Çocukları anne, küçük kurşunlarla mı vururlar?
oysa çocuk merhamet demektir biraz,
inanmaktır, bir uçurtmanın değerli olduğuna bir füzeden
bütün bilyelerimi versem, resimlerim, topacımı
yetmez mi anne, yok etmeye yeryüzünden bütün silahları?
bütün oyunlarda ebe olmaya razıyım
yeter ki bölmesin bir bomba rüyalarımı.
madem savaş, en çok bir çocuğun annesiz ya da babasız olması demektir,
ebelenmek ve daha oyuna girmemektir madem
yakıyorum tahta atımı ve tabancamı.
oyunlarda ne askerim bundan sonra,ne de pilot..
söz, kullanmayacağım bundan sonra sapanımı
oynamak istemiyorum, sonunda ‘elma dersem çık’ olmayan hiç bir saklambacı.
çocukları küçük kurşunlarla mı vururlar anne
akar mı onların da kanları?
Ah şair ah… Keşke bu dilinden dökülüp kâğıda düşenler bir gıdım insani duygu katsa bunun yoksunluğunu içlerinde barındıranlara…
Bir nebze de olsa da yüreklerinde zerre tanesi kadar merhamet yeşeriverse keşke…
Söylemek bir yana; “Yazıktır yahu, yapılmaz onlar minicik daha, kanları canları ne ki” veryansını geçebilse keşke o kara zihinlerinden…
Sonra yürekleri dağlarcasına yakılan o ağıtlar arasında katre katre düşmeyiverse anaların gözyaşları…
Delice yaşamak isterken neden ölümü özler ki bu evlatlar, bu canlar, bu minik cüsseli koca yürekler…
Niçin bu ölüm hasretini dindirir ki köhnemiş, çürümüş yürekli cellâtlar oncacık yaştaki fidanların…
Niye güzel günler göremez ki şu ufaklıklar? Bırakalım sürsünler şu motorları maviliklere.
Bu mudur stratejik derinlik dediğiniz? Bu mudur çocukları ve gençleri geleceğe taşımayı öngören fikirleriniz?
Yerin dibine batsın o zaman bu düşündükleriniz!
Yeni Türkiye dediniz, milli irade dediniz, demokrasi dediniz. Demek hepsinin altında yatıyormuş bu katliamcı, ezici, yok edici düzeniniz.
“Yeni Türkiye” yolunda temeli atan AKP, katları çıkmaya devam ediyor kendi meşrebinde. Bununla birlikte katları çıkarken “güneşimi kapatıyor” diyenleri susturuyor, eziyor, öldürüyor.
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın”. Toplumun güvencini kazanmak için nasıl da meydanlarda bu kelâmın arkasına sığınıp da çemkiriyorlardı ama. Gel gör ki bu “ileri zekâlılar” devleti yaşatmak için minicik bedenleri bile toprakla buluşturuyorlar.
“One minute” repliğiyle gönüllere taht kuran(!) zat-ı muhterem, nasıl da şişine şişine çıkışmıştı Peres’e o boğuk sesiyle “ Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” diye. O günden bugüne anlaşılası bir detay var ki; Peres’in katilliğini taşlayan R.T.E. (şimdiki duruşu itibariyle) Peres’den özel ders ve tüyo almış olsa gerek. Lâkin akıl sır erdirilemeyen bir mesele var gibi. Yılarca inkar, ret, asimilasyon hamlelerini sahaya sürdüler Kürtler ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne (KÖH) karşı. Ne bitirebildiler ne de yıldırabildiler. Bükemedikleri bileği öptüler. Akabinde çözüm sürecine sarıldılar sıkı sıkı. Sonra ulusal mahiyet biçtiler. Pekâlâ, ellerinin mahkûm olduğunun onlar da farkındalar tabii.
Ama dikkatle temaşa edildiği zaman “millileştirilen” çözüm süreci günümüz içerisinde gelişirken bile devlet penceresinden saldırıların ardı arkası kesilmiyor. Ve adres çoğu zaman Kürdistan olarak karşımıza çıkıyor. Son dönemlerde devletin, bölgede, katlettiği yüze yakın yurtseverin dilinden dökülen son söz barış ve halkların kardeşliği idi kuşkusuz. Fakat kürsülerde kardeşlik çığıranlar, tutarsızlıklarını ve riyakârlıklarını döktükleri kanlarla gün yüzüne çıkarıyorlar. Kırdırma ve atomizasyon gayeleri üzerinden hempalarını, yardakçıları meydana atıyorlar. E tabii kolluk güçlerini de sırtlarından eksik etmiyorlar. Ortadoğu’da kafa kesen canileri (hele ki hedef tahtasına Kürtleri koyunca) destekleyen AKP, bu işi Türkiye’de Hüda-Par ile gerçekleştiriyor.
27 Aralık 2014’de patlak veren Cizre olayları, devletin Karadeniz’de devrimcilere karşı kullandığı kontrgerilla destek faşist çetelerin saldırılarından farksızdır. Polisin palazlandırması sonucu bir grup Hüda-Parlı, Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi’nin (YDG-H) kurduğu taziye çadırlarına saldırıyor. Sonrasında çıkan çatışmada iki kişi yaşamını yitirirken çok sayıda kişi de yaralanıyor. Buna müteakip, olaylar çevre il ve ilçelere de sıçrayarak boyutlanıyor.
