, hatta çok daha fazla da makama ihtiyaç vardır. Ancak önümüzdeki süreci kazanmak için bu dört kapı olmazsa olmazdır.
1- Faşizme karşı Demokratik ve Sosyal Cumhuriyet
Tayyip Erdoğan iktidarı ülkeyi adım adım faşizme doğru sürüklüyor. Olağan yollarla başkanlığının önünü açamayan Erdoğan küresel ve yerli sermayenin de desteğini alarak olağanüstü hal koşullarında yeni rejimi kalıcılaştırmaya çalışıyor. Toplumun önemli bir kısmını arkasında toparlayabilmiş olsa da geri kalanların önemli bir kısmı da karşısında durmakta hala. İşte bu karşı koyuşu kırmak için faşizmin sopasını halkın en örgütlü kesimi olan Kürtler, sosyalistler, feministler, ekolojistler, öncü işçiler, aydınlar üzerinde sallayıp duruyor.
Kürdistan’daki faşist abluka aslında toplumun en örgütlü kesimi üzerinden tüm ezilenleri ve emekçileri kuşatıp boğmayı hedefliyor.
Bu faşist abluka (tıpkı Hitler Almanya’sında olduğu gibi) emperyalist odaklar, yerli finans kapital ve tekelci sermaye tarafından desteklenmektedir. Bu konudaki en ufak şüphe, kafa karışıklığı mücadele hedeflerinin yanlış belirlenmesine yol açacaktır. Bu kesimler aynı anda farklı kartlara da oynuyor olabilirler ancak, Erdoğan’a 7 Haziran’dan sonra bir kez daha can veren, 1 Kasım sonrası tırmandırdığı faşist uygulamalara sessiz kalan ve bu uygulamaların yaratacağı imkanlara gözünü dikmiş bekleyenler tam da bu çevrelerdir.
Erdoğan iktidarı aynı zamanda Kürtlere ve komünistler karşı mücadele ekseninde eski statüko güçleriyle de buluşmuş durumda. Eski statükonu türk-islam kafalı faşist kadrolarıyla, yeni statükonun İslam-türk kafalı faşist kadroları kafa kafaya verip demokratik ve sosyal bir cumhuriyetin doğuşunun önünü kesmeye çalışmaktalar.
Bu ablukayı dağıtmak için Cizre’ye, Nusaybin’e, Sur’a sahip çıkmak, onlarla dayanışma içinde olmak yetmez. Bu faşist abluka, tüm Türkiye’den demokrasi güçlerince daha büyük ablukayla kuşatılarak dağıtılabilir.
NATO’nun ikinci büyük ordusu ve AKP’nin IŞİD karakterli polisine karşı muhteşem bir direniş gösteren Kürt halkı, Batı’da yükselecek bir mücadeleyle buluşamazsa yalnız kalacak, yenilmese dahi bambaşka mücadele paradigmalarına yönelmek zorunda kalacaktır.
Batı’da yükselecek mücadele ise her daim Kürdistan’daki direnişle etkileşim içerisinde olmakla birlikte ancak demokratik ve sosyal bir cumhuriyetin bütünlüklü talepleri üzerinden gelişebilecektir. Yani, Soma’daki işçinin, Rize’de yaylalarına sahip çıkan köylünün, doğa dostunun, inancını özgürce yaşamak isteyen Alevilerin, gayri Müslimlerin (hatta gayri Sünnilerin!), inançsızların, Faşizmle birlikte daha da koyulaşacak olan muhafazakarlığa, bu muhafazakarlaşma dalgasıyla katmerlenen erkek egemenliğine karşı mücadele eden kadınların, ölüm kalım mücadelesindeki LGBTİ’lerin, yok edilmiş ya da yok sayılmış Anadolu halklarının demokrasi, özgürlük ve eşitlik taleplerini bütünlüklü olarak savunan bir strateji, taktik ve örgüt bütünlüğüyle gelişecektir.
Erdoğan’ın etrafında İslam ve milliyetçilik motivasyonuyla toplanmış milyonları çözecek program, sadece demokrasi taleplerini değil aynı zamanda ve belki de daha çok sosyal talepleri sahiplenen bir program, perspektif olmak zorundadır. AKP’nin konsolide ettiği milyonlar özgürlüğü de demokrasiyi de islamda arayan/bulduklarına inanan milyonlardır. Onların Erdoğan düzeninde bulamadığı herkese iş, onurlu bir yaşamı sağlayabilecek düzeyde ücret, iş güvencesi, sosyal haklar, insanca çalışma saatleri, iş güvenliği, örgütlenme özgürlüğü, parasız eğitim, parasız sağlık, vs…
Erdoğan’ın Hitler tipi bir faşizme geçiş emellerine karşı Kürdistan’da ve tüm Türkiye’de demokratik ve sosyal cumhuriyet mücadelesini yükseltmek, HDK/HDP konferanslarında bu bütünlüklü bir duruşu görünür kılmak zorundayız.
2- Şeriata karşı Özgürlükçü Laiklik
Gerek Ortadoğu’da, gerek Kürdistan’da gerekse de Türkiye’nin bütününde yeni kapitalist-emperyalist saldırı dalgası islamı o ya da bu şekilde kullanarak kendini meşrulaştırmaya çalışıyor. Kar, iktidar ve hegemonya mücadelelerinde Ortadoğu/İslam toplumlarının tarihsel çatlaklarını ustaca kullanıyor, şeriattan, “ılımlı” islama kadar geniş bir yelpazede toplumsal mücadeleyi kapitalist sistem içinde boğmaya çalışıyorlar.
