Hessen Rosa Luxemburg Vakfı’ndan Ercan Ayboğa’nın İran’da işçi olan Meisam Al-Mehdi ile yaptığı söyleşi Rosa Luxemburg Vakfı’nın www.rosalux.de sitesinde 9.01.2023 tarihinde yayımlanmıştır.
Çeviri: Meriç Gök
Meisam Al-Mehdi, İran’ın Arap ağırlıklı Huzistan eyaletindeki sanayi şehri Ahvaz’da bir çelik fabrikasında işçiydi. 2018 yılına kadar Meisam, birkaç bin çalışanıyla bu fabrikadaki işçilerin gizli öz örgütlenmesine katıldı. Grevler sırasında birçok kişi işten atıldı, tutuklandı, işkence gördü ve öldürüldü. Meisam, kaçtığından beri Avrupa’da yaşıyor.
Ercan Ayboğa: Ahvaz’daki çelik fabrikalarında ve Huzistan’daki diğer sanayi tesislerinde 2013’ten bu yana grev ve iş bırakma eylemleri neden artıyor?
Meisam Al-Mehdi: 2013’ten beri İran’daki protestolar güçlü bir sınıfsal karakter kazandı. Ve sosyal sınıflardan bahsettiğimizde, İran’daki çeşitli halkların durumu ve tarihi yeniden gündeme geliyor. Ahvaz bir sanayi şehri olduğu için protestoların iki boyutu var: Bir yandan durumu her geçen gün daha da kötüye giden sosyal sınıf söz konusu. Öte yandan, İran’ın farklı halkları söz konusu ve Huzistan hakkında konuştuğumuzda, özellikle Araplar söz konusu. Arapların İran’da yaşadığı yerde, büyük miktarda petrol ve gaz yer altında bulunuyor. Bu nedenle Arapların toprakları büyük çapta kamulaştırılıyor. Nehirleri kapatan ve deniz tuzunun Huzistan ovalarına sızmasına yol açan büyük barajlar, birçok araziyi tarım için kullanılamaz hale getirdi ve bunun sonucunda araziler değerinin çoğunu kaybetti. O dönemde Huzistan halkı üç büyük sorunla karşı karşıya kaldı: ekilebilir arazilerinin kuruması, petrol ve şeker kamışı üretiminin mülkiyet sorunu ve serbest ticaret bölgeleri. Bu yıllarda, kırsal kesimdeki birçok insan, artan yoksulluk nedeniyle arazilerini son derece düşük bir fiyata sattı ‒ hayvanları da susuzluktan öldü. Satmak istemeyenler kriminalize edildi, bunun için Araplara yönelik yaygın ırkçılık İran devleti tarafından istismar edildi.
Bu sermaye birikimi politikasının sonucu, merkezi çevreleyen bir kuşakta sürekli yeni yoksul mahallelerin meydana gelmesi ve yeni gelenlerin ucuz işgücü olduğu büyük şehirlere doğru kitlesel göç oldu. Hatta bu yeni yoksul mahallelerle şehrin eski bölgeleri arasına duvarlar örüldü ‒ bu, devletin insanlık dışı muamelesinin bir ifadesiydi. Yıllar içinde birikim işçi hareketinin radikalleşmesine yol açtı. İran’da sınıf bilincinin artması özellikle 1996’dan 1998 yılına kadar, Huzistan’da ise daha da erken gerçekleşti. Hatemi’nin cumhurbaşkanlığı döneminde (1997’den 2005’e kadar) işçilerin işten çıkarılmasına ve iş bırakma eylemlerinin geçici olarak bastırılmasına yol açan büyük şirketlerle kavgaların ilk zirvesini gördük.
Bu tarihsel sıralama, işçilerin mücadelesinde yalnızca daha yüksek ücretlerin söz konusu olmadığını, aynı zamanda talep ve toplumsal çelişkilerin bir karışımının da rol oynadığını anlamak açısından önemlidir. 2018 yılına kadar İran’daki protestolar genel olarak biçim ve talepler açısından radikal değildi; ama Ahvaz/Huzistan’da durum farklıydı, Haft-Tepe Şeker fabrikasının işçileri de benzer biçimde demokratik olarak örgütlendiler ve mücadele ettiler. Bu dönemde, “fabrikalar üzerinde işçi kontrolü” denilen konu da tartışıldı. İşçilerin kaybedecek bir şeyleri olmadığını anladık ve buna göre uyum sağlamamız gerekiyordu. Yüksek işsizlik, aşırı ekonomik sömürü ve aynı zamanda yüksek hava kirliliğinin sorumlusu bir devlete karşı koyuyorduk ve daha fazla petrol şirketi kurulması ve artan sermaye birikimiyle karşı karşıyaydık.
