RTE 2015 Haziran Genel Seçimleri’ni kaybetmiş olmasına rağmen yaratılan terör ortamı sayesinde aynı yılın kasım ayında yapılan seçimi kazandığı gibi ardından da Cumhurbaşkanlığı seçimini de kazanmayı becerdi. Bunların hepsi, kuşku yok ki, epeyce bir seçim hilesi içerdiğinden muhtemelen kaybettiği seçimleri kazanmasını sağladı.
RTE 2015 Kasım seçimlerine yarattığı terör ortamının nasıl “faydalı olduğunu” deneyle yaşadıktan sonra bu terör uygulamasını kurumsallaştırma yolunda attığı adımları yoğunlaştırdı. Muhtelif paramiliter örgütlenmeler, mafya örgütlenmeleri, devletin zaten var olan terör birimlerinin yanına şimdi bir de Özgür Suriye Ordusu diye yüz bine yakın paralı askeri bir araya getiren sonu gelmez bir terör havuzu oluşturmuş bulunuyor. Elindeki bu zengin kaynakları kullanarak güvenlik sorununu yeniden öne geçirmeye ilaveten, seçime yakın dönemde bol keseden dağıtmayı düşündüğü ulufeler sayesinde 2023 seçimlerini kazanabileceğini hesaplamaktadır.
2015 koşullarında yaşamıyoruz
Soruna 2015 seçimlerinin matriksi çerçevesinde bakılacak olur ise, bütün şartlar aynı kalmış olsa idi seçimlerin faşist iktidar bloku açısından garanti olduğunu söylemek mümkün olurdu. Ancak RTE de biliyor ki, matriksin hem politik hem de ekonomik değişkenleri ciddi anlamda farklılaşmış bulunmaktadır. “İki yıllık teskere”nin verdiği imkanlarla Suriye ve Irak Kürdistanı’na yapılan operasyonlar beklenen askeri başarıları sağlamadığı gibi asıl beklenen heyecan ve ardından AKP’ye gelecek itibar konusunda da gram farklılaşma ortaya çıkmamaktadır. Bu, yapılanlar karşısında toplumun bir miktar daha uyanmış olduğu kabulünü, fazla abartmamak koşuluyla, öne çıkarmaktadır. Asıl ekonomik faktör değişkeninde cereyan edenler matriksin çözümünde önemli sonuç değişikliklerine yol açar görünmektedir.
İki seçimin art arda yapıldığı 2015 yılında kişi başına düşen gayri safi milli hasıla, bir önceki yıla göre %6.1’lik bir artışla 11.014 Dolar’a yükselmişti. Bu büyümede imalat sektörü %16.7 ile birinci sırayı işgal etmekteydi. 2016’da büyüme %3’te kalırken kişi başına düşen gelir 10.883 dolara düştü. 2017’de büyüme %7’yi bulurken kişi başına düşen milli gelir biraz daha düşüp 10.602 dolara indi. 2018’de 9.632 dolar; 2019’da 9.213 dolar; 2020’de 8.597 dolar; 2021’de 9.592 dolar oldu. Hükümetin orta vadeli programına göre 2022 için beklenti ise 9.485 Dolar. Yani seçime giderken Türkiye 2015’e göre kişi başına ortalama 2500 dolar yoksullaşmış olacak. Bu genelde %23 yoksullaşma anlamına geliyor.
Ancak bu genelde olan asgari ücret düzeyinde bakıldığında çok daha vahim bir durum arz ediyor. 2015 yılında asgari ücret 430 dolar idi. Buna karşılık 2022 yılı haziran ayında asgari ücret sürekli azalarak 287 dolar’a karşılık gelir oldu. İşte matriksimizde asıl göz önünde tutulması gereken en önemli değişkeni oluşturan da bu: Bu tam anlamıyla %67 oranında bir gelir kaybına ve %33.5 oranında da mutlak yoksullaşmaya tekabül ediyor. Bu kötüye gidişin en önemli kısmı da 2019’dan itibaren oluştu; ekonomideki ve gelir paylaşımındaki bu kötüye gidiş AKP’nin yığınları sadaka sistemiyle kendisine bağlamasının aracı olan yerel yönetim rantlarını kaybetmesiyle birlikte de iyice vahimleşti.
