Daha önce de birçok HDP’li belediye başkanı hakkında kovuşturmalar başlatılıp hapis ve siyaset yasağı cezaları verilerek, yerlerine kayyumlar atanarak (çoğunlukla önce görevden alınıp sonra ceza verilerek), halkın iradesi gasp edilmişti. Son olarak ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu‘na AKP-MHP iktidarının yönlendirmesiyle verilen hapis cezası ve siyaset yasağı ile bir yargı darbesi daha gerçekleşti. Bu gelişmeyle ilgili olarak, anti-faşist mücadele birliği kapsamında sol-sosyalist harekette farklı yaklaşımların ortaya çıktığı görülmektedir.
Siyasi Haber olarak konuya ilişkin sol- sosyalist hareketin temsilcilerinin görüşlerine başvurarak hazırlamış olduğumuz röportaj dizisini sizlerle paylaşıyoruz.
Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) Dönem Sözcüsü Juliana Gözen:

1) İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ceza verilerek siyasi yasaklı durumuna düşürülmesi karşısında takınılacak tutum anti-faşist mücadele birliğinin gerçekleştirilmesinde bir rol oynayabilir mi?
“Anti-faşist bir mücadele birliğinin oluşabilmesi için siyasal gerçekliğin devrimci yorumuna dayanan bir bağımsız konumlanmaya ve uygun mücadele araçlarına ihtiyacımız var.”
“Faşist bir uygulamaya karşı olduğu için kendiliğinden anti-faşist bir tutumun önünü açsa da, bu tutumun anti-faşist bir mücadele birliği seviyesine sıçramasının koşulları yok. Bilindiği gibi, karşı çıkanlar arasında anti-faşizmle hiçbir ilgisi olmayan hatta bizzat kendisi faşizan güçler var. Anti-faşist bir mücadele birliğinin oluşabilmesi için siyasal gerçekliğin devrimci yorumuna dayanan bir bağımsız konumlanmaya ve uygun mücadele araçlarına ihtiyacımız var.
İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen cezayı öncesiz ve sonrasız bir olay gibi değil; seçime giden politik atmosferi faşizmin kurumsallaşmasını hedefine ulaştıracak bir yapıya sokmak isteyen iktidarın sistematik hamleleri içerisinden okumak gerekir. 2016’da ilan edilen OHAL ve ardından OHAL’in yasal kılıfla kalıcılaştırılmasından beri hızlandırılan özel bir sürecin yeni bir aşaması içerisindeyiz.
Bu yeni aşamada Sansür Yasası’nın geçirilmesi, Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanması, Taksim’de patlayan bomba, Suriye’de Kürt coğrafyasının bombalanması, 25 Kasım’da Taksim’i kapatarak kadınların işkenceyle gözaltına alınması, Ferhat Encü’ye atılan tokat, Yargıtay Başsavcısı’nın HDP’nin Hazine hesaplarına bloke talebi var. İktidarın hamlelerinin hızı ve yoğunluğu artıyor.
Açık ki iktidarın adeta sopası gibi işlev gören yargı yoluyla, Erdoğan’ın karşısındaki güçlü aday İmamoğlu sürecin dışına itilmek isteniyor. O sayede İstanbul Belediyesi’nin imkanlarını yağmalama fırsatı da yakalamış olacaklar. Bu hamlenin İmamoğlu’nun önünü açacağı beklentisine kapılanlar var. Ama darbe gerçektir ve bu hamlenin İmamoğlu’nu devre dışı bırakabileceği çok açık.
İmamoğlu’nu sürecin dışına atmayı başarabilirlerse, HDP’nin kapatılmasından başlayarak karşılarına çıkabilecek tüm güçlere karşı yapacakları yeni hamleler için güç kazanacaklar.
Şunu özellikle vurgulamalıyız ki, İmamoğlu’na verilen cezanın önünü “dokunulmazlıkların kaldırılması” oylamasında Erdoğan’ı destekleyen CHP açmıştır. HDP milletvekillerinin tutuklanmasından, kayyum düzeninin devreye girmesine, Kılıçdaroğlu’na atılan yumruğa kadar, olup bitenlerin önemli bir sebebi CHP’nin oylamadaki tutumudur.
“Biliyoruz ki faşizm burada başarılı olursa, daha hızlı ve daha güçlü darbelerle ilerleyecek, başarısız olursa zayıflayacaktır.“
Böyle olsa da İmamoğlu’na yapılan faşist bir darbe girişimidir. Hukuk dışı bu hamle teşhir edilmelidir. Halkın seçme hakkı, demokratik bir haktır ve faşist darbe girişimine karşı savunulmalıdır. Biliyoruz ki faşizm burada başarılı olursa, daha hızlı ve daha güçlü darbelerle ilerleyecek, başarısız olursa zayıflayacaktır.
