Türkiye ekonomisi, küresel finansal gerilimlere aşırı duyarlılık gösteriyor. Lümpen büyüme, dış kaynağa yapısal/kronik bağımlılık, yüksek cari açık ve rantiye bir ekonomik yapılanma ekonominin direnç noktalarını aşındırıyor ve zafiyetlerini artırıyor.
2001 sonrası neo-liberal “dönüşüm” süreci, ekonomiyi faiz, kur, enflasyon kıskacına soktu. Küresel sermaye hareketlerine bağlı spekülatif bir büyümenin önünü açan bu döngü, aynı zamanda yüksek kırılganlığı yarattı. Bu ekonomik şekilleniş dış kaynağa, sermaye akımlarına aşırı bağımlılığı koşulladı. FED* ya da ECB**’nin parasal rejim politikaları ekonominin gidişatını belirledi.
Küresel finans hareketlerinde yaşanan gelişmeler, önümüzdeki dönem sermaye girişlerinde keskin düşüşleri beraberinde getirebilir. Türkiye’de 2013 ve 2014’te önemli oranda sermaye çıkışları yaşandı. Kapitalist krizin yeni evresinde (Türkiye dahil) ikinci kuşak ülkelerinin kriz döngüsü içine girmesi ve siyasi kırılganlığın ve jeo-politik risklerin artması sermaye kaçışlarına yol açabilir.
ECB’nin Avrupa’da yaşanan ekonomik daralmaya ve durgunluğa karşı likidite pompalaması, FED’in parasal genişleme programına son verme kararının yarattığı problemleri bir düzeyde azalttı. Ama her an bu adım tersine dönebilir.
IMF son raporunda Türkiye’nin kur riski yaşadığını belitti. Ayrıca Türkiye’nin borçlanma zorluğu içine girebileceğini, enflasyon ve işsizlikte görülen yükselişin önlenmemesi sonucu ciddi sorunlar yaşayabileceğini açıkladı.
Bu tablo ve ülkedeki otoriteryen gelişmeler, Türkiye’nin spekülatif sermaye için çekim merkezi olma özelliğini hızla yitirdiğini ortaya koyuyor.
SICAK PARA KAÇIŞLARI
Sıcak paranın ani çıkışları (sermaye girişlerinin yaklaşık yüzde 25’ni oluşturuyor) ekonomide sarsıcı sonuçlar yaratabilir. Bu yılın ilk 6 ayında ülkeye sermaye girişlerinde yüzde 60 oranında azalma yaşandı.
Bunun direkt yansımalarından biri kur riski oldu. Bu durum aynı zamanda dış borcun hızla artma tehlikesini yaratıyor. Kısa vadeli borçların özel sektör ağırlıklı olması ve özel sektörün açık pozisyonu ekonomiyi yıkıcı bir sarmalın içine sokuyor. Şimdilik Merkez Bankası’nın faiz artırımıyla dövizdeki yükseliş kontrol edildi. Fakat bu hamle başka bir riskin, yüksek faizin yıkıcılığının önünü açıyor.
2015 yılının ilk ayları ve genel seçimlere kadarki süreç, önemli ekonomik gelişmelere gebe olabilir.
Küresel sermaye hareketlerindeki yönelim döviz şoklarını kaçınılmaz kılıyor. Sert döviz şokları hızla döviz krizini tetikleyebilir. IMF, son raporunda bu yönde ve olası sonuçları hakkında ciddi uyarılarda bulundu.
5 Aralık’ta açıklanan, ABD’de tarım dışı istihdam verisinin (beklentilerin çok üzerinde çıkmasına) bağlı olarak FED’in olası yönelimi ya da sonucun faiz artırımını öne çekme beklentisi yaratması, Dolar’da hızlı yükselişe yol açtı. Bu ve daha sert benzeri gelişmeler ekonominin döviz şoklarıyla her an sarsılma riskini ortaya koyuyor.
Bir zamanlar lümpen, spekülatif büyümenin araçları olan faiz, kur, enflasyon döngüsü, kapitalist krizin yeni evresinin etkisiyle ve küresel para rejimlerinde yaşanan değişimler sonucu, yıkıcı bir döngüye dönüştü.
Sermaye hareketlerinde yaşanacak dalgalanmalara ve Türkiye’deki sert siyasal gelişmelere bağlı olarak, her an bir döviz krizine girilebilir. Döviz krizinin direkt etkileyeceği alan, ekonominin taşıyıcı sektörü kabul edilen konut sektörü olacaktır. Sektördeki şişme ve spekülasyon boyutu, etkilenmenin şiddetini artırıcı faktörlerdir. Senkronun bir diğer ayağını ise bankacılık sistemi oluşturuyor.
Döviz şokları, döviz krizinin öncü sarsıntılarıdır.
*FED: (Federal Reserv) ABD Merkez Bankası
**ECB: (European Central Bank) Avrupa Merkez Bankası