Bu değişimler yapılan kamuoyu yoklamalarına da bire bir yansımakta ve faşist iktidar blokunun oy oranlarının toplamının %40’ı ancak bulduğu görülmektedir. Seçim döneminde yapılacak birkaç ekonomik müdahale, asgari ücretin yükseltilmesi, mağdur kesimlere kimi ulufelerin dağıtılmasıyla bu oran belki bir miktar daha yükseltilebilir ama hile payları da dahil olmak üzere, seçim kazanmaya asla yetmeyecek olduğu aşikardır. O zaman bu kaderi değiştirebilmek için daha önce yapılanlardan farklı bir şeylerin yapılması gerekmektedir.
2023 Seçimleri kampanyası başladı
RTE, kaybedeceği aşikâr olan seçimleri kazanmak amacıyla daha önce yaptığı işleri birer birer yeniden sahnelemeye başladı: önce gerilimi ve buna dayanarak toplumsal bölünmeyi arttırma taktikleri hayata geçiriliyor. Bu taktik 2015 seçimlerinde başarılı sonuçlar vermişti: Ankara Gar katliamı, Suruç Katliamı, Amed Katliam girişimi ve tabi hepsinin arasındaki boşlukları doldurmak amacıyla terörü sürekli kılan Kürdistan kentlerinin karadan havadan bombalanması. RTE, daha 2014 sonlarında MGK’de kararlaştırılan “Çökertme Planı” ile ve 2015 Haziran seçimlerine iki ay varken “400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün!” derken, terör yoluyla Meclis’te çoğunluk elde etme peşinde olduğunu açıkça ortaya koymuştu. Bundan vazgeçtiğine dair herhangi bir tutum değişikliği olmadığına göre aynısını tekrarlayacak demektir.
Seçim kampanyasının ilk adımı 6 ölü 81 yaralıyla 13 Kasım Pazar günü saat 16.14’te İstiklal Caddesi’nde patlatılan bombayla atıldı. Bombayı bırakan kadının AKP’nin örgütlediği ÖSO üyesi olduğuna kuşku olmamasına karşın Türkiye’nin bilumum mafyacılarıyla muhabbeti ve fotoları bulunan Suçişleri Bakanı Soylu anında işi PKK’nin yaptığını tespit etti! Ama bu kez taktik eskisi kadar kuru ve çıplak değil. İncelikli hesaplar yapılıyor.
Kampanyanın ikinci adımını Yüksek Seçim Kurulu üyelerine ”ahmak” dedi diye AKP’nin en sızılı kaybı olan İstanbul’un belediye başkanına özel görevlendirilmiş hakim müsveddeleri aracılığıyla siyasi haklarını da ortadan kaldıran 2 yıl 7 ay hapis cezası verilmesi oluşturdu. Bu bir yandan karşısına dikilebilecek en güçlü aday adaylarından birini diskalifiye etme anlamına gelirken diğer yandan da toplumsal gerilimi en yüksek düzeylere taşıyacak şekilde İstanbul Belediye Başkanlığına el koyma anlamına gelmektedir. Elbette RTE ve hempaları tarta tarta gidecekler. Eğer atılan adım İstanbul seçimlerinde olduğu gibi ters tepki yapacaksa bir adım geriye çekilecekler ama yandaşlarına da “merak etmeyin, gördüğünüz gibi daha yapabileceğimiz çok şey var!” mesajını vererek çözülmeyi durdurup, safları pekiştirme işinde bir taktik gerçekleştirmiş olacaklardır. Ama Kılıçdaroğlu’nun her zaman yaptığı gibi, önce bir adım ileri atıp sonra iki adım geri çekilme taktiği devam ederse bu kez faşist cephe de attığı adımı pekiştirmek üzere, İmamoğlu’nu yasa yoluyla diskalifiye edip, yerine faşist bloktan birisini Belediye Meclisi’nden seçtirerek genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimine İstanbul’a hâkim olarak girme şansını elde edecektir. Aynı türden gerilim politikalarının başka kentlerde de denenecek olduğuna kuşku duymamak gerekir.
Seçimin can alıcı taktiği: kazan-kazan politikası olarak Yunanistan’la çatışma
Bu politikaların beklenilen sonuçları verip vermeyeceği, tersine tepkilerin daha şiddetli olup olmayacağı henüz belli değildir. Ama bunu elbette Faşist blok ve liderleri de hesaba katmaktadırlar. Bunlara ek olarak sınır ötesi harekât zaten “elde var bir” misali ajandanın başındaki sırasını korumaktadır.