İmamoğlu’na yapılan hamleye karşı çıkışla ortaya çıkan fırsat, Erdoğan’ın faşist bir hamlesine şu ya da bu sebeple karşı duran güçlerle kendiliğinden yan yana gelerek engel çıkarabilme fırsatıdır. Bilinci bulanıktır, kendiliğinden ortaya çıkmıştır, sınırları bellidir, geçicidir. Anti-faşist mücadele birliği ise, daha yüksek ve kalıcı bir seviyeyi ima eder.”
2) İmamoğlu’na siyaset yasağı getirilmesinin ardından Saraçhane’de gerçekleşen mitinge sosyalist solun bazı kesimlerinin temsilcileri de katılım gösterip destek açıklamalarında bulunurken bir kısmı ise alınan bu tutumun “burjuva muhalefete yedeklenme olduğu” yönünde açıklamalarda bulundu. Sizin değerlendirmeniz nedir?”
“Sosyalistlerin Saraçhane’ye eklemlenmesi zaaflı bir tutumdur. 6’lı masanın, anti-faşist değil anti-Erdoğan bir zeminde olduğunu ve hatta içinde faşizan ögeler barındırdığını görmeliyiz.”
“İçinde olduğumuz siyasal ve toplumsal gerçekliği hiçbir yanılsamaya kapılmadan olduğu gibi görmek gerekiyor. Süreç sert şok dalgalarıyla ilerlediği için, bilinçleri bulandırmaya açık bir dönemdeyiz.
Baş döndürücü hızda yaşanan gelişmelerin esas öznesi olan iktidarın isteği de, kitlelerin sorunların gerçek kaynağını görememesi ve böylece ona karşı geliştirilen hamlelerin zayıflaması değil mi?
Sert şok dalgalarıyla etkilenmek istenen bir alan da, devrimci hareketin siyaset alanıdır.
İlk olarak, sosyalistlerin Saraçhane’ye eklemlenmesi zaaflı bir tutumdur.
İktidarın ekonomi ve siyasal alandaki politikalarının halkta oluşturduğu hoşnutsuzluktan korkup rahatsız olan sermayenin ve bazı devlet fraksiyonlarının desteğini arkasına alan 6’lı masanın, anti-faşist değil anti-Erdoğan bir zeminde olduğunu ve hatta içinde faşizan ögeler barındırdığını görmeliyiz. Halkın inisiyatifinin güçlenmemesi ve köreltilerek sisteme içerilmesi konusunda ise çok net bir tutum içindeler.
Saraçhane’deki tablo restorasyon güçlerinin toparlanma girişimidir. Aldıkları darbeyi sokağı kullanmadan püskürtemeyecekleri bir noktaya geldikleri için bu adımı attılar. Kendilerinin hareket alanını daraltan ve onların önemli politik figürlerini devre dışı bırakmak isteyen hamleler dolayısıyla sokağa çıkmak zorunda kaldıklarını görüyoruz.
Ama daha önce de olmadı mı? 15 Temmuz sonrası Taksim Mitingi yapan CHP sonra soluğu Yenikapı’da almadı mı, Boğaziçi direnişinde gençlere eve dönme çağrısı yapmadı mı? Tüm bu hamlelerin stratejisi ise halkın biriken ve sistem dışına çıkma potansiyeli taşıyan tepkisini içererek sönümlendirmek değil mi? Saraçhane’ye fazladan anlam yükleyenler geçmişte olanları, CHP’nin hızlı dönüşlerini, Akşener’in faşizan yapısını unuttular mı?
İmamoğlu’na yapılan darbenin faşist karakterini tabii ki halkımıza anlatacağız ve mücadele çağrısı yapacağız, fakat bunun Saraçhane’ye eklemlenerek olmayacağını düşünüyoruz. Geçici yan yana gelişler kaçınılmazca olabilir, olacaktır; ama esas olan halkın bağımsız gücünün siyasal ve toplumsal alanda örgütlenmesi olmalıdır. Bu örgütlenmede yol alındığı ve bu örgütlenme güçlendiği oranda taktik manevraların önü açılacak, o arada 6’lı masa içindeki bazı güçleri etkileme imkanı da olacaktır.
Restorasyoncu 6’lı masada ittifak yapılacak düzeyde “anti-faşizm” varmış gibi bir yanılsama ve hatta anti-faşist mücadelenin bu masayla birlikte kurulacağı tutumuna aceleyle ve biraz da panikle sıçrayıvermek; halkçı-devrimci güçlerin zaten henüz oluşma aşamasındaki Emek ve Özgürlük İttifakını zaafa uğratacağı gibi, 6’lı masanın etkisi altındakiler dahil olmak üzere, toplumsal güçler içindeki gerçek bir anti-faşist güç birliğinin gelişme zeminini de zayıflatacaktır.
İkinci zaaflı tutum sol sekterlik olarak kendisini gösterdi.
