Kırk yıl düşünsem onca Siyasal Partiyi kapatan bir kurum hakkında yazı yazacağım aklıma gelmezdi; ama AYM’ye bir vefa borcum var, geç de olsa onu ödeyeyim. Önce vefa borcumdan başlayayım sonrası gelir. 1972’de Kızıltepe Lisesi’nde Felsefe Öğretmeni olarak görev yaparken “Komünizm Propgandası” yaptığım gerekçesiyle İl İdare Kurulu kararıyla TCK 142. maddeden hakkımda dava açıldı. Yargılama sürerken CHP-MSP Hükümeti kuruldu. CHP’nin seçim vaatleri arasında yer alan Genel Af çıkarıldı; ama bu af Anayasa’ın eşitlik ilkesine aykırı olarak şeriatçıları affederken, sosyalist ve komünistleri dışta bıraktı. Bunun üzerine CHP, Anayasa Mahkemesi’ne dava açtı ve affın kapsamı genişledi.
Anayasa Mahkemesi 1961 Anayasası ile hukuk sistemimize katıldı. 61 Anayasasına göre 15 asil 5 yedek üyesi vardı, üyelerin neredeyse tümü Yargıtay, Danıştay, Sayıştay ve Askeri Yargıtay üyeleri arasından seçilirdi. Sağ siyasi iktidarlar -özellikle Süleyman Demirel- ne 61 Anayasasını ne de Anayasa Mahkemesini sevdi. Neyse ki yeni Anayasa, ‘Milli Güvenlik Kurulu (MGK)’ gibi sistemin bekçi ve koruyucusu bir kurum getirmişti. Gerçi bu kurumun aldığı kararlar “Tavsiye” niteliğindeydi ama “Ricanızı emir telâkki ederim” mantığıyla sürekli olarak Siyasal İktidarlara yön verdi. Uzatmayalım MGK’nın belirlediği “Müesse nizama aykırı” eylemler doğrultusunda Milli Nizam Partisi 20 Mayıs 1971’de, Kürt sorunu nedeniyle de Türkiye İşçi Partisi (TİP) 21 Temmuz 1971’de kapatıldı.
23 Eylül 2012 tarihine kadar Anayasa Mahkemesi’ne “Kanunların Anayasaya aykırı olduğu ve İptal edilmesi istemiyle” TBMM üye sayısının 1/5’i sayısında milletvekili sayısı ne olursa olsun Ana Muhalefet Partisi bir de görülmekte olan bir davada hakim ya da taraflardan biri yasa maddesinin Anayasaya aykırı olduğunu öne sürerse Anayasa Mahkemesine dava açılırdı.
23 Eylül 2012’de AİHM ve Avrupa Parlamenterler Birliğinin baskılarıyla Anayasa Mahkemesi’ne ‘Bireysel Başvuru Hakkı’ yolu açıldı. Bu yolla insanlar yargılandıkları süreçte “Hak ihlaline uğradıklarını” iddia ederlerse AYM’ne dava açabilir hale geldiler. Böylece AİHM’e gidecek dosya sayısında bir düşüş sağlanmış oldu. Geçmeden yazalım Anayasa Mahkemesi’nin bir de Yüce Divan sıfatıyla Mahkeme olma özelliği vardır. Cumhurbaşkanı, bakanlar ve üst yargı organı mensupları hakkında görevleriyle ilgili konularda açılacak davalara Anayasa Mahkemesi bakar.
Anayasasında bir ‘Hukuk Devleti’ olduğu belirtilen ülkemizde anayasa en üstün norm, Anayasa Mahkemesi de en üst yargı kurumudur. Yani TBMM’nin çıkardığı kanunlar, yürütme organının yayınladığı kararnameler vb. hiçbiri Anayasaya aykırı olamaz. Anayasa Mahkemesi kararları da Anayasa 138. maddede belirtildiği gibi Yasama, Yürütme ve Yargı organları başta olmak üzere herkesi bağlar, bu kararlara uymamak Anayasa suçu oluşturur. Ülkemizde Anayasa Mahkemesi’nin TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın bireysel başvuru hakkını değerlendirip “Hak İhlali” kararı vermesinde sonra yaşananlar gerçek anlamıyla distopik bir roman ya da korku filmine konu olacak türden. Yaşananları hukukla anlatmak, uzun zamandır olanaksız. Anayasanın 90. maddesindeki amir hükme rağmen AİHM kararları uygulanmıyor. Son olarak da İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi “Anayasa Mahkemesi Kararına uymama” yönünde karar alıyor. Daha tehlikelisi yargı organı, yasama organına “Can Atalay’ın vekilliğini niye düşürmedin?” diyerek ayar veriyor.
Diliyor ve umuyorum ki, 150 yıllık bir Anayasa geleceği olan ülkemizde 100. yılını kutladığımız Cumhuriyette sağduyu egemen olur ve bağımsız mahkemelerin, tarafsız hakimlerin bulunduğu günleri yaşarız. Aksi halde başlıkta belirttiğim gibi ‘Elveda Anayasa Mahkemesi’ demek zorunda kalacağız.