“Dünya korkuyla yönetilir, ama umut o korkunun hem tesellisi hem de mezar kazıcısıdır.”
Yönetebilmek, sınıf ve zümre olarak egemenliklerini mutlak, iktidarlarını daim kılmak için korkutmak ve bunun için de ‘’düşman’’ gereklidir. Ve düşman bu iktidar için artık HALK’tır. Çünkü halkın iradesinin seçimlerde tecelli etmesini bir darbe olarak görmektedirler.
Halk dediğin nedir? Beştepe sarayından bakınca kimdir? Üniforma giydirip, öl deyince ölendir halk. Şehit olandır. Halka mahsustur şehitlik. Egemenler, muktedirler, onların çocukları ikiyüzlüce “rabbim şehadet nasip etsin” deseler de, “Rableri” sadece halk çocuklarına nasip eder şehitliği. Halk dediğin, patronların daha fazla karı uğruna ölendir. İşçiler madenlerde, Soma’da, Amasra’da göçük altında kalıp canlarını mı vermişler? İş kazalarında mı ölmüşler? Ne katliamı, ne cinayeti, işin fıtratında, karın karakterinde, fıtratında var onlara göre.
Ve halk dediğin, sayısız depremde enkaz altında kalan, can verendir. “Kader planında var” çünkü. Allah planlamış ölümü. Patronların azami karı uğruna can vermeyi ona kader kılmış. Ucuza mal etmek zorunda iş adamları, patronlar. Yönetmeliklere, bilimsel mekan analizlerine, raporlarına uysalar, depreme dayanıklı konut yapsalar, nasıl sağlayabilirler ki azami karı. Havalimanını fay hattının geçtiği yerde yapmak, yumuşak toprak üzerine asfalt dökmek, üstelik, deprem fonlarıyla, hep işin fıtratında olan şeyler. Yıkılan binaların enkazında kalan değerli eşyaları, parayı, ihaleyi alanın ganimeti saymak da işin fıtratında olan bir şey. Fıtrat, kader planı, takdiri ilahi; sömürünün, gaspın, talanın, rantın ve iktidar hırsının diğer adıdır.
Dünya tarihinde eşsiz bir katliamdır Kerbela vakası. Muaviye halifeliği almak için Hz Ali’ye türlü kumpaslar kurduktan sonra onu bir suikastle ortadan kaldırmıştı. Oğlu Yezid, Ali’nin büyük oğlu, Muhammed’in torunu Hasan’ı zehirletip ortadan kaldırdıktan sonra kendi halifeliğini kabul etmeyen Hz Ali’nin diğer oğlu, Hüseyin’i Kerbela’da susuz bırakıp 72 savaşçısı ile katletmişti. Yezid’in komutanı öldürdükleri Hüseyin’in başını kestikten sonra gövdesini atlara çiğnetti. Hüseyin’in başını Yezid’in sarayına götürüp önüne attılar. Yezid, Hüseyin’nin eşini ve oğlunu da esir almıştı. Hepsi zincirli olarak huzurundaydı. Hüseyin’in oğluna dönerek şöyle dedi: Vallahi ben olsaydım babanın her isteğini yerine getirirdim. Lakin kader-i ilahi böyleymiş ne yapalım!”
Sarayın zihniyeti işte bu Emevi zihniyetidir; iktidar olanlar Yezid’in torunlarıdır. Kürt halkına, Alevilere, azınlık gruplara aynı zihniyetle zulmetmektedirler. Müttefikleri, ırkçı-milliyetçiler, eli kanlı caniler, Hizbullah’ın legal uzantısı Taliban ve IŞİD yandaşları, kadınlara şiddetin serbest bırakılmasını isteyenlerdir. Ancak Hüseyin’in duruşu, cesaretin, doğruluğa inancın eşsiz örneklerinden biridir. Yezid’in ordusunun karşısına tek başına çıkar.