“Slogancı bir tutumla kendisini sınırlayarak, “sistemin tüm güçlerinin çürüdüğünü” açıklamak ve “egemenlerin savaşı içerisinde bizim işimiz olmaz” deyip kendine steril alan yaratmaya çalışan bu tutumun içi boştur, içeriksizdir.“
İmamoğlu’nun tasfiyesi girişimi, halkın mücadeleyle kazandığı oy hakkının tasfiyesi girişimidir. Bu hakkın bağımsız bir hat politik alan içerisinde halkın çıkarlarını esas alan bir tutumla savunulması devrimcileri burjuva kamplara itmez. Tam tersine, güncel gerçeklik içerisinde konumlanarak taktik inisiyatif almamızın önünü açar. Politikanın doğasında aktüel konularda bu tarz konumlanışlar vardır. Bu konumlanıştan olası risklerini abartarak kaçış ve steril bir alanda kalma eğilimi sosyalistleri güncel politikanın dışına iter. Strateji, evet güncel politikanın zeminini oluşturur, ama kendisi olamaz.
Slogancı bir tutumla kendisini sınırlayarak, “sistemin tüm güçlerinin çürüdüğünü” açıklamak ve “egemenlerin savaşı içerisinde bizim işimiz olmaz” deyip kendine steril alan yaratmaya çalışan bu tutumun içi boştur, içeriksizdir.
Çağlayanın altından geçip ıslanmama hayaline kapılmamalıyız. Güncel politik mücadeleyi güncel süreçlerin içinden geçip, geçerken de kaçınılmaz olarak paçalarımızı kirleterek yürüteceğiz.
Emek ve Özgürlük İttifakı bu dönemde tam da bu yüzden daha da önem kazanmıştır. İttifakın üzerine inşa olduğu zeminin haklılığı ve doğruluğu yaşanılan süreç tarafından doğrulanmıştır. İttifakımızı iki burjuva kampın dışında bağımsız bir alana kavuşturmak, bu alanı güncellik içinde mücadele ederek güçlendirmek, bu güçlenmeyi halkın mücadele içinde özneleşmesi süreciyle iç içe geçerek başarmak gerekiyor.
İşçilerin, kadınların, gençlerin, Kürt halkının, Alevilerin, doğa savunucularının, LGBTİ+’ların hayatta kalma mücadelesi, demokratik bir cumhuriyet inşa etme mücadelesiyle birleştirilip güçlendirilebilir.
Bugün hız kazanarak süren faşizmin kendini kurma yürüyüşü, onunla Kürt sorunu ve bölgesel savaş girişimleri başta olmak üzere pek çok alanda ortak olan Millet İttifakı’na eklemlenerek durdurulamaz. İttifakımız kendisinde odaklanmalı, kendi siyasal ve toplumsal alanını oluşturmalı, 6’lı masanın hiç güvenilmeyecek siyasal alanıyla şayet gerekirse geçici ve zorunlu yan yana gelişlerle yetinmelidir. Bir dizi krizlerle sarsılıp zorlanan düzene karşı halkın seçeneğini fiilen inşa etmek ve düzene dayatmak günün acil görevidir, başka tutumlar ancak bu göreve hizmet ettiği zaman değer kazabilir.”
Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Eş Genel Başkanı Canan Yüce:

1) İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ceza verilerek siyasi yasaklı durumuna düşürülmesi karşısında takınılacak tutum anti-faşist mücadele birliğinin gerçekleştirilmesinde bir rol oynayabilir mi?
“Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere bir dizi büyükşehrin ve bir dizi önemli kentin bugünkü belediye başkanlarının, 2019 yerel seçimlerinde bulundukları mevkilere gelmiş olmaları esasen HDP’nin (benimsemesinde ve uygulanmasında bir bileşen olarak SYKP’nin de ciddi pay ve katkı sahibi olduğu) 31 Mart taktiğinin dolaysız sonucudur. Dolayısıyla merkezi iktidarın bu yerel iktidar odaklarına saldırısı, aynı zamanda bu taktiğe ve bunun ima ettiği güç dizilişi planına da saldırıdır. “
“Öncelikle Ekrem İmamoğlu davasının Saray’ın emriyle sonuçlandığını görmek lazım. Millet İttifakı içerisindeki iç hesaplardan azade önce meselenin bu yönünün altını çizelim. Rejim açısından İstanbul’a yeniden “çökmek” asla vazgeçilmeyen bir hedeftir. Diğer bütün amaçların daha tali olduğunu belirtmek isteriz. Diğer taraftan, Saraçhane önünde toplanan kitlelerin rejime dönük öfkelerinin sağcı Millet İttifakı ve 6’lı masa bileşenleri tarafından dizginlenip kontrol altında tutulmaya çalışıldığını da gördük.
Başka bir nokta-i nazardan, Ekrem İmamoğlu’na verilen hapis cezası ve getirilen siyasi yasak, aynı zamanda, rejimin Rojava’ya kara hareketi girişiminin ardından, içine girilen seçim sürecini belirlemeye ve karşısındaki güçleri paralize etmeye dönük ikinci önemli hamlesi olarak okunabilir. Faşist iktidar bloğu savaş siyasetiyle muhalefeti bastırmak, arkasına dizmek için Suriye, olmadı Yunanistan kışkırtmalarına devam edecektir. Önümüzdeki sayılı günlerde Saray’ın ve rejimin muhalefeti baskılamaya, inisiyatifi ele geçirmeye veya elde tutmaya yönelik yeni hamle ve girişimlerine tanık olabiliriz. Bize düşense, gerekli kararlılık ve taktik beceriyle bunların her birinin boşa çıkarılması ve püskürtülmesidir.
