Yeniden paylaşım savaşı girişimi içindeki dünya dinamiği zamansal ve politik dönüşümlerin öznesi olurken toplumlar da mekansal dönüşümlerini yaşamaya devam ediyor.
Yaşamakta olduğumuz zamansal kırılmalar ve toplumsal tabakalaşmalar tarihsel bir kopuşu mu işaret ediyor bilmesekte huzursuzluk üzerine inşa edilen bugünler çok uzak değil. Bu, bir tanım problemi olmaktan öte, tarih akışını ve zaman algısını gündeme getirir nitelikte.
Fark ederiz ki, bu olgular bizi bir “yön” problemine sürükleme eğilimindedir. Nitekim tarih; kimilerine göre döngüsel, kimilerine göre ise doğrusaldır. Fakat, hangi perspektif edinilirse edinilsin, saniyelerin birbirini ayırdığı dün ve bugün veyahut geçmiş ile gelecek bir akış olmaktan kurtulamaz. Gelecek, geçmişin bağrından doğan bir olgusallıktır. Dolayısıyla, belirsizlik içinde vuku bulmuş huzursuzluk, toplumların atardamarlarında fütursuzca akarken bize kartopu etkisiyle büyüyen bir zehiri işaret eder. Zamanın ve mekanın evrensel dönüşüm sorunları incelenmeye kalkışıldığında bu akış pratiği unutulmamalıdır. Çünkü, niceliği nitelikten ayırma eğilimi bir felaketle sonuçlanır.
Zaman ve mekan sorgulamaları, kendini ikisi içinde var eden ‘güç’ olgusunu sorgulamaya iter beni, dolayısıyla bu yazı kapsamında tarihsel akış içerisindeki güç olgusunun bugününü yakalamaya çalışacağım.
Güç yabancılaşması ve sorgulamalar
Elimizdeki bu formülü somutlaştırmayı deneyelim. Totaliter rejimlerin nicelik ve niteliksel büyümesini gerçekleştirdiği XXI. yy’ı ele alalım. İdeolojik çözümleme gereği duyduğumuzda tanım probleminde bir konsensüsten bahsetmek kolay olmasa da rejimin bir yaşamsallaşmasından bahsedebiliriz. Bu da bizi siyasal, ekonomik, sosyal ve sınıfsal bağlamdan azade bir analizden uzak tutma çabasına götürür. Kartopu etkisiyle aktüel döngüsüne girmiş sopalı rejimler, ilerlediği lineer hattında bize aynı nehirde iki kez yıkanılmadığını söyler. Bir olgu olarak hareket, çeşitlilik barındırdığı gibi zamansal ve mekansal dönüşümler, soyut düzlemde kalmayacak kadar gerçektir. Bildiğimiz gibi değişim, doğanın temel ilkesidir ve bu değişim özerk bir hareket kabiliyetine sahip olmaktan da bir o kadar uzaktır. Dolayısıyla, yükselişte olan totaliter rejimlerin hareket sahasında karşımıza çıkan tahakküm, toplumun kendi ürünüdür ve tahakkümü yıkacak olan o güç de aynı toplumun ürünü olacaktır. Bu akış pratiği, kötülüğün sıradanlığını kanıtlamaktan uzak bir yerden, olguların öznelerince yabancılaşma eğilimine ket vurma çabasındadır. Sonuç olarak hareketleri okuyabilme ve analiz edebilme çabası bir klavuz ihtiyacını da beraberinde getirir.
Türkiye örneği üzerinden bakalım. Her toplum iktidar ve güç kavramları üzerinden özgül politik süreçler barındırır. Bu analiz hattı indirgemeci yanılsamalara düşmeden ele alınmalıdır. Örneğin, günümüz Türkiye’sinde bir siyasal şiddet çemberi ve politik kartelleşme sürecinden bahsediyorsak onu karşı devrimci unsurlarından ve aktörlerinden bağımsız olmayacak şekilde değerlendirmemiz gerekir. Bu esnada küreselleşme ve kapitalizm ağlarından da bağımsız olmayacak bir biçimde düşünmek de tarihsel zorunluluk olarak karşımıza çıkar. Çünkü, AKP rejimi tahakküm meşruiyetini içsel dinamiklerinde inşa ederken hareket yasalarını evrensel bir politik hatta kendini var etmektedir.
Bahsettiğimiz meşruiyetin tohumları toplumun iç dinamiklerinin ta kendisidir. Her güç kendi tebaasını oluşturur. Bu, ilişkisel ve karşılıklı bir süreçtir. Dolayısıyla, AKP güç yasaları gerçektir. Güce yabancılaşma gizli itaat getirir ve bu şekilde döngüsel bir kopuş söz konusu olur. Öyleyse, bu bir aidiyet sorunu değil, sahiplenme sorunudur. Güç, iktidar ve toplum; birbiri içinde doğurucu dengelerdir. Bu olguların inkarı, gerçek olmayacağı kadar toplumsal kırılmaların ta kendisidir. Farkında olmaksızın girilen bu tahakküm kıskacının oluşturduğu biat çemberi, öznelerinin bilincini absorbe ederek çemberini kalınlaştırır.
