“Yoktan var ediyordu tanrı gibi herşeyi!”1
Bugün Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 84. yıl anması. Onu tanrı gibi tapınılması gereken bir varlık olarak gören ve öyle de göstermeye çalışan kesimlerin sesi mevcut AKP-MHP iktidarının siyasal İslamcı uygulamalarına tepki olarak daha da gür çıkacağa benzer. Din-tarım toplumu olan Ortadoğu coğrafyasında cumhuriyeti, laikliği ve kadın-erkek eşitliğini en azından yasal statüye kavuşturma ya da bilimsel düşüncenin önemini terennüm etme her ne kadar önemli kazanımlar olsa da, Atatürk’ü ve o dönemin politikalarını tarihsel bağlamı içerisinde eleştirmek, günümüzün demokratik değerleri, özgürlük ve eşitlik standartlarına erişmek için elzem. Bu yazı biraz bunu yapmaya çalışacak. Atatürk’ün izlemiş olduğu politikaların ne anlama geldiğini ve bugüne olan akislerini inceleyecek. Atatürk’ü ve o dönemi kutsallaştırmanın laiklik, demokrasi ve özgürlük-eşitlik mücadelesine bir şey kazandırmadığını anlatacak.
Devlet kurumları ve halkının büyük bölümüyle Türkiye Cumhuriyeti, Dünya’nın hiçbir ülkesinde görülmediği kadar, kurucu olarak gördüğü önderine, aşırı sevgi ve saygının da ötesinde kutsallık atfeden bir ülke. Gerek kurucu metin olan Anayasası’nda gerek diğer bütün resmi evraklarında, gerekse parasının üzerinde Atatürk’e sonsuz bir atıf bulunur.2 Bunun dışında hem özel alanda hem de kamusal alandaki Atatürk resim ve heykellerinin sayısı, dünyanın geri kalan ülkelerindeki kişi heykellerinden daha fazladır. Türkiye’ye gelen yabancıların ilk dikkatini çeken şeylerden biri de Atatürk’ün her yerde karşılarına çıkıyor olmasıdır.
Psikanalizde çok bilinen bir olgu vardır, kişi bir şeyi ne kadar abartarak vurguluyorsa, genelde o şeyle bağlantılı olarak bilinçdışındaki bir eğilimi bastıran bir tabu vardır ve bu eğilimin yarattığı suçluluk duygusunu örtmek için o tabu sıkça vurgulanır. Örneğin heteroseksüel cinsiyet kimlikleriyle barışık olamayan bireylerin bir kısmının eşcinsellik konusunu tabu haline getirmeleri ve hatta homofobik davranışlar geliştirmesi gibi.3 Bunun aksine, eğer bir kişi kimliğiyle barışık ise onun dışında kalanı tabu haline getirme ve bunu sürekli dile getirme ihtiyacı duymaz. Gene psikanalizde başka bilinen olgu da bir şeyi totem haline getirmenin, ona kendinde olmayan olağanüstü güçler atfetmenin, kişinin kendisindeki nitelikleri kendisine yabancılaştırarak onu aslında güçsüz kıldığı yönündedir.4 Can Yücel’in bir şiirinde isabetle dile getirdiği gibi: “Kabaramazsın Kel Fatma / Atan güzel, sen çirkin.” Bu tür eğilimler kişilerde ergenlik döneminde sık görülür. Ergen odalarının dönemin pop sanatçı ya da futbolcu kartpostalları ile dolu olması bu duruma iyi bir örnektir. Bu bağlamda Türkiye toplumunun ergenlikten kurtulduğu pek söylenemez maalesef.
Türkiye’de Atatürk sembolünün bu kadar bolca kullanılması ve birkaç özgürlükçü sosyalist siyaset ile demokratik Kürt hareketi hariç, TİP dâhil birçok sosyalist parti, iktidar ve ana muhalefet bloğunun Atatürk’e bu kadar atıfta bulunuyor olması ya da kendilerini bir şekilde atıf yapmaya mecbur hissetmeleri aslında aynı psikanalizdeki gibi bir şeylerin eksikliğini hissetmeleri ama eksik olan o şeyi ifade etmeye cesaret edememeleri ile ilişkilidir. Sorularla durumu açarsak, örneğin CHP’nin sürekli Atatürk’ü kadın-erkek eşitliğinin ve laikliğin kurucusu olarak sunması ve laikliği tartışmanın bir tabu haline getirmesi aslında gerçek anlamda kadın erkek eşitliğinin ve laikliğin Türkiye’de hala toplumsal düzeyde oturmadığını ve çok kırılgan bir zeminde varolmaya çalıştığını göstermiyor mu? AKP, MHP ve Vatan Partisi’nin büyük Türkiye’nin temellerinin Kurtuluş Savaşı’nda yedi düvele karşı kazanılan antiemperyalist büyük zaferle atıldığını vurgulamaları ve Türkiye’nin mazlum dünyanın önderi ve aksinin iddia edilemez olduğunu fanatikçe ileri sürmeleri, aslında içten içe Türkiye’nin hala Avrupa`nın ekonomik olarak en geri ülkelerinden biri olduğu, gelişmiş ülke kategorisine dâhil olmadığı, kapitalist dünya sistemine de göbekten bağımlı bir ülke olduğu gerçeğini üstünü örtme çabası değil mi? Türkiye’nin çoğunluğu beyaz yakalı orta sınıflarının ülkenin aciliyet gerektiren ekonomik ve politik sorunları karşısında çözüm önerileri getirmek yerine sürekli Anıtkabir’e akın etmeleri ve bayrak sallamaları aslında bu sorunları çözme iradesi gösterememenin, deyim yerindeyse topu taca atmalarının bir ifadesi değil mi?