Şüphesiz, tek başına rejimin bu hamlesinin anti-faşist mücadele birliğini kendiliğinden geliştireceğini ummak hatalı bir beklenti olacaktır. Böyle bir mücadele birliğinin inşasına yeni bir ivme vermenin bir imkanı belirmiş; bunun gerekliliği olayların seyri ile bir kez daha doğrulanmıştır denebilir. Erdoğan iktidarı ve Cumhur İttifakı eliyle kurumsallaştırılmak istenen faşizmi durdurmak ve püskürtmek için sistem içi güçler dahil en geniş kesimlerin mücadele içinde senkronizasyonunu sağlamanın önemi bir kez daha açığa çıkmıştır.
Bu bağlamda, birazcık geriye giderek bugüne gelecek olursak, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere bir dizi büyükşehrin ve bir dizi önemli kentin bugünkü belediye başkanlarının, 2019 yerel seçimlerinde bulundukları mevkilere gelmiş olmaları esasen HDP’nin (benimsemesinde ve uygulanmasında bir bileşen olarak SYKP’nin de ciddi pay ve katkı sahibi olduğu) 31 Mart taktiğinin dolaysız sonucudur. Dolayısıyla merkezi iktidarın bu yerel iktidar odaklarına saldırısı, aynı zamanda bu taktiğe ve bunun ima ettiği güç dizilişi planına da saldırıdır. 31 Mart taktiği iktidar bloğunun totaliter bir nitelik arz etmeye başlayan hakimiyetinde gedikler açmaya, ördüğü yerel iktidar ağlarını parçalamaya dayalı bir yönelimdi. Başka bir açıdan bakıldığında, bu taktik, 2023 dönemecinde mevcut iktidar bloğunu alaşağı etmenin hazırlayıcı ve sınayıcı provasıydı. Bazen yüzeyden bakanların kapıldığı yanılgının aksine basitçe “CHP’ye ve CHP adaylarına destek” taktiği değildi.
Şu halde, iktidar bloğunun İstanbul’a ve devamında ihtimal olarak başka kentlere yeniden çökmesi, genel seçimlere bir dizi avantajla, her şeyden önce 31 Mart’ta uğradığı hasarları telafi ederek, yitirdiği kaynaklara tekrar erişerek,31 Mart’ın de facto halk koalisyonunun saflarında yılgınlık yaratarak, ne yapılırsa yapılsın iktidardan indirilemeyeceği kanısını güçlendirerek girmesi demektir.
İktidarın hamlesini böyle bir kavrayış ve ciddiyetle karşılamak yerine, İmamoğlu ve Akşener’in ‘mağduriyet kozunu ele geçirdik öyleyse Cumhurbaşkanlığı adaylığında bir adım öne geçtik’ zannıyla kapıldıkları bönce sevinç, varsayıldığı gibi bir büyük hesabın değil, dar görüşlülüğün ürünü olan bir küçük hesabın dışavurumudur.
“Akşener’in fırsatçılığına, İmamoğlu’nun kendisini İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na taşıyan dinamiklerin çoklu bileşimini unutuvermesine takılmadan, İstanbul için önümüzdeki dönemde bütün demokratik güçlerin elbirliği ve güç birliği ile takip etmesi gereken taktik, “tabir yerindeyse” ve mutatis mutandis bir tür “faşizme geçit yok” taktiği olmalıdır.”
Bu küçük hesaplara, Akşener’in fırsatçılığına, İmamoğlu’nun kendisini İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na taşıyan dinamiklerin çoklu bileşimini unutuvermesine takılmadan, İstanbul için önümüzdeki dönemde bütün demokratik güçlerin elbirliği ve güç birliği ile takip etmesi gereken taktik, “tabir yerindeyse” ve mutatis mutandis bir tür “faşizme geçit yok” taktiği olmalıdır. Daha doğrusu, evveliyatı da gözeten biçimde taktik süreklilik, doğru bir taktikte ısrar ve kararlılık bunu gerektirir. Olaya güçlerin genel dizilişi zaviyesinden ve buz gibi soğuk bir mantıkla bakıldığında her muhakeme ister istemez şu sonuca varacaktır: İstanbul’un ve hedef alınması muhtemel diğer büyükşehir yerel yönetimlerinin AKP-MHP karşısında savunulması, 2023 seçimlerinin Erdoğan ve rejim bloğuna kaybettirilmesi için yaşamsal önemdedir. Konuya bu şuur içinde yaklaşılması elzemdir.