İnançları birbirlerine karşı konumlandırıp, islamı mezheplerine, mezhepleri süreklerine, sürekleri uluslarına, ulusları aşiretlerine parçalayıp bütünselliği yok ederek süreci kontrol altında tutmayı hedefleyen postmodern burjuva aklın karşısında bölgede iki bütünsel ideoloji öne çıkmakta: Şeriat ve özgürlükçü laiklik!
Bir tarafta IŞİD’den El Kaide’ye, Suud’dan AKP’ye, diğer tarafta İran’dan Hizbullah’a kadar geniş bir yelpaze farklı tonlamalarına rağmen “şeriat”la yönettikleri bir düzen stiyorlar. Bunların mevcut güç dizilişlerinde yan yana ya da karşı karşıya olması, ideolojik hegemonyalarını nereye kurmaya çalıştıkları gerçeğini gizlemez.
Elbette bu güçlerin tamamını aynı torbaya koyup toptan, standart bir ilişkilenme, mücadele biçimi belirleme güncel/gerçek mücadeleyi baştan kaybetmek anlamına gelecektir. Ancak mevcut/pratik ilişki biçimi ne olursa olsun elden bırakmamız gereken ve son tahlilde hepsini karşımıza alacağımız mesele topluma sundukları ideolojik paradigmedır.
HDK/HDP yaşamını islami referanslara göre belirleyen milyonları değil ancak toplumu şeriatla yönetmek isteyen anlayışa karşı açıktan hegemonya mücadelesi yürütmelidir. Şeriat karşısında, tüm inançların (yönetimsel ilişkiler dışında) bireysel ya da kolektif olarak özgür ve birlikte yaşayabileceği, kimsenin kimseyi inancı, inançsızlığı üzerinden yargılayıp tahakküm altına almayacağı, kendisine benzetmeye çalışmayacağı özgürlükçü laikliği savunmalıdır.
Konferans ve kongrelerimizde bayraklaştıracağımız bu talep bölgenin özgürlükçü güçlerinin gözlerinin üzerimizde olmasını sağlayacaktır.
3- Savaşa karşı barış
AKP iktidarı ve Türkiye Devleti’nin Kürdistan’da yoğunlaştırdığı kirli savaşı, Rojava’da, Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de devam etmekte olan “Küresel vesayet savaşı”ndan bağımsız ele alamayız. “Savaşa karşı barış” sloganımız sadece Kürdistan’daki gelişmeler için değil tüm bölge halkları için en büyük özlemi işaret etmektedir.
6. yılına yaklaşan Suriye iç savaşında hayatını kaybedenlerin sayısı 400 bini bulmuş durumda. Irak, Yemen her yeni güne yeni bir katliam, işgal ve canlı bomba saldırısıyla başlıyor. 10 milyon’a yakın insan ülkelerini terk ederek göç kervanında ölüm kalım mücadelesi veriyor.
Savaşın bu coğrafyanın doğasına, tarihine, kaynaklarına ve geleceğine verdiği tahribatın sözünü dahi edemiyoruz.
Yanı başımızda can yoldaşlarımız, mücadele arkadaşlarımız, Kürt halkımıza karşı yürütülen kirli savaşı bu bütünlük içerisinde değerlendirmeli ve barış sloganımızı bu kapsayıcılıkla anlamlandırmak zorundayız.
HDK/HDP konferanslarında yükselteceğimiz “savaşa karşı barış” şiarı Türkiye ve Ortadoğu halklarının kolkola mücadele etmesin sağlayabilmek için tutunacağımız en önemli halkadır.
4- Emperyalizme karşı enternasyonalizm
Bugün, doğusuyla batısıyla dünyanın bütün emperyalist güçleri, Ortadoğu halklarının değil kendi çıkarları için silahını, lobisin, ajanını, entrikasını Ortadoğu’ya doğrultmuş durumda. Hali hazırda sahada kimi işbirliklerinin gerçekleşiyor oluşu bu durumu değiştirmez.
Emperyalistler bölgeye yeni bir dizayn verecek hamleyi başlatmak için her türlü fırsatı kullandı/yarattı ve bugün boylu boyunca bölge siyasetine silahlarıyla dahil oldu.
Nasıl ki Irak müdahalesinin gerekçesi olarak sunulan “kitle imha silahı” yalanı bütün boyutlarıyla ortaya çıkmışsa, bu emperyalist güçlerin cihatçı/salefi çetelerle, bölge diktatörleriyle ilişkileri de tüm ayrıntılarıyla er geç açığa çıkacaktır.
Sahadaki gündelik mücadelenin ihtiyaçları, emperyalist bloklar, bölge güçleri arasındaki çelişkiler özgürlükçü güçlerle bu gerici güçleri konjonktürel olarak aynı hizada tutabilir. Ama bu durum, ana akışa yön veren ve Ortadoğu halklarının çıkarına olmayan emperyalist müdahale gerçekliğini gizlemez.
Emperyalist bloklardan şu ya da bunun tarafında durarak bölgeye kalıcı barış ve özgürlük getirmek asla mümkün değildir.
Öyleyse, bölgeye dönük bu emperyalist müdahaleye karşı uzun vadeli ve kalıcı kazanımlar sağlayacak atımları atmak zorundayız.
Bu adımların inşasında HDK/HDP’ye büyük rol düşmektedir. HDK/HDP önümüzdeki konferans ve kongrelerinde “Emperyalist müdahaleye karşı enternasyonalist mücadele” şiarını öne çıkartmalı ve bu mücadeleyi koordine edecek araç olarak “Ortadoğu Enternasyonali”nin kurulması için sorumluk üstlenmelidir.