Cizre olaylarında önce Bülent Arınç’ın Hüda-Par’a yaptığı ziyaret için “zamanlama manidar” demek yanlış olmaz herhalde. Fakat bu ziyaret hafife alınamayacak bir ziyaret olsa gerek ki bugün hâlen Cizre ve çevresinde yaşananlar, ziyaret sırasında kurulan planlar ve yapılan hesapların ayan beyan tezahürüdür. Açıktır ki AKP, katletmekte Peres’i katlayıp cebine koysa da siyasal açıdan da İsrail bürokrasisine de özenmiyor değil bazı durumlarda.
Şöyle ki İsrail’in Filistin’e yaptığı saldırılar karşısında kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üzerine sürekli dağıtma ve bölme planları yapıldı. Bir süre sonra İsrail, kendi eliyle Hamas’ı kurdu. Sözde Hamas da İsrail’e karşı mücadele ediyor. Ama işin esası “danışıklı dövüştür”. İsrail Hamas’la FKÖ’yü bölmeyi planladı ve maalesef başardı. Ama Türkiye devleti bunu başaramadı. 1990’lı yıllarda Hizbullah’ın ardına sığınarak yaptığı kırımların bilançosu parmakla sayılacak derecede değildir. O gün Hizbullah ile bu işe girişen devlet, AKP temsiliyetinde bugün Hizbullah’ın ardılı Hüda-Par ile bunu gerçekleştiriyor. Nitekim görülmesine yardımcı olmak istediğim bir şey var ki, 1990’lardan bugüne 25 yıl geçti ama hala kıramıyorlar, kıramayacaklar bu gücü ve iradeyi.
On yıllardır NATO’nun da desteğiyle KÖH’ni tasfiye etme hamlelerini yapan Türkiye devleti, bugüne kadar karşı savaş yöntemini JİTEM, Özel Savaş Dairesi, Hizbu-Kontra ve koruculuk sistemi ile gerçekleştirmeyi çabalamıştır. Lâkin KÖH’ni tasfiye amaçları vuku bulamamıştır ki hâlihazırda Gezi’den Rojava’dan aldığı güç ve irade ile azimkârlığın, istikrârın kaybedileceğinin düşünülmesi büyük bir gaflettir.
Şu tespiti net bir şekilde yapmak elzemdir ki AKP için; Ortadoğu’da IŞİD neyse, Kuzey Kürdistan’da Hüda-Par odur. Yoksa Cizre olaylarının başladığı gün Hüda-Par için mağduriyet ve masumiyet ajitasyonu çekerek bu pespaye çeteyi niçin müdafaa zaruretine düşsün ki Bülent Arınç. Tabii başı çeken Arınç’tan sonra Hüda-Par’ı destekleyen izahatlar cumhurbaşkanı dahil devlet erkânları tarafından ardı arkası kesilmeksizin geldi.
AKP kendini aklamak için ne kadar da kılı kırk yaran beyanatlar verse de ne aklanacak ne de teşhir olunmadık bir yanı kalmıştır. AKP’nin KÖH’ni tasfiye gayesiyle attığı bütün taktikler, koca bir tokat olarak kendisine geri dönmüştür. Paris katliamı, 6-8 Ekimde katledilenler, Roboski ve en nihai süreçte yaşanan Cizre olayları, tasfiye planlarının parçalarıydı. Her veçhede farklı bir kostüm giyen AKP, artık tüm kostüm stoklarını tüketmiştir. AKP, politikasızlaşma ve dibe çökme süreçlerini yaşarken şunu bilsin ki saldırıları karşılıksız kalmayacaktır.
Yahu nasıl olur da bir çocuğun canını alma çabasında olabilirsin, yaşayacakları hatta yaşamaları gereken onlarca yıl varken?
Bıraksaydınız da Ümit, bilye oynarken mızıkçılık yapsaydı…
Bıraksaydınız Barış, top oynarken elbiseleri çamurlansaydı…
Musa, arkadaşlarını ebelemek için koşuştursaydı sokakta bıraksaydınız…
Yasin de burnu akarken kazağına silseydi burnunu bıraksaydınız…
Annesi, Ceylan’ın parçalarına toplamak yerine o düzlükte Ceylan’la hayvan otlatsaydı keşke…
Roboski’nin o engin tepelerinde, karlar üzerinde ekmek için kaçsalardı Encü çocukları bıraksaydınız…
Ya Nihat? Bıraksaydınız da o da mahallede saklanan arkadaşlarını arayadursaydı bıraksaydınız…
Ama bırakmadınız. Bizim de bizden aldığınız bu kardeşlerimize bir sözümüz var. Size yaşanılası bir hayat bırakmayanlara, yaptıklarını yanlarına bırakmayacağız!
Ve siz çocuklar! Bizimle olanlar!
Size de söz olsun ki güzel günler göreceğiz! Söz!
O motorları güle oynaya süreceğiz maviliklere
Ve ölüm bir daha asla sizin yolunuzdan geçemeyecek…