Ve o cesareti kuşanan halk şimdi onlara dayatılan bu köleleştirici kader planını reddediyor. Gördüler ki, emekçi halk umuda sarıldıkça, dönüşüm istedikçe, var olanı, düzeni reddetme kararlılığını, bu reddiyeyi daha ileri taşıma potansiyelini gösterdikçe, Suç İşleri bakanı S.S: “14 mayıs seçimleri bir darbe girişimidir” demeye başladı. “Pudra şekerci”; İDO müdürü iken gemileri, sadece Hollanda’da 150 milyon doları nasıl edindiğini açıklamayan Binali: “Bu seçim, işgalcilere karşı istiklal mücadelesi seçimidir” dedi. Fetullah’ın eteğini öpen, çocuğa tecavüzü “küçüğün rızası” var diyerek savunan Adalet bakanı: “Seçim sonrasında kimileri şampanya içecek, kimileri şükür namazı kılacak” diyerek bakara-makaracı, Reza Zarrab’tan 1.5 milyon dolar rüşvet alan, bir hırsız olarak büyükelçiliğe taltif edilen arkadaşı Egemen Bağış’ın uçakta bir şişe şampanya içip sızdığı pozisyonunu bilinçaltından yansıtıyordu. C.B danışmanı bir dönek “İktidarın değişmesi tam bağımsızlığa darbe olur” diyerek ülkenin, emperyalist tekellerin, sermaye çetelerinin, mafyaların, uyuşturucu baronlarının sömürgesine dönüştürüldüğünü bu söylemle incir yaprağı misali örtmeye çalışıyordu. Kendi evladını dahi katleden, azmettiricisi olan MHP başkanı Bahçeli “Biz bir yere gitmiyoruz, gitmeyi aklımızdan geçirmiyoruz” diyerek ve dizleri titreyerek meydan okuyordu. Ve ABD projesi, BOP eş-başkanı, en son Antalya Havalimanı işletmesi için yapılan ihalede 1 milyar dolar rüşvet aldığı iddia edilen Reis “Benim milletim Kandil’den aldığı destekle cumhurbaşkanı olana bu ülkeyi teslim etmez” diye bağırıyordu.
Bu emperyalizmin uşakları, bu Hitler takipçileri, bu çeteciler, soyguncular, korkaklıklarını, çaresiz bir şekilde, tehdit, yalan, sahtekarlık, iftira, ikiyüzlülük ve ahlaksızlıkla örterek, halkı kandırmaya yönelik bir seçim kampanyası yürüttüler. Bütün muhaliflere terörist yaftasını yapıştırıyorlar. Kürtler terörist, gençler terörist, CHP, HDP, Emek ve Özgürlük İttifakı hatta İYİ Parti de terörist. Ama 200 kişiyi vahşice katleden Hizbullah “pirüpak meşru ve milli.” Erdoğan, hapishanelerdeki yüzlerce yaşlı ve ölümcül hasta için kılını kıpırdatmazken, onun askeri sorumlusunu, yani bu cinayetleri planlayan kişiyi affetti!
Halkın ezici çoğunluğunun kendilerini iktidardan indireceğine onlar da inandı. KORKUYORLAR! Bir koro halinde, halkı korkutuyorlar. Kendi korkularını böyle bastırıyorlar. Kaybettiklerini gördükçe halkın umudunu köreltmeye çalışıyorlar.
Ancak halk iradesinden, tarihin kenefine süpürülmekten korkan bu gasp ve soygun çetesi her şeyi yapabilir. Çünkü Nazım’ın dediği gibi “hiç bir korkuya benzemez halkını satanın korkusu.” Satmanın dışında, cinayetlerle, katliamlarla dolu dosyaları… Bu korkaklardan korkmak, onların karşısında bir adım geri atmak, böylece onlara cesaret vermek, elde edilen galibiyeti onlara teslim etmek demektir.