Yunanistan’da 2019’da yapılan son genel seçimin ardından yeni döneme artık 7 aylık bir süre kalmış durumda. Dolayısıyla Mitçotakis Yunanistan seçimlerini Türkiye seçimleriyle çakıştırmayı, aynı Erdoğan’ın sahip olduğu mülahazalarla benimseyebilir. Ege’nin Doğusunda iyi bir seçim malzemesi oluşturan şovenizm batısında da hemen hemen aynı işlevi görüyor ve bir “Türkiye tehdidi”nin hissedilir olması Yunanistan’da her zaman siyasette bizdeki kadar iyi iş görür.
Yunanistan’la uzun süredir bir gerilim politikası “mavi vatan”, “adaların silahlandırılması”, “adalara el koyma” meseleleri ile sürekli gündemde tutulmakta ve istendiği anda da şiddetlendirilebilecek bir durumdadır. ABD böyle bir riski gördüğü için ve RTE’nin yeterince denetlenemeyeceği ihtimalini göz önünde tutarak, NATO’un kuruluşundan beri gözetilen Türkiye-Yunanistan silah dengesi politikasını birden bırakıp Yunanistan’ı silahlandırırken, ortak tatbikatlar da gerçekleştirerek Erdoğan’a bir tür uyarıda bulunmaktadır.
Ne var ki, ABD hangi tedbiri alırsa alsın bir savaş olamayacak olsa bile, bir savaş gerilimi ve hatta birkaç uçağın vurulması, birkaç yerin bombalanması gibi işlerin olmasının önüne geçilemez. Bunlar olduğunda hemen müdahale edilir ve çatışma durdurulur ama istenen gerilimde ortaya çıkmış ve seçim dönemini belirleyecek atmosfer oluşmuş olur. Birkaç uçağın düşmesinden ya da bir iki yerin bombalanmasından Mitçotakis’in pek kaybedeceği birşey yoktur. Tersine şaha kalkacak olan Elen milliyetçiliği/şovenizmi sağcıların yelkenlerini şişirecektir. Onun için gerilimi düşürme politikasına zaten Mitçotakis de hiç yüz vermemektedir. Yunanlı ilericiler herhalde böyle bir durum karşısında ne yapacaklarını bizden öğrenecek değiller.
Bu taktik RTE’nin başvurabileceği taktikler içerisinde faşizmin kurumlaşmasını tamamlaması açısından en tehlikeli olanı gibi görünmektedir zira, karşısında alternatif olarak yer alan Millet İttifakı (Mİ), başarısının formülasyonunu Cumhur İttifakı(Cİ)’nın hayat alanında kendisine yer açma olarak benimsemiş bulunmaktadır. Bunun için de Mİ muhalif olarak yaptığı her işin ardından Cİ’nın yandaşlarına bulundukları belirlenme içinde sevimli gelecek bir adımı atmaktan kendilerini alamamaktadırlar. Kılıçdaroğlu bu akıl dışı tutumunu, 15 Temmuz darbesini asıl yapan RTE’ye “Yenikapı Ruhuna” katılarak destek sunarken en güçlü bir biçimde göstermişti. O ruh esasında 15 Temmuz’da darbeye uğradık diyerek darbe yapma ruhuydu.
Bu, kendi hayat alanını yaratma ve yığınları dönüştürme politikası yerine esas olarak “rakibinin hatalarından yararlanarak onu kendi alanı içinde mahkûm etme politikasının” son örneği tam bir el bombası gibi elinde patlamıştır. Aklı sıra dindarları kazanacağını düşünerek “başörtüsü takmayı yasa yoluyla güvence altına alma önerisiyle” ortaya çıkınca RTE’de “bak ne iyi akıl ettin, hadi gel bunu Anayasaya koyalım!” deyip nefesini kesti. Bu akılla devam edildiği durumda Yunanistan’la olan bir gerilim durumunda “askerimizin ayağına taş değmesin” duaları edilirken ilan edilecek sıkıyönetime ya da olağanüstü hale de boyun eğmek zorunda kalacaklardır. İşte böylece milli mutabakat içerisinde oluşturulan bir olağanüstü hâl altında gidilecek olan seçimleri, Meclisi ve Cumhurbaşkanlığını faşist blokun kazanmasının önünde hiçbir engel kalmayacaktır.
