“Dünya yerinden oynar, kadınlar özgür olsa, kadınlar özgür olsa” sloganını bir kadın yürüyüşüne katılmış, böyle bir yürüyüşü uzaktan izlemiş ya da feminist dille ilişki kurmuş herkes bilir. Sloganlar, klişeye dönüşüp bir şey anlatmaz hale gelebilir ama klişe haline gelen sloganlar genellikle reklam tarzı sloganlardır. Hareketlere ait sloganlar çoğu zaman, o hareketin bakış açısını net bir şekilde özetler, dünyaya bakışı oluşturur. Tüm eleştirel sosyal bilimcilerin bakış açısı “başka bir dünya mümkün” anlayışıyla biçimlenir. İşte, tüm feminist yazarlar, farklı şeyler söyleseler de, bu slogan bakış açılarını oluşturur fakat “dünya yerinden oynar” sözleriyle başlayan bu slogan aynı zamanda bir tespit de yapar: İktidar ilişkileri içindeki dünyayı “yerinde tutan” bir kadınlık vardır. Diğer bir deyişle, kadın öznelliğini mevcut iktidar ilişkilerini yeniden üretecek tahakküm ilişkileri vardır, yani katiline aşık olmak, sahibinin sesi haline gelmek gibi. Hiçbir iktidar ilişkisi, tahakküm altına aldığı özneleri kendisi için çalıştırmayı becermeden ayakta kalamaz. İşte bu ünlü slogan burada da çift taraflı çalışır: Hem dünyayı çivileyen iktidar ilişkilerine dikkat çekerek eleştirel bir bakışı yaratır hem de bu çivilerin yarattığı kadın öznelliklerini özgürleştirme hareketini dile getirerek kurucu bir politika sunar. Evet, her kadın dünyanın çivisini çıkarmak ister çünkü bu çiviler bizzat onun bedenine çakılmıştır.
Gezi direnişinde en göze çarpan özgürleşen ve özgürleştirici özneler LGBTİ ve kadınlar oldu. İktidar odakları, “boş yere” ortalığın karıştırıldığını iddia ederken bizler, özgürleşme sürecimizde önemli bir deneyim ettik – ki bu süreç hala devam ediyor. Neydi, hem zihnimiz hem de bedenimiz özgürleşecek. İşte zihinlere şenlik veren bir söyleşi ve tartışma ile gönlümüz açıldı. Otonom Yayıncılık’ın mekanına konuk olduk ve orada Feminist Öznelerin Kuruluşu kitabının yazarı Kathi Weeks’i ağırladık. Kadın emeği, temel gelir, çalışma sorunu, yeniden üretim alanı gibi temel feminist sorunsalları ele alan Weeks, söz konusu kitabında feminist politikanın en temel ihtiyacı, kurucu bir politikaya dair kapsamlı bir tartışma yapıyor. Weeks Türkçede işi sorunlaştıran diğer diğer kitabında ise, iş dediğimiz ve nerdeyse dünyanın tek gerçeği-çivisi- olarak kabul ettiğimiz sömürü/tahakküm ilişkisine büyük bir darbe indiriyor. (Kitabın kapağında baretli, erkek işçilerin resimlerinin kullanılması hayatın bir şakası gibi karşımıza çıkıyor ve kadın emeğinin görünmezliğini bir kez daha yüzümüze vuruyor.)