Öte yandan, SYKP açısından diktatörlük karşısındaki güçlerin genel diziliş sorunsalı çerçevesinde bir taktik belirsizlik veya muğlaklık yoktur. Bu konular, kendi konferanslarımız ve HDP konferans kararları bağlamında halledilmiş konulardır. Ama doğru bir taktiği açımlamak, pratikte örmek ve “taktik içinde taktik” gibi meselelerimiz elbette vardır. Güçlerin genel dizilişi içinde demokrasi kampının en önüne geçmek ve demokrasi yürüyüşünü mümkün mertebe kapitalizme karşı bir yürüyüş rengine büründürmek, milletlerin kendi kaderlerini tayin hakkının proleter enternasyonalizmi ruhunda gerçekleşmesi için en enerjik, en kararlı ve en yaratıcı biçimde harekete geçmek üzere inisiyatif almak… Hattıhareketimiz budur. Şimdi İstanbul’da halk oyunun ve iradesinin savunulması, aynı zamanda demokrasi kampının önüne geçmenin gereği olarak da karşımıza çıkan kritik bir görevdir.
Bu çerçevede atacağımız adımlar hiçbir bir davete veya dolaysız bir kazanca değil, büyük güç dizilişinde iktidar kampı karşısındaki barikatı güçlendirip güçlendirmediğine, barikatta bizi daha elverişli bir mevziye yerleştirip yerleştirmediğine bağlı olarak atılmalıdır.
Aslında, Saraçhane’deki tabloyu okurken akılda tutulması gereken gereken en önemli ve anlamlı moment Ali Babacan’ın HDP ve Demirtaş’ı siyasi gündeme taşımasının alanda bulduğu karşılık ve yankıdır. Bu, Saraçhane’deki buluşmanın Akşener-İmamoğlu’nun onu hapsetmeye çalıştıkları dar çerçevenin ötesinde, 31 Mart’ın fiili koalisyonun geniş tayfını ve duyarlılıklarını bir şekilde yansıttığını göstermesi bakımından önemliydi.
Şüphesiz, alanda önemli bir Kürt ve HDP’li kitle kendiliğinden mevcut olmasaydı böyle kuvvetli bir yankılanma olmayacaktı. O insanları oraya HDP örgütleri taşımadı, HDP bileşenleri de değildi onları oraya taşıyanlar: Belediye çalışanlarının kendileri ve yerellerden araç kaldıran belediye araçlarına atlayan “bizimkiler”di. Bu, halkın 31 Mart taktiğine, aynı zamanda kendi taktiği olarak sahip çıkmasının bir doğrulanmasıydı. Kendiliğinden “ancak” bu kadar olur. Bu kendiliğindenci an, gene de, önümüzdeki süreçte taammüden ne yapmamız gerektiğine ışık tutuyor aslında.
“Millet İttifakı ve Altılı Masa’nın politik ufkunun ve amacının eski rejimin bir restorasyonuyla sınırlı olduğunu elbette biliyoruz. Ancak, buradan kalkarak her iki kutba eşit mesafeye dayalı bir yaklaşımın benimsenmesini veya egemen güçler arası çelişkilere kayıtsız kalınmasını yanlış bulmaktayız. Kendi “Üçüncü Yol”umuzu genişletmeye ve ilerletmeye çalışırken AKP-MHP iktidar bloğuna karşı doğrudan mücadeleyi, Millet İttifakı’na karşı ise bu eşikte dolayımlı bir mücadeleyi savunmaktayız.”
Partimizin uzunca bir süredir 2023 dönemecinin önemine, bu dönemeci anti-faşist güçlerin mümkün olan en geniş kesimlerinin ittifakı ve işbirliği ile karşılamak gerektiğine, herhangi bir seçime değil sert bir hesaplaşma uğrağını girdiğimize, faşizm tehdidini püskürtmenin bu uğrağın yakıcı görevi olduğuna dikkat çekmektedir. Bu temelde de mızrağın sivri ucunun Cumhur ittifakına yöneltildiği, mevcut rejimin ilgasının önünü açacak bir yönelimi takip etmektedir. Diğer burjuva kutbun, yani Millet İttifakı ve Altılı Masa’nın politik ufkunun ve amacının eski rejimin bir restorasyonuyla sınırlı olduğunu elbette biliyoruz. Ancak, buradan kalkarak her iki kutba eşit mesafeye dayalı bir yaklaşımın benimsenmesini veya egemen güçler arası çelişkilere kayıtsız kalınmasını yanlış bulmaktayız. Kendi “Üçüncü Yol”umuzu genişletmeye ve ilerletmeye çalışırken AKP-MHP iktidar bloğuna karşı doğrudan mücadeleyi, Millet İttifakı’na karşı ise bu eşikte dolayımlı bir mücadeleyi savunmaktayız. Millet İttifakı’nın restorasyoncu programını aşmanın, köklü bir demokratik dönüşümün yolunu açmanın, bunu demokratik bir cumhuriyetle taçlandırmanın “Üçüncü Kutup” güçlerinin mevcut rejimin tasfiyesi sürecindeki etkinliğine ve yığınağına bağlı olduğunu ileri sürüyoruz.