Halk, emekçiler, kadınlar kendi iradelerine sahip çıkmalıdır. Köleliği reddetmelidir. Sizin cebinizden çalınan 418 milyar dolar, size enflasyon olarak döndü! Korkunç derecedeki yoksullaşma aynı şekilde büyük bir eşitsizlik demek. Öyle ki, en zengin 13 kişinin servetlerinin toplamı 44 milyon kişinin gelirleri toplamını geçti. Buna isyan etmemek köleliğe razı olmak demektir! Bu seçimin anlamı zalim bir diktatörlüğü yıkmak, hakkına, emeğine, onuruna sahip çıkmaktır, özgürlük yolunda adım atmaktır. Elbette seçim her şeyi çözmeyecek ama bir başlangıç olacaktır.
Bu rejim gençlere düşmandır. Kurduğu hile, tarafgirlik ve liyakatsizlik düzeniyle, gençlerin tüm özgürlüklerini baskılamasıyla, dinsel dayatmalarla, eğitim kalitesinin düşürülmesiyle ve eşitsizliğin ayyuka çıkarılmasıyla, gençliği çıkışsızlığa sürüklemiştir. Bu koşullarda geleceksiz bırakılan gençliği yurtdışında umut arayışına iten bu rejimdir. Ama rejim gençlerin sadece çıkışsızlık içinde olduğunun farkında değil öfkeli de olduğunun farkındadır. Nitekim deprem sonrasında deprem bölgesi dışında gereği yokken üniversitelerin tatil edilmesi ve öğrencilerin yurtlardan kovulması, gençlerin deprem dolayısıyla öfkelerinin yaygınlaşarak büyümesini engellemek içindi. Sonrasında da bunu devam ettirip gençleri çok kısıtlı süreler içinde adres taşıma işlemleri zorluğu içine sokarak, seçmen kaydı oluşturmalarını engellemeye çalıştılar.
Bu rejim kadın düşmanıdır. Baskıya dayalı iktidarını sürdürebilmek için kadınlar lehine, temel nitelikte yasal düzenlemeleri bir bir kaldırmış, anayasayı çiğneyerek İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmeleri iptal etmiştir. Kadına karşı işlenen suçların faillerini cezasız bırakmış, kadını daha güvencesiz hale getirmiştir. Dolayısıyla bu seçim, kadınları dövmek serbest olsun diyenlerle, kadına karşı şiddete karşı çıkanlar, kadın-erkek eşitliğini savunanlar arasında olacak. İktidarın en son olarak kurduğu seçim ittifakına dahil ettiği partiler (Hizbullah’ın partisi HÜDA-PAR, Yeniden Refah Partisi) kadın düşmanlığını adeta bayraklaştırmış partilerdir. Bu partiler ittifaka dahil olma şartı olarak kadınların hayatını zindana çevirecek düzenlemeleri şart koşmuşlar ve bu şartlar kabul görmüştür. Kadının teslim alınması üzerinden toplumun bütünüyle köleleştirilmesini savunan, Türkiye tarihinin bu en karanlık, en zalim ittifakı, şimdi de 6284 sayılı yasayı ortadan kaldırmayı hedefliyor. AKP-MHP-HÜDA-PAR (Hizbullah), Yeniden Refah, BBP, DSP’den oluşan Cumhur İttifakı artık kadına şiddet ittifakına, Taliban ittifakına dönüşmüştür. Bunu Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın söylüyor. Kalın “Yeniden Refah Partisi ile AKP, MHP, BBP ve HÜDA PAR arasında aslında öteden beri gelen bir taban, gönül ve hafıza birlikteliği olduğunu” söyledi. Erdoğan da “Taliban’la aynı yöne bakıyoruz” demişti.
Bu cephe kendi yok oluşlarında hayat bulmaya çalışan ve yaşamla ölüm arasındaki bir alacakaranlıkta dolananların cephesidir. Modern şiddet araçları ve aygıtları ile ilkel barbarlığın bir birleşimidir. Zevk düşkünlüğünü dinle perdeleyen, hatta dinin bir gereği sayan ahlaksızlığın en dip halidir. Aklın duyulardan koptuğu, sonuçta her ikisinin de dumura uğrayıp kötülük olarak tezahürüdür. Duyular akıl tarafından yönlendirilmediği için gemiyi azıya alıyorlar. Kadınları köleleştirme gayretleri bundandır. Onları içgüdülerinin yöneldiği nesneler olarak görmektedirler.