Sıra sana da geldi işte! Berxwedan Jîyan e
Mecliste dokunulmazlıkların kaldırılması, sınır ötesi harekatlara destek vermeler, 15 Temmuz AKP darbesine verilen destek, HDP’yi vebalı gibi dışta tutma politikalarına son verilmediği müddetçe, Mİ’nın muhalefet olarak kendine ait bir hayat alanına sahip olması olanaklı olmadığı gibi, RTE karşısında bu tutumuyla yenilgiden kurtulması da mümkün değildir. HDP ve müttefikleri bu son olayın boyutlarının ne kadar geniş olduğunu Mİ’na göstermeye çalışmaktan bıkmadan, bir yeniden kuruluşun asgari gereklerini içeren 5-10 maddelik net bir bildirge ile karşılarına dikilmelidir.
Kimileri aymazca, İmamoğlu hakkında verilen mahkûmiyet kararını “burjuvazinin temsilcileri arasındaki bir kavga” diyerek alakasızlıkla karşılasa da bu atılan adımın faşizmin kurumsallaşma sürecinde ileri bir atak olduğunu ve birkaç ay sonra Türkiye’nin cehenneme döneceğini bilerek davranmamız ve Mİ bizden vebalıdan kaçar gibi kaçsa da faşist kurumlaşmaya karşı somut durumların ortaya çıkardığı imkanları tabanda değerlendirerek mücadele birliklerinin gelişmesine azami özeni göstermek gerekir. Elbette burjuvazinin temsilcileri kendi aralarında kavgalara tutuşurlar. Ama burjuvazinin liberal, sosyal demokrat ya da faşist temsilcilerini aynı kefeye koyan aklın da pek akla benzediğini söyleyemeyiz. Kendileri gelecekte demokrasiyi parti diktatörlüğü olarak görenlerin yığınların şöyle ya da böyle demokrasi deneyimi edinmelerine, mücadelelerini burjuva demokrasisinin yetersizliğini yaşayarak aşmalarına ihtiyaçları yoktur. Lenin istediği kadar her iki anlamını da içererek, “proletaryanın iktidarı demokrasiden geçer” desin dursun.
İktidar bloku faşisttir ve faşizmin kurumlaşmasını tamamlamak için ataklar yapmaktadır. Karşısında faşistinden sosyal demokratına kadar bir araya gelmiş bir muhalefet cephesi bulunmaktadır. Faşizmin kurumsallaşması bizim için bir felaket oluşturur ise diğerlerinin iktidarı da bizim daha öncesinden reddettiğimiz bir sistemin temsilcileri olmaktan çok öteye gitmezler. Ama demokratik hakların sınırlı da olsa kullanılabildiği bir durumla bunların köküne kibrit suyunun ekildiği durumun birbirinden ciddi farkı vardır. Bunu görmeyen akıla akıl demek mümkün değildir. Belki bu bir akıldır ama işe yaramaz bir akıldır.
AKP attığı adımın doğuracağı tepkileri gayet iyi hesaba kattığından muhalefetin gelişmesini durdurmak ve İmamoğlu’nun miting çağrısını boşa düşürebilmek amacıyla, AKP sözcüsü “Şu an kesinleşmeyen bir karar söz konusu. Yerel mahkemenin verdiği bir karar var. Ancak bundan sonraki süreçte hem İstinaf hem Yargıtay boyutu olacaktır.” diyerek, “bekleyin sonuna kadar” çağrısı yapmaktadır. Ne bu çağrıya uymak ne de İmamoğlu’nun çok yerinde olarak başvurduğu miting çağrısını “burjuvazinin temsilcileri arasındaki kavga” diyerek es geçmek doğrudur. Üçüncü blokun temsilcileri eğer gerçek bir antifaşist mücadele birliği gerçekleştirmek ve Mİ’nin tecrit politikasını kırmak istiyorlarsa böyle fırsatları kaçırmamalıdırlar. Öyle görülüyor ki, yeterince uyanıklıkla davranılamadı ve Saraçhane Akşener’in gösteri yaptığı bir alana dönüştü. Bu direnişin Saraçhane Mitingiyle kalmaması için Emek ve Özgürlük ittifakı Saraçhane Mitinginin yenilerini örgütleyerek bu başlangıcı genel bir direnişe dönüştürmeye ve tüm anti faşistleri bu kampanyanın bir parçası haline getirmeye çalışmalıdır. Faşizme karşı başarı buradadır.
Berxwedan Jîyan e