Dolayısıyla, gücün etkileşim alanı onu görmezden gelindiği kadar güçlenir. Buna ek olarak, iktidar ve yabancılaşma kavramları üzerinden devam edecek olursak, toplum ile iktidar arasındaki etkileşimi çözümleyebilmek adına bir sarkaç somutlaştırması düşünelim. İktidar, çeşitli güç organlarıyla toplum üzerinde hegemonya kurmakta, bu ilişkiyi pekiştirmek adına da “güç” olgusunu araçsallaştırmaktadır. Dolayısıyla, “kuvvet” ile “güç” kavramları birbiri içine geçer. Sonuçta, bu sistemde çıktı olarak toplum üzerinde kurulmuş kusursuz bir meşruiyet gözlemleriz. Denklemde güç, sarkaç pozisyonunu doldurur.
Fonksiyonel olarak sarkaç, denklemin iki ucuna çeşitli paradigma değişiklikleri kapsamında hareket eder. Çünkü, hareketi sağlayan olağan çelişkidir. Fakat, günümüzde totaliter rejimlerin yükselişte olmasıyla beraber sarkaç; nadir de olsa uğradığı toplum sahasından keskin bir biçimde uzaklaşmıştır. Dolayısıyla, fonksiyonunu kaybetmiş, iktidarın hareket çemberinde takılı kalmıştır. Bu durum, güç kavramının ve etki alanının yeniden sorgulanmasını gerektirir. Toplum-iktidar-güç denkleminden bize kalan ise güce yabancılaşmış bir toplumdur.
Biat çemberi ve gündelik hayat
AKP iktidarlığı altındaki günümüz Türkiye’si bu denklem için kusursuz bir örnek teşkil eder. Yönetim kısırlaşması ile varlığını devam ettiren AKP iktidarlığı, sarkacın kendinden yana asılı kalması için doğal süreçlere ve hareketin kendiliğindenliğine kafa tutar nitelikte eylemliklere başvurur. Hareket, her ne kadar “güç” olgusu için nesnel bir zorunluluk olsa da, onu doğa yasalarından ayırmak güç yozlaşmasıyla sonuçlanır. Baskı araçlarına fütursuzca başvurma eylemi, basit bir sindirme politikasından ötedir. Esasta amaçlanan resim, gücün öznelerine karşı konumlanışıdır. Sonuç olarak güç, egemenden yana konumlanmış ve toplum nezdinde yabancılaşmış olur.
Bu olgu, içinde barındırdığı süreçler sebebiyle problematiktir. Çünkü egemen, bekasını pekiştirdiği ölçüde dönüşür. XIX. ve XX. yüzyılda uluslararası alanda kapitalizm nasıl dönüşüyor ve form değiştiriyorsa, hegemonlar da güç araçlarını ve yöntemlerini de kapitalizmin dönüşümü ölçüsünde dönüştürür. Türkiye örneği üzerinden devam edecek olursak, iktidar-sermaye işbirliği olarak adlandırılan olgu XXI. yüzyılda, teknoloji ve ivme kazanan küreselleşme süreçlerinden kaynaklı bir değişim yaşadığı gibi, yeni piyasaların ve emek alanlarının oluşumuna sebep olmuştur. Milliyetçilik ve islamcılığın füzyonu olan AKP iktidarı dönemsel getirilere ayak uydurmuş, güç alanını klientalizm noktasında uyarlamıştır.
Örnek verecek olursak, AKP’nin kentsel dönüşüm projeleri; uluslararası toplumun içinden geçtiği küreselleşme sürecinin, iktidarın politik çıkarları ile buluşması olarak tanımlanabilir. Bu süreçte devasa reklamlar aracılığıyla küresel kentler1 oluşturulmaya girişilmiş, inşaat sektörü işgücünde büyük bir ivme kazanmıştır. Madalyonun öbür yüzünde ise artan istihdam ile iş cinayetleri orantısal olarak artmış, sömürü çemberi katmerleşmiştir. Kapitalizmin dönüşümünün bu yansıması üzerinden yeni üretim ilişkileri de, oluşan yeni üretici güçler bünyesinde doğmuş, yeni emek sömürüsü alanlarını doğurmuştur. Bu mega projeler sosyal düzlemde söz konusu bölgenin demografik yapısını da dönüştürmüştür. Dolayısıyla iktidar-sermaye işbirliği, güç ve yöntemlerini birleştirerek katmanlaşmıştır. Bunun sonucunda derinleşen sömürü, toplumsal tabakalaşma ve yoksulluk ise AKP’nin projelerinin nesnel zorunluluğu haline gelmiştir.