Bu yüzden onlar için artık anayurt yoktur, Reisin temsil ettiği baba yurt vardır. Bu baba yurdun tebaası ise aşağılanmaktan haz alan mazoşistlere dönüşmüştür. Anlamın, kültürün, aklın, düşüncenin yükünden kurtuluşun getirdiği çarpık bir tatmin içindedirler, yoksul olsalar da. 12 Eylül’de Selimiye kışlasında bir koğuşta kalırken, gece demir kapının gerisinde, nöbetçi askerin uzaklaşmasından sonra, tavşandan büyük bir fare, insan gibi bizi gözetlerdi. Meğer uyumamızı bekliyormuş. Birkaç gün sonra koğuştaki birinin kulak memesini kemirmiş. Tükürüğündeki uyuşturucu bir sıvıyı salgılayarak. Böylece uykudaki bunu anlamıyor. Bu olay çıktığında nöbetçi koymak zorunda kalmıştık. Erdoğan ve AKP’nin, kendi imalatları bir dinle kendi tabanlarına yaptığı da işte budur.
Soğan bin lira olsa da bu zihniyetleri devam edecek. Reis ve temsil ettiği sınıf, tarikatlar, ulema takımı açısından, değerler, idealler ve hatta gelenekler vitrindeki süs, pastanın üzerindeki pudra şekerinden başka bir şey değildir. Bu yüzden Reis, bütün değerleri iğdiş eden yalanları, iftiraları kolaylıkla söyleyebilmektedir. Sadece kendisinin şişirilmiş imgesinde yaşayan bir varlıktır, ki bu imgede kendisini tanrıyla özdeşleştirmek de vardır. “Allah’ın tüm vasıflarını üzerinde toplamış lider”dir. Her türlü yaratma eylemine yapışan bir parazittir. Sanatçının dilini de koparır bu yüzden. Dolayısıyla, aslında, doğayı katletmelerinde, çılgın projelerinde, katliamlarında Allah’ın yaratma gücüne de isyandır onlarınki ve yıkım, Allah’ın yaratma gücünü gölgede bırakmanın tek yoludur.
Hiçliğinin ortaya çıkmaması, sağlıklı bir kimliği olmadığının anlaşılmaması, gerçekte sadece bir rol yapan, sadece başkalarının benliğini yok etmek için yaşayan bir bayağı karakter olduğu için eleştiriden korkar. Kendisini eleştirenlerin on binlercesini hapse attırır.
Amerikalı filozof John Rawls, “Kötü insanı harekete geçiren adaletsizliğe olan sevgisidir: Eziyet ettiği insanların güçsüzlüğünden ve aşağılanmasından keyif alır ve o ezilen insanların başına gelenlerin kendisinden kaynaklandığını bilmelerinden haz duyar” der. Erdoğan, Demirtaş’ı, Kavala’yı, Gezicileri rehin almaktan böylesi bir haz duymaktadır.
Her şey “ıslak imzaların elde edilmesine” bırakılamaz. Hileye, hurdaya; 2017 referandumunda 2.5 milyon mühürsüz oyu yasaya aykırı olarak geçerli sayan, 2019 seçimlerinde, zarfın içindeki 4 oydan birini hileli sayıp seçimi iptal eden, Erdoğan’ın adaylığını onaylayan, velhasıl yasaları, Anayasayı çiğneyen kararlar alan Erdoğan’ın emrindeki YSK’nın oldu-bittilerine, iktidarın “atı alan Üsküdar’ı geçti” hazırlığına karşı CAYDIRICI tutum ve eylemlilik içinde olmak ve kitlelerin şahlanışını örgütlemekten başka yol yoktur. YSK’nın önü de boş bırakılmamalıdır.
Bir yıl önce yazdığım bir yazıdan bir bölüm aktarıyorum:
“Görünüşe göre Erdoğan, adil bir oylamayı baltalamak, sonucu göz ardı etmek ve hatta 6 Ocak benzeri bir ayaklanmayı körüklemek de dahil olmak üzere görevde kalmak için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışacak.”