Kathi Weeks, Boğaziçi Üniversitesi’nde yaptığı atölyede çalışma sorunu üzerine odaklanırken, bizim de katıldığımız söyleşisinde, Amerika’da 70li yılların feminist hareketinde kurucu bir metin olan Shulamith Firestone’un Cinselliğin Diyalektiği isimli kitabını ele aldı. Kitap, Türkiye 80li yıllarda atağa kalkan feminist hareketin etkisiyle Türkçe’ye çevrilmiş ama baskısı zor bulunuyor. Firestone’un kitabı, aileyi ekonomik bir birim olarak ele alarak kadın emeğini görünür hale getirmeye çalışan ilk metinlerden biri. (1970li yıllardan günümüze yapılan tüm feminist tartışmaları bir araya getiren Silvia Federici’nin kitabını da analım.) Firestone, 1970li yıllarda, ailesi olmayan kadının kendine yer bulamadığı bir toplumda yalnız başına öldüğünde, düzen savunucuları, “işte feministlerin kaderi bu” diyerek kimsenin sürüden ayrılmamasını salık vermişler. Fakat Weeks burada, Friestone’un asla yalnız kalmayı salık vermediğini, kadınların her zaman birlikte mücadele etmelerinin önemini vurguladığını belirtti. (Bizlerin yürüyüşlerimizde attığımız “asla yalnız yürümeyeceksin” sloganımızı hatırlatıyor.) Amerikan feminizminde bu “kurucu” metinle olan farklı ilişkileri de ele alan Weeks, sonraki kuşağın “kurucu anneler” ile olan mücadelesini de aktardı. Anne-kız tartışmasına dönen bu feminist tartışmada, annelerini aşmaya çalışan ikinci kuşak feministler ,“anne”lerinin yaptığı her şeyi değersizleştirme ve önemsizleştirme “tribine” bile girmişler. Kathi Weeks, anne-kız tartışmasının yatışmasının ardından yakın dönemde 1970li yıllarda eser veren feministlerin, yani “anne”lerin eserlerinin yeniden ele alınmaya başladığını vurguladı. Artık anneyi aşmak için yapılan bir kavga gibi değil de, gerçekten anlamlandırmak ve değer vermek için yapılıyor bu okumalar. Weeks, aileyi ekonomik iş bölümünün bir parçası olarak tanımlamanın hala önemli olduğunu, yeniden üretim alanı olmaksızın bir üretim alanı düşünülemeyeceğini ve aileyi ekonomik bir birim olarak ilk tanımlayanların 1970li yıllardaki feministler olduğunu söyleyerek “kurucu anne”lerin hakkını verdi. Elbette, şimdi benzer soruları farklı koşullarda tartıştığımızı söyleyerek.
Söyleşinin en önemli tarafı, Türkiye’den kadınların kendi deneyimlerini ve “aile” sorunlarını dile getirdikleri tartışmayı ateşlemesi oldu. Weeks sadece bir konuşmacı olarak değil aynı zamanda iyi bir dinleyici olarak katıldı bu tartışmaya.
Tartışmaya katılan kadın arkadaşlarımız, “anne” olmuş kadınların “aile”de ve “dışarıdaki” yalnızlığını dile getirerek kadınların en politik özel sorunlarını ilk soruda dile getirdiler. Mücadele ederken ya da hayat içinde “yalnız” kalmış bir kadının duygularını anlamayacak başka bir kadın yoktur. “Annelik” deneyimi ile yalnızlaşan kadının mücadele deneyiminden söz açılınca konu, “kadın dayanışması”nın nasıl kurulacağına geldi. Böylece tartışma, yine “kurucu” bir aşamaya gelerek kadınların nasıl yan yana gelebileceği ve kadınları ayıranın ne olduğuna(yani dünyanın nerelerine çivilendiklerine) dayandı. Türkiye’deki erkek egemenliğinin boyutlarına uzanan tartışma, karamsarlık üretmekten uzaktı. Tam tersine, dünyaya realist bir bakış açısı (yani somut durumun ne olduğu) ve mevcut mücadeleler kadar mücadele olanakları üzerine odaklandı. Nişanlısından ayrılmaya kalkan kadının öldürüldüğü noktada, “aile” kavramının “ekonomik” olmaktan uzak olduğu ve başka tahakküm mekanizmalarının da sorgulanması gerektiğine dikkat çekildi.
Evet neydi, öğlen balık tutup akşam felsefe yapacaktık değil mi? Marx bile kadınların böyle felsefe yapacaklarını kestirememişti. Gezi direnişinden alınan kuvvet kadınlara sadece mücadele etme konusunda moral vermedi, aynı zamanda felsefeyi de bizlerin yapacağını öğretti. İşte, kadınlar felsefe yapınca dünyanın çivisi yerinden çıkıyor. Tahakküm ve sömürünün olmadığı yeni bir dünyanın ilk adımları bu felsefeyle atılıyor. ( ZETE)
Feminist Öznelerin Kuruluşu Çeviren: İlkay Özküralpli, Otonom Yayıncılık
Çalışma Sorunu, Feminizm, Marksizm, Çalışma Karşıtı Politika ve Çalışma Sonrası Tahayyüller,Çevirmen: Tamer Tosun, Ayrıntı Yayınları
Sıfır Noktasında Devrim, Ev İşi, Yeniden Üretim ve Feminist Mücadele, Çev. Özlem Avcı, Damlanur Meral, Hilal Mertol ,Otonom Yayıncılık.
Caliban ve Cadı Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim, Çev. Öznur Karakaş, Otonom Yayıncılık
Cinselliğin Diyalektiği, Çev. Yurdanur Salman, Payel.