Cumhuriyetin kurucu yıllarında Atatürk döneminde Türkiye’de saltanatın kaldırılmasına, cumhuriyetin kurulmasına, laikliğin, kadın-erkek eşitliğinin anayasal düzeyde zikredilmesine, bilimsel düşünceye verilen öneme, siyasal İslamcı gerici kesimler dışında çoğunluğun bir itirazı olmadığı görülüyor. Ancak iş, laikliğin uygulamasına geldiği zaman, örneğin Sünni-İslam’ın Hanefi mezhebine ait olmayan inançların ya da inançsızların ki bu on milyonlarca kişiye tekabül ediyor, cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar devlet tarafından nasıl dışlandığı yeteri kadar sorgulanmıyor ve bu durumun ortadan kalkmasına dair ana akım siyasetlerden hiçbir gerçekçi çözüm önerisi gelmiyor. Örneğin, Atatürk döneminde devletin dini kontrol etme ve yönlendirme amacıyla kurduğu resmi devlet kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı sekiz bakanlığın toplam bütçesine sahip olup yıllardır sadece Sünni İslam’ın bilfiil propagandasını yapıyor ve başta Alevilik olmak üzere diğer inançları sapkınlık olarak değerlendiriyor. Laiklik devletin varlığını kutsal olanla meşrulaştırmaması olduğu halde, dönemin Kemalist rejimi geleneksel dini kurumları ve iktidar odaklarını toplumdan tasfiye ederken, onun yerine yeni tip seküler kutsallıklar ve kültler inşa ettiği gözlerden kaçıyor.5 Eleştirel bakış bilimsel düşüncenin en önemli özelliğiyken, rejimin kutsal saydığı kavramları, kurumları eleştirdiği için yüzlerce bilim insanının üniversitelerden atıldığı gerçeği tüm çıplaklığıyla karşımızda duruyor.
Kadın-erkek eşitliği meselesinde her ne kadar dönemin tarihsel koşulları incelendiğinde ilerici adımlar atılmış olsa da, 1927 yılında yüzlerce üyesi olan kuruculuğunu Nezihe Muhiddin’in yaptığı dönemin koşullarına göre oldukça ilerici bir kadın örgütü olan Türk Kadın Hareketi’nin kapatıldığını, başkanının ve yönetim kurulunun asılsız suçlamalarla kamusal alandan tasfiye edildiğini kim biliyor?6 Cumhuriyetin kadına iyi anne ve eş olma taahhüdü karşılığında eşit haklar verdiğini yoksa kadınların erkeklerden çok daha düşük ücretle çalışıyor olmasını, patriyarkal düzen tarafından özel alana sıkıştırılmalarını pek de dert etmediğini biliyoruz.
Türk milliyetçiliğinin kurucu ideoloji haline gelmesinin Türk olmayan diğer tüm halkları nasıl dışladığını anlatan akademik düzeyde onlarca kitap yazıldı. Türkiye nüfusunun en az beşte birini oluşturan Kürtlerin hala en temel taleplerinden biri olan anadilde eğitim hakkı evrensel bir hak olduğu halde verilmediği gibi, bu hakkı istediği için yüzlerce insanın işkencelerden geçirildiğini arşivler yazıyor. Gene bilmeyenler için ufak bir hatırlatma yapalım: 1926’da çıkan yeni nüfus yasasıyla 1915 Ermeni Soykırımı ve Süryani Soykırımı, 1919 Pontus Soykırımı ve dönemin diğer tüm kırımları sonucunda yurt dışına çıkmak zorunda kalan yüzbinlerce Osmanlı vatandaşının yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olma taleplerinin rejim tarafından reddedildiğini ve bu kişilerin yurda sokulmayıp, tüm mal ve mülklerine el konulduğunu ana akım siyaset iktidarı ve muhalefetiyle nedense hiç konuşmuyor.