Böylece işçiler, denetimi bizzat kendilerinin alması gerektiği sonucuna vardılar. Artan öz-örgütlenmenin bir sonucu olarak bu bir gereklilikti. Sadece kendi işyerimizi değil, bir bütün olarak toplumu düşünüyorduk. Bu işçilerin öz örgütlenmesi, İran’da marjinalleştirilmiş Arapları kendine güvenen insanlar yaptı. Fabrikamızda ve şehrimizde İran’ın diğer bölgelerinden gelen işçilerle de karşılaştık.
“Fars işçiler fabrikada en fazla ayrıcalığa sahipti; Kürt, Türk ve Lur işçiler daha az kazanıyordu, ama en altta hep Arap işçiler vardı.”
Her hâlükârda farklı etnik kökenleri olan bütün işçiler, kapitalistlerin işçileri bölmelerinin bir aracıydı. Bu baskı, Arap işçileri daha radikalleştirdi ve her zamankinden daha fazla örgütledi. Tüm işçileri eşit gören ve böylece ırkçı bölünmeyi ortadan kaldıran bir örgütlenme biçimini enine boyuna tartıştık. Sonuç, fabrika komitelerinin kurulması ve bunların üzerinde oluşan işçi kongreleri oldu. Eminim ki bu şekilde kapitalistlerin işçiler arasında inşa ettiği ayrıcalıkların çoğunu silip yok edebiliriz.
İran’da işçi sınıfı genel olarak nasıl örgütleniyor? Ayrıca Huzistan’a nispetle?
İran’daki işçi sınıfı hakkında konuştuğumuzda ayrıcalıklar önemli bir rol oynuyor. Azerbaycan’daki Azeri işçilerle ve Kürdistan’daki Kürt işçilerle ilişki kurmak bizim için Tahran’daki Azeri ve Kürt işçilerle ilişki kurmaktan daha kolay. Kürdistan’da birçok işçiyle birlikte çalışmış ve birbirimizden öğrenmiştik. Kürdistan’da iş bırakmaların etkilerini paylaştık. İran’ın merkezinde, özellikle Tahran’daki işçilerle ilişkilerimiz hiyerarşiden muaf değil ‒ bu İran’a özgü değil, merkez ile çevre arasında küresel bir fenomen. Son derece sanayileşmiş İsfahan ve Arak şehirlerini de içine alan İran’ın merkeziyle ilgili bir başka sorun da, oradaki işçilerin emek mücadelelerini yalnızca ücretler ve çalışma koşullarıyla sınırlamaları. Ayrıca merkezdeki fabrikalarda profesyonel gazetecilerin iyi seçilmiş bir dil ve sertliği giderilmiş eleştiriler sayesinde işçileri yatıştırdıkları hedefe yönelik kullanılan dergi ve gazeteler de bulunmaktadır. Makaleler genellikle Arap karşıtı, son derece dinsel odaklı ve yoksulluğu normal karşılıyor. Bu tür metinler bizim tarafımızdan pek de iyi karşılanmıyor, çünkü esas olarak devlete güvenmiyoruz.
Belucistan’daki durum, İran’daki işçiler açısından en kötüsü, hatta Huzistan’dakinden bile daha kötü. Beluciler, İran’ın merkezlerinde iş ararken, kimlik belgeleri olmadığı için genellikle kaçak Afganlar gibi davranırlar. Bu nedenle, son derece ucuz bir işgücüdürler. Beluciler İran’da çok ağır bir şekilde kriminalize ediliyor; devlet yanlısı propagandada suçlu ve “silahlı mafya” olarak gösteriliyor.
“Sınıflar hakkında konuştuğumuzda ve sokağa çıkmış insanlara baktığımızda, yakın gelecekte sömürüye karşı bir zafer görüyoruz. İran’da insanları uzaklaştıran ve kenara sıkıştıran güçlü bir sermaye birikimi var.”
İran’da Fars olmayanlar da etnik kökenleri nedeniyle baskı görüyor. İran’da Araplara uygulanan baskı hakkında biraz daha bilgi verebilir misiniz?