“Eğer faşizmin kurumsallaşmasının durdurulmasını içinden geçtiğimiz sürecin bir numaralı görevi sayıyorsanız “demokrasi ittifakı” bağlamında kimi yan yana gelişleri de zorunlu olarak görüyorsunuz demektir. Ama eşit mesafeci bir yaklaşıma sahipseniz böyle bir meseleniz de olmaz ve bu tür “külfet”lerden de kendinizi azade kılarsınız.“
Açık ki, ne devrimci ve demokratik güçlerin oluşturduğu Emek ve Özgürlük İttifakı ne de sistem içi güçlerin oluşturduğu 6’lı Masa Cumhur İttifakını tek başına iktidardan uzaklaştırabilir. Seçim turnikesinden baktığımızda ve seçim bir halk seferberliğiyle desteklenmediği ölçüde belirli bir pat durumu da ihtimal dahilindedir. AKP’nin önceki seçim pratiklerinin çok daha fazlasını yapacağını görmemek imkansızdır. Kaldı ki seçimleri yeniden almak için neler yapabileceğine delalet etmesi bakımından İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkındaki dava da, “hukuk” sopasının nasıl kullanıldığının ibretlik bir örnektir. Eğer faşizmin kurumsallaşmasının durdurulmasını içinden geçtiğimiz sürecin bir numaralı görevi sayıyorsanız “demokrasi ittifakı” bağlamında kimi yan yana gelişleri de zorunlu olarak görüyorsunuz demektir. Ama eşit mesafeci bir yaklaşıma sahipseniz böyle bir meseleniz de olmaz ve bu tür “külfet”lerden de kendinizi azade kılarsınız. Bütün sistem içi seçenekleri aşarak demokratik ve sosyal bir cumhuriyete, sosyalizme ulaşmak için ‘hiç bir ara mücadeleye, taktiğe, sürece gerek yok; bir devrimci durum ortamındayız’ tahlilini yapıyorsanız bu tür manevralara ve taktik hamlelere de ihtiyaç duymazsınız zaten. Biz böyle düşünmüyoruz.
SYKP olarak uzunca bir zamandır faşizmin kurumsallaşması ve yerleşmesi tehlikesine ve bunu engellemek için zamanın daraldığına dikkat çeken bir yaklaşımının takipçisi olduğumuz için İmamoğlu’na verilen cezayı “biz demiştik, sıra size geldi” apolitikliğiyle karşılamayı yanlış buluyoruz. Elbette yeri geldiğinde “sarı öküzü vermeyecektiniz” veya “Ermeni’yi dövdürmeyecektiniz” hatırlatmaları yapılabilir. Ama bizim işimiz nispetçilik yapmak ve bununla yetinmek olamaz. Barikatın HDP’li belediyelere birer birer kayyım atanırken ve eşbaşkanlar tutuklanırken örülememiş ve HDP’nin yalnız bırakılmış olması, şimdi barikat örme fırsatını geri çevirmeyi gerektirmez. Bunun rejimin işini kolaylaştıracağı apaçık bir gerçek. CHP’nin TÜSİAD’ınki ile çok büyük ölçüde örtüşen vizyonunu ve 6’lı Masa’nın anayasa değişiklikleri teklifini eleştirmekten bir an bile geri durmamız gerekmez, ama mevcut rejimin her türlü anti-demokratik müdahalesinin karşısına dikilmek de vazgeçilmez bir görevdir ve yedeklenme korkusuyla bu konuda bir çekiniklik sergilemek her şey bir yana, aynı zamanda bir tutarsızlıktır. Bunu İmamoğlu’ndan, CHP’den veya 6’lı Masa’dan gelecek mukabil tavır ve jestler koşuluna bağlamak da öyle.
Tıpkı HDP’li vekillerin dokunulmazlıkları kaldırılırken, belediyelere kayyım atanırken, Şebnem Korur Fincancı tutuklanırken, feministlere, LGBTİ+’lara, grevdeki işçilere saldırılırken söylediğimiz ve yaptığımız gibi, İmamoğlu’na siyaset yasağı konulur ve İstanbul Belediyesi’ne kayyım atama hazırlıkları yapılırken de faşizme karşı ortak mücadele halkasından tutmaya devam etmeliyiz. Solun büyük kısmı bu feraset ve sorumlulukla davranmakta zaten.
Burada sorun CHP ve Millet İttifakı’nın bu sorumlulukla davranmıyor oluşundadır. Ama Saraçhane mitingi sırasında Selahattin Demirtaş’ın HDP’nin adı geçince kopan güçlü alkışı onlara sorumlu davranma uyarısı yapan “aşağıdan” bir halk eğilimi olarak görülmesi gerektiğini de not edelim.”
2) İmamoğlu’na siyaset yasağı getirilmesinin ardından Saraçhane’de gerçekleşen mitinge sosyalist solun bazı kesimlerinin temsilcileri de katılım gösterip destek açıklamalarında bulunurken bir kısmı ise alınan bu tutumun “burjuva muhalefete yedeklenme olduğu” yönünde açıklamalarda bulundu. Sizin değerlendirmeniz nedir?”