Kendilerini sol kemalist ya da sosyal demokrat olarak gören kesimler cumhuriyet rejiminin ekonomi politiğinin amacının aslında bir burjuva sınıfı yaratmak olduğunu, Atatürk’ün bizzat, “Memleketimizde birçok milyonerlerin, milyarderlerin yetişmesine çalışacağız.”7, sözünü söylerken ve ekonomi politik tercihi kapitalizm olurken, işçi sınıfının örgütlenmesinin ve hak arama mücadelesi vermesinin önüne engeller konulduğunun, sendika kurmanın bile yasaklandığının, angarya çalıştırmanın yasal olduğunun tartışmasını yapmıyorlar. 1929 büyük ekonomik bunalımından sonra bir zorunluluk sonucu uygulamaya konulan devletçilik ilkesinin nihai amacının aslında gene kapitalist düzenin bekası için uygulandığını vurgulamak lazım. Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın 20. yüzyılda yetişen en büyük şairlerinden Nazım Hikmet’in sırf komünist olduğu gerekçesiyle Atatürk döneminde hapse konulduğunu ve aynı zamanda dönemin komünist partisi olan Türkiye Komünist Partisi’nin yasaklı olduğunu ve üyelerinin sık sık işkencelerden geçirildiğini, hapislerde tutulduğunu unutmamak gerekiyor.
Cumhuriyetin ve onun kurucu kadrolarının kurduğu rejimin, inşa ettikleri resmi ideolojinin ve o dönemki somut politika uygulamalarının günümüze kadar çözülememiş büyük siyasi sorunlara yol açtı. Türkiye’nin Kürt, Alevi, Ermeni sorununun devam ediyor oluşu, “özgürlükçü” laikliğin bir türlü oturmamış olması, otoriter yönetim tarzının revaçta olması, kişi kültü oluşturmaya yatkınlık hep o dönemde temelleri atılan yanlış politikaların günümüze kadar eleştirel bir bakış açısıyla sorgulanmayıp devam ettirilmesinin bir sonucu. Bu sorunları tarihsel kökenleriyle beraber tartışmak ve üzerinde kafa yormak, cumhuriyet rejimini, laikliği, kadın erkek eşitliğini ve bilimsel düşüncenin önemini yok etmeye çalışmak ve onun yerine ortaçağ kalıntısı saltanat ya da teokratik rejimi getirmeye çalışmak olarak yorumlanmamalı, tam tersine Sünni İslam inancında olmayan tüm erkek ve kadın bireylerin, gerçek ve özgürlükçü anlamıyla laik rejimde ötekileştirilmeden yaşayabileceği bir düzene geçiş olarak anlaşılmalı, Türk olmayan tüm halkların beraber bir arada hiçbir ayrımcılığa tabi kılınmadan yaşayabileceği bir ülke kurma çabası olarak görülmeli. Atatürk’ü kült olmaktan çıkarmak, o dönem izlenen politikaları tarihsel bağlamı içerisinde artıları ve eksileriyle kompleksiz bir biçimde değerlendirmek bugünün siyasal, ekonomik ve sosyal sorunlarının çözümüne de önemli katkılar sunacaktır. Tıpkı psikanalizde olduğu gibi kendi öz güçlerini bir toteme devreden çocuk bireyin yetişkin olması gibi, Türkiye halklarının ergenlik döneminden olgunluk dönemine geçişi ancak kendi atasını daha ileri bir düzeyde aşarak ondan bağımsızlaşmasıyla mümkün olacak.
1 Şair Yusuf Ziya Ortaç’ın Atatürk hakkında yazdığı şiir.
2 Zürcher, Erik-Jan. 2012. In the name of the father, the teacher and the hero: the Atatürk perso (taylorfrancis.com)
3 The Roots Of Homophobia – Hating Gays – An Overview Of Scientific Studies | Assault On Gay America | FRONTLINE | PBS
4 Fromm, Erich. 1983. Psikanaliz ve Din. Stuttgard: DVA Yayınları. s. 19.
5 Mertcan, Hakan. 2013. Bitmeyen Kavga Laiklik Türkiye’de Din-Devlet-Diyanet. Adana: Karahan Yayınevi. s. 112.
6 Cumhuriyet feminizmi nasıl bastırdı?, Metis Yayınları (metiskitap.com)
7 Balıkesir’de Halkla Konuşma | Atatürk Araştırma Merkezi (atam.gov.tr)