6 Ocak Trumpçı faşist güçlerin ayaklanması, Kongre binasını basması olayı. Nitekim aynı günlerde Erdoğan muhalefeti tehdit eden açıklamasını yaptı: “Bunların ahlaksızlığına, edep dışı ağızlarına biz bu ülkeyi terk etmeyeceğiz. Her fırsatta utanmadan, sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş, meydanlara döküleceklermiş. Ya siz 15 Temmuz’u görmediniz mi? 15 Temmuz’da o sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse siz de dökülün siz de aynı dersi öyle alırsınız. Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katarız ve gideceğiniz yere kadar kovalarız” şeklinde açıkça iç savaş tehdidi içeren ifadeler kullanmıştı. Daha önce de “Ülkenin yönetimine talip olduklarını söylemekten vazgeçmelerinin kendileri için daha iyi olacağını da hatırlatmak istiyoruz” dediğini hatırlatalım.*
Erdoğan bu tutumunu yukarıda aktardığımız gibi yineledi. Bunun yanı sıra aynı yazıda dile getirdiğim, ancak kimsenin dikkatini çekmeyen, bugün dahi hatırlamayan İç Savaş Kararnamesi’nin gereklerini şimdi Süleyman Soylu uygulamak için inisiyatif aldı. 5 Ocak 2021 günü Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ni uygulamaya sokuyor. Güvenlik ve Acil Durumlar Koordinasyon Merkezi GAMER’in il valilikleri ve ordu komutanlıklarına gönderdiği yazıda “Oy verme günü öncesinde alınacak tedbirler kapsamında kolluk birimlerimize ait zırhlı hava ve hava araçlarının göreve hazır bulundurulması ile seçimin güvenli şekilde yapılmasını sağlamak amacıyla valilerimizce gerek görülmesi halinde TSK’ya ait personel, zırhlı araç ve diğer araçlardan istifade edilebileceği bildirilmiş olup kolluk birimlerine ve TSK’ya ait personel ile zırhlı araç ve diğer araçların göreve hazır bulundurulmasını” istiyor. Ayrıca, Jandarma personelinin tamamının oylarını kullandıktan sonra birliklerinde hazır beklemesini, emniyet güçlerinin, ihtiyat kuvvetleri olarak polis akademisi personelinin saat 13’ten itibaren oy kullanılan okulların etrafında konuşlanması direktifini verdi. “Bu hainler alsalar alsalar ağırlaştırılmış müebbet ceza alırlar ya da vücutlarına mermi alırlar” diyen Bahçeli’nin MHP’si kurmaylığında Trumpçı bir darbe teşebbüsü ihtimalini göz ardı etmemeliyiz.
Erdoğan’ın dostu Trump, seçim yenilgisi kesinleşince, seçim işlemleri henüz sürerken Kongre binasını işgal etmiş, darbe girişiminde bulunmuştu. Aynı şeyi geçen yılın sonunda seçimleri kaybettikten sonra Brezilya eski Devlet Başkanı faşist Jair Bolsonaro yaptı. Destekçisi binlerce kişi ülkede Kongre ve Yüksek Mahkeme’yi bastı, Başkanlık Sarayı’nı kuşattı. Brezilya halkı iradesine sahip çıktı ve darbecileri püskürttü. Onurunu, şerefini çiğnetmedi.
Aynı şekilde, tüm ezilenler ve sömürülenler olarak, Kürdü, Türkü, Alevisi, Sünnisi, kadınlar ve gençler olarak bu faşist rejimin melûn planlarıyla bizi yıldıramayacağını, onu yıkacak güçte ve kararlılıkta olduğumuzu gösterelim! Bu daha başlangıç! Bu henüz bir mevzi savaşımı!
*https://www.politez2.com/detail/-/11152/fasizm-ve-ic-savas, https://siyasihaber9.org/fasizm-ve-ic-savas/