İran’da birkaç milyon Arap yaşıyor ve bunlar ülkedeki en çok baskı gören etnik gruplar arasında yer alıyorlar. İran’daki Araplar arasında dinsel geçmişlerine göre de bir ayrım vardır. Sünni Araplar, Şiilerden daha fazla eziliyor. Sünni Araplar, temelde “din karşıtı varlık” olarak görüldükleri için ev veya işyeri satın alamıyorlar. Bu nedenle bunların birçoğu dinlerini gizlemeye çalışıyor.
İran devleti iktidarını din olarak İslam’a veya Şiiliğe dayandırırken, aynı zamanda kolektif haklardan yoksun olan Arapları, Kürtleri, Belucileri, Bahaileri vb. eziyor. İran devletini nasıl tanımlarsınız?
Benim için İran dinci-faşist, belirli dili olan bir devlet. Bu ikincisiyle İran’daki tüm insanlara dayatılan Fars dili ve kültürünü kastediyorum. Devlet aynı zamanda kendisini tüm insanlara zorla dayattığı dinin de sahibi olarak görüyor. Ayrıca halkı sömürdüğü sermayenin de sahibidir.
“İran’ın anti-emperyalist ve anti-kapitalist olduğunu iddia etmek apaçık bir yalandır. İranlı işçinin bedeni bunun tanığı.”
İran’da yasal, yani izinli sendikalar var mı?
Evet, var. Gerçek işçi örgütlenmesi ve/veya biçimsel ve devlete boyun eğen yapılar arasında bir fark olduğunu Avrupa’da öğrendim. İran’da üç veya dört resmi sendikamız var. Bunlar Hatemi cumhurbaşkanı iken kuruldular. Sayısız STK da bu dönemde kuruldu. Hatemi, dışarıya karşı İran’da her şeyin serbest olduğunu ileri sürmüştü. Gerçek şu ki, İran’da sadece sahte sendika yapılarımız var, yani sözde sendikalar; gerçek emek örgütleri yasa dışıdır. Fabrikamızdan dört yoldaşımız bir süredir cezaevinde. Hatemi döneminde, resmi sendikaların kurulmasına en başından itibaren büyük kısıtlamalar getirildi ve devlet, işçilerin kendi kendine örgütlenme biçimlerine karşı sert misillemelerle tepki gösterdi.
Son üç aydır İran’da zaman zaman ayaklanma karakteri alan birçok halk protestosu oluyor. Bu protestolarda işçilerin rolü nedir?
Bu protestolarda işçi hareketinin rolünün çok büyük olduğuna inanıyorum. Bunu anlamak için kendimizi bugünle sınırlamamalıyız, geriye dönüp son on yıla bakmamız gerekiyor. Siyasal ve toplumsal hayatı çok baskıcı bir şekilde kontrol eden bir devletten bahsediyoruz. On yıl öncesine kadar memnun olmayan ama protesto etmeyen bir toplumumuz vardı. Baskıyı kayda değer ölçüde protesto eden ve tamamen bastırılamayan ilk hareket işçi hareketiydi. Bu sırada büyük bir özgüvenle birçok tabuyu yıktı, direniş geleneğini sokaklarda yeniden canlandırdı. İran’da sınıf bilincinin arttığını beş yıldır görüyoruz. Yıllardır devam eden protestoların başında taşeron firmalarda kötü koşullarda çalıştırılan sözde “proje işçileri” de yer aldı ve sokaklarda “Diktatöre ölüm” sloganları attı. İsfahan çelik fabrikasında ve önemli bir sanayi kompleksinin bulunduğu Arwand’da da işçiler greve gitti.
Ahwaz çelik fabrikasının işçileri geçtiğimiz günlerde protestonun zaferine yol açmayan ancak söylem açısından önemli bir çağrı yaptılar. Ancak büyük emperyalist medyanın haberlerinde işçilerin mücadelelerinden bahsedilmiyor ve onların rolünü uluslararası düzeyde anlatmak zor. Ne yazık ki, örgütleri yasa dışı olduğu ve baskı görme tehlikesi olduğu için işçilerin kendilerini nasıl örgütlediklerini kamuoyunda ayrıntılı olarak açıklayamıyoruz. Sadece birkaç hafta önce, Ahvaz’da on işçi tutuklandı. İşçi hareketine İran’daki protesto hareketi ve sınıf mücadelesi tarihinin bir parçası olarak bakmamız gerektiğini düşünüyorum.