“Devrimci hareketin bağımsız hattı fanusta ve yalıtılmış ortamlarda kurulamaz. Ancak ve yalnız çoklu bir ittifaklar alanında sınanıp doğrulanabilir. Yedeklenme riskine karşı politik uyanıklık elbette elden bırakılmamalıdır. Ama yedeklenme korkusuyla kendini yalıtmak bir çıkış yolu değil. Kaldı ki bu “yedeklenme” korkusunun Kürt Özgürlük Hareketi ve HDP ile ilişkiler bağlamında da şu veya bu ölçüde nüksettiğini not edelim.“
“Bu sorunun esasına dair açıklamaları aslında yukarıda yapmaya çalıştık. Temel sorun içinde bulunduğumuz siyasal konjonktürün ana karakteri ve bu çerçevede 2023 dönemecinin herhangi bir seçimin ötesindeki kritik önemi. Taktik keyfi bir seçim değildir. Somut durumun somut tahlilinden çıkarsanmalıdır. Bazıları bunu ıskalayarak kendilerini olabildiğince korumaya alan bir doğrusal gelişme çizgisi izleyebilir ve rejimin tasfiyesinin gerektirdiği çok-düzeyli ittifaklar ve işbirlikleri sorunsalına kayıtsız kalabilirler. Ama burada belirli bir aymazlığın varlığını saptamamız gerekiyor. Ya doğrusal gelişmenizi de imkansız kılacak son derece elverişsiz koşulların oluşması veya pekişmesi ihtimal dahilindeyse? Devrimci hareketin bağımsız hattı fanusta ve yalıtılmış ortamlarda kurulamaz. Ancak ve yalnız çoklu bir ittifaklar alanında sınanıp doğrulanabilir. Yedeklenme riskine karşı politik uyanıklık elbette elden bırakılmamalıdır. Ama yedeklenme korkusuyla kendini yalıtmak bir çıkış yolu değil. Kaldı ki bu “yedeklenme” korkusunun Kürt Özgürlük Hareketi ve HDP ile ilişkiler bağlamında da şu veya bu ölçüde nüksettiğini not edelim.
Biz parti olarak İmamoğlu’na yönelik verilen cezaya ilişkin net ve açık şekilde karşı koyan, ortak mücadele çağrısı yapan bir açıklamada bulunduk. Ancak gerek İmamoğlu ve CHP, gerekse de 6’lı Masa bu antidemokratik karar karşında bütün muhalefetin birlikte tepki vermesini sağlayacak bir feraset ve cesaretle davranmadı. Bunun kısmen iktidar bloğunun sürüp giden basıncının ama kısmen de kendi bilinçli tercihlerinin sonucu olduğunu varsaymalıyız. Saraçhane’ye çağrı yapılırken dahi HDP ve Emek-Özgürlük İttifakı yok sayıldı, sadece 6’lı Masa’nın liderleri davet edildi. Biz parti olarak biraz da bu tabloyu görerek Saraçhane’ye gitme çağrısında bulunmadık. 6’lı Masa’nın bu dar görüşlülüğüne ve çapsızlığına rağmen Saraçhane’ye giden EMEP, TİP, SOL Parti, EHP gibi partiler ise alanda yok sayıldı. Bu tavrın doğruluğu veya yanlışlığı elbette konuşulabilir ama buradan yedeklenenler ve yedeklenmeyenler şeklinde bir ayrışma çıkarmak hem zorlama olur hem de kimseye bir şey kazandırmaz.
Elbette, az önce anlattığım antifaşist mücadele perspektifi dahilinde zaman zaman sistem içi güçlerle de yan yana gelinecektir, gelinmelidir. Hatta onlar bunu istemese dahi bizim bunu zorlayacağımız anlar olacaktır. Ancak bu, koşullara bağlı olarak ve belirli bir taktiğin gerekleri ve sınanması çerçevesinde olabilir. Nitekim, HDP’nin 6’lı Masa’yı cumhurbaşkanlığı seçimleri ve “geçiş süreci” konusunda işbirliğine zorlaması bunun bir örneği olarak önümüzde duruyor. Elbette aşağıdan ve halk kitleleri arasında örülmüş sahici bir ittifak perspektifinden asla kopmaksızın. Şimdi İstanbul’da halk oyunu ve iradesini savunmaya bu perspektiften bakmak gerekiyor.
Yenikapı ile Saraçhane karşılaştırmaları yukarıda sıraladığımız anti-faşist görevleri es geçmek, İmamoğlu’nu belediye başkanlığına taşıyan sürecin gerisinde aşağıdan örülmüş bir halk ittifakının bulunduğu gerçeğini unutmak olur. Temiz ve steril kalalım şeklinde özetlenecek tutumların rejimin tasfiyesi açısından hiçbir pratik politik değeri olmadığını da not edelim.