Buna ek olarak küreselleşme ve teknoloji ile gelişen toplumsal ağlar, çeşitli platformların oluşmasını doğurmuştur. İşgücü piyasası üzerinde devlet müdahalesinin açık bir biçimde kalkmasının vuku bulduğu bu platformlar, emek sürecinin dönüşümüne imza atmıştır. Bu şekilde, iktidar-sermaye işbirliği, sermayenin öne çıktığı bir denklem formunu almıştır. Buradan kastettiğimiz freelance piyasası ve moto kuryelik üzerinden kendini var eden diğer yemek-ulaşım hizmet platformları ve benzerleridir. Bu kapsamda ücretli emek, küreselleşme ve ağlar toplumundan nasibini almıştır. Gig ekonomisi2 olarak adlandırılan bu piyasa, kapitalist ekonomilerde gün geçtikçe daha büyük pay kapsamakta ve ücretler üzerinden güvencesiz çalışma sorununu gündeme getirmektedir. Gig ekonomisinin bu emek ilüzyonu, sınıf bilincinden uzaklaştırma hedefi üzerinden iktidar-sermaye işbirliğinin yararına gelişmekte olup küreselleşme savaşından pay kazanma girişimidir. Bununla beraber gig işçileşmesi ile ‘insan insanın kurdudur’ paradigması gündeme gelerek emek ve mülkiyet karmaşıklaşarak içe içe geçmiştir.
İster büyük kentsel projeleri, ister yeni piyasaları ele alalım. AKP ekonomi politiği sermaye ve klientalizmin odak olduğu kentsel rant ve meta üretiminin dönüşümü ile kendini gösterir. İşçisizleştirme ile yeni sömürü alanlarının oluşturulması ise güç sarkacının toplumdan uzaklaştırma ve yabancılaştırma projesinin bir adımıdır.
Türk-İslam füzyon iktidarlığı ile AKP totalitarizmi, geçtiğimiz günlerde Sinan Ateş’in politik suikaste uğraması ile gün yüzüne çıkan ip yumağına dönüşmüş ilişkileri ve failleri ile güç çözülmesi yaşamaktadır. Faşizmin devletleşme sürecine dair aydınlatıcı çerçeve çizen bu suikast, gücün toplumsal meşruiyetini inşasına dair önemli sorgulamaları da gün yüzüne çıkarır. AKP üzerine yansıtılmış ‘siyaset’ ve ‘şiddet’ arasındaki bağ, ‘paramiliterleşme’ olgusunu yansıtmaktadır. Belirtmek gerekir ki bu olgu, hukuk devletini askıya kaldırmaktan fazlasını yansıtmaktadır: Kurumlar üzerinden kendini var eden bir faşizm.
Sonuç: Mağaradan çıkış
‘Öteki’ pekiştirilmesi ile güzellenen tek kimlik, iktidarın meşruiyet anahtarı olmaya devam etmektedir. Faşizm, kitlelerin bilincini yönlendirdiği ölçüde vardır. Yazının başında dile getirilen ‘rejimin yaşamsallaşması’, gücün ve bilincin yönlendirilmesi ve kitleselliğe ulaşması ile gerçekleşmektedir. Buradan itibaren güç, klientalizm ekseninde kurumlar üzerinden kendini pekiştirerek gündelik yaşamda kendini var eder. Bu süreçte küreselleşmenin özgün bir konumda bulunduğunu küresel kentler ve gig ekonomisi örnekleri üzerinden bahsetmiştik. Sermaye-Türk-İslam füzyonu içerisinde var olan AKP, siyasal şiddeti, ‘güç’ olgusundan yabancılaştırdığı topluma karşı araç olarak kullanmaktadır.
Bahsettiğimiz gibi, güce yabancılaşan toplum biat çemberine kendiliğinden entegre olmaya açıktır. Belirtmek gerekir ki, idealar dünyasında yaşamayacak kadar gerçeklik içerisindeyiz. Gerçek durum ise gerçek hareket gerektirir. Hareket, inandıklarımızın inandırıldıklarımız olmaması adına mücadele eder. Mağaradan çıkmanın koşulu buradadır. Bu yazının, toplumun her öznesinin biat çemberine bağlandığı zincirleri koparacak ‘güç’ olgusunu keşfetmelerini sağlamasını temenni ederim.
‘Güç’ bir yabancı değil, benliğimizin ta kendisidir.
1) bkz. Friedmann & Wolff (1982), Castells (1989), Sassen (1991)
2) bkz. Pires (2021), Gandini (2019)
Kaynakça:
Gandini, A. (2019). Labour process theory and the gig economy. Human Relations 72(6),
1039-1052.
Pires, G. (2021). Uberization of labor and Marx’s Capital. Revista Katalysis 24(1).
Tayla, A. & Göktürk, Y. (2019). Direniş sahalarını derinleştirmek, genişletmek. 1+1 Express:
Siyasal Gündem.