İran’da toplumun özgürleşmesi ve demokratikleşmesi bağlamında emekçi sınıfların örgütlenmesine bakış açınız nedir?
Bizim açımızdan bugün İran’da işçilerin kültür ve alışkanlıklarının sokaklardaki protestolarda var olduğunu görüyoruz.
“Devam eden ayaklanmanın başından beri sokaklarda yatay bir örgütlenme gerçekleşiyor.”
Biz bu örgütlenme biçimini yıllar önce hayata geçirdik ve propagandasını yaptık. Büyük medya bu pratiği ve fikri elimizden almaya çalışıyor. Ancak son beş yıla baktığımızda şunu söyleyebiliriz: Direniş kültürü ve biçimi, sınıfsal bir tutuma, yani toplumda mağdur olanların tutumuna dayanmaktadır. Saf değiliz; kendi yaşam durumumuzu ve başka halklarınkini inceliyoruz. Büyük medya, sokağın sınıfsal karakterini gizlemek için çok bilinçli bir çaba harcıyor. Büyük medya derken, hem İran hükümetinin hem de protestoların sınıfsal karakterini reddeden burjuva muhalefetinin medyasını kastediyorum. Yabancı medya, içeriklerini bu ana akım medyadan alıyor. Ancak alternatif haber yapmaya çalışan solcu güçler de çoğu zaman bu büyük medyadan haber alıyor. Ana akım medya, protestocuların siyasal görüşünü kaydedip yansıtmaz; bunun yerine kendi öznel fikirlerinin nesneleri haline gelirler. Bir başka deyişle: habercilik, gerçek siyasal bağlamı içinde insanların eylemlerini, onların kolektif hedeflerini yansıtmaz; tersine tüm malzeme, kendi anlatısını beslemeye yarar. Bu büyük medya mücadelemizden bahsetmezse, aslında elinde sadece ticari reklamcılık kalır. Böylece Farsça yayın yapan büyük uluslararası medya ‒ BBC Farsça veya Deutsche Welle Farsi gibi böyle birkaç tane var ‒ sadece dondurma hakkında haber yapmak zorunda kalırdı.
İran’daki temel çelişkileri nasıl özetlersiniz?
Buna kısaca cevap vermek zor.
“Beni sadece Arap işçi olarak değil, bir Kürt, Beluci veya Türk olarak da görmelisiniz.”
Yedi yaşımdayken ailece büyük bir şehrin varoşlarına taşındık. İran’ın başka bölgelerinden taşınan insanların yaşadığı bir mahalleydi. Sokaktaki diğer çocuklarla çok normal bir şekilde oynuyorduk. Kısa bir süre sonra bir çocuk annesi pencereden seslendi: “Ben size Araplarla oynamayın demedim mi?!” Bir Arap olduğumu nasıl anladığını merak etmiştim. Hemen eve gidip yüzümü yıkadım. Artık benim bir Arap olduğumu anlayamayacaklarını sanıyordum. Ancak bu kadının cümleleri tekrarlanıp duruyordu. Bir gün yeni yıl takımımı, yani Nevruz için en güzel giysilerimi giydim ve daha iyi olacağını umuyordum. Fakat aynı anne yine pencereden çocuklarına Araplarla oynamamaları için bağırdı. Sonra okula başlama zamanı geldi. Farsça konuşmadığımız için, özellikle hatırladığım, bizi cezalandırmak için parmaklarımızın arasına koyup onları şiddetle sıktığı ‒ İran okullarında yaygın bir uygulama‒ bir kalemdi. İran’da tüm ezilen halklar bu acıyı çekti. Yıllar sonra çoğumuz işçi olduk. İranlı işçi, Tahran çevresindeki kırsal tarım alanlarında bir Kürt’tür, Kürdistan sınırlarında (Irak/Türkiye ile) bir hamal (Kolbar), Tahran’da bir Türk, kimliksiz bir Beluci vb.
“ Etnik sorunun sınıf sorunundan ayrılamaz olması, bizim için temel çelişki budur.”
İran’da her şeyi görmedim. Ama bir Arap olarak çok şey yaşadım. Ve kişisel deneyimlerimden bunun ortak acımız olduğunu biliyorum.