“Faşist bloğu iktidardan uzaklaştırmak, restorasyoncu güçlerin sonraki süreci kendi başlarına belirleyecekleri bir inisiyatifi almasını engellemek zorundayız. Bu bizim Üçüncü Yol diye anlattığımız perspektiftir esas olarak. Demokratik ve sosyal bir cumhuriyete ulaşmanın başka da bir yolu yoktur.“
Saraçhane somutunda konuşacak olursak, oraya giden sol-sosyalist güçleri “burjuva muhalefete yedeklendiler” diye değerlendirmek de yanlış olur, tersinden gitmeyenleri antifaşist mücadele sorumluluğundan kaçtılar diye nitelendirmek de. Belli ki önümüzdeki süreç siyaseti belirleyen bu üç güç odağının (Cumhur İttifakı, 6’lı Masa, Emek ve Özgürlük İttifakı) birbirlerine karşı bazen tek tek bazen ikili hegemonya mücadelesiyle geçecek. Bazen kimi taktik kesişmeler yaşanacak, işbirliği alanları açılacak bazen de politik çekişme öne çıkacak. Bir ve aynı anda her ikisi dahi söz konusu olabilir. Ancak az önce de belirttiğim gibi burada önemli olan taktikte ve politikada esnek, stratejide net ve keskin durmaktır. Faşist bloğu iktidardan uzaklaştırmak, restorasyoncu güçlerin sonraki süreci kendi başlarına belirleyecekleri bir inisiyatifi almasını engellemek zorundayız. Bu bizim Üçüncü Yol diye anlattığımız perspektiftir esas olarak. Demokratik ve sosyal bir cumhuriyete ulaşmanın başka da bir yolu yoktur.”
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkan Yardımcısı Tuncer Bakırhan:

1) İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ceza verilerek siyasi yasaklı durumuna düşürülmesi karşısında takınılacak tutum anti-faşist mücadele birliğinin gerçekleştirilmesinde bir rol oynayabilir mi?
“Şimdi totalitarizme ve irade gaspına karşı durmak tüm Türkiye’nin meselesi haline gelmiştir.”
“İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’na verilen ceza daha önce Demokratik Bölgeler Partisi ve Halkların Demokratik Partisi belediye eş başkanlarına verilen cezalar gibi muhalif olanlara yönelik yapılan siyasi operasyonun bir parçasıdır. Yargı eliyle yürütülen bu siyasi operasyonun, İmamoğlu’nu da aşan tarafı, toplumun bütününe yönelmiş bir sindirme aracı olarak kullanılmasıdır.
Baskıcı tek adam rejimlerinin seçim taktiklerini artık yaşayarak gördük, biliyoruz. 2023 seçimleri öncesi de aynı yöntemlere başvuran AKP-MHP ittifakının halk iradesine zerrece saygı göstermediğini, hukuku çiğneyerek iktidarda kalmak için her yola başvurduğunu biliyoruz. Bu karar bir kez daha ceza yasalarının totaliter rejimi besleyecek şekilde işletilip toplumun cendereye alınmak istendiğini göstermiştir.
Kayyım atamaları ve belediye eş başkanlarımızın tutsak edilmesi sürecinde ısrarla Türkiye toplumunu ve muhalefetini uyarmıştık. Bunun toplumu tümden sindirmeye yönelik bir operasyon olduğunu, sessiz kalınması halinde daha cesur davranacaklarını, kendilerine muhalefet eden bütün kesimlere yöneleceklerini söylemiştik. Dediğimiz gibi de oldu: AKP-MHP ittifakı Kürt kentlerindeki belediyelerde irade gaspı yaparak bu bölgeyi bir siyasi laboratuvar şeklinde kullanmış, sonrasında tüm Türkiye’ye yaymaya başlamıştır. Şimdi totalitarizme ve irade gaspına karşı durmak tüm Türkiye’nin meselesi haline gelmiştir. Kürt halkı ısrarla “anlatılan bizim, hepimizin hikayesidir” dedi; bu söylem şimdilerde mağduriyetler Doğu’dan Batı’ya doğru yayılma göstermeye başlayınca Türkiye toplumunda karşılık bulmaya başladı.
21.yüzyıl faşizminin biçim değiştiren ama irade gaspı ve toplumu kuşatmaya alma konusunda köklerinden kopmayan haline karşı anti-faşist bir mücadele birliğinin gerçekleşmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu zemini ulusalcı, sağcı, eşitlik ve özgürlük kaygısı olmayan kesimlere bırakmak ya da seçime endeksleyerek kısa vadeli çıkarlara heba etmek halklara yapılacak en büyük kötülüktür. Bu yüzden Türkiye’nin devrimci ve demokrat kesimleri bir araya gelmeli ve anti-faşist mücadele birliğini topluma yayarak genişletmelidir.”
2) İmamoğlu’na siyaset yasağı getirilmesinin ardından Saraçhane’de gerçekleşen mitinge sosyalist solun bazı kesimlerinin temsilcileri de katılım gösterip destek açıklamalarında bulunurken bir kısmı ise alınan bu tutumun “burjuva muhalefete yedeklenme olduğu” yönünde açıklamalarda bulundu. Sizin değerlendirmeniz nedir?”
“Haksızlığa karşı suskun kalmak, var olan hukuksuzlukları artıracak, zulmü olağanlaştıracaktır.”
“İmamoğlu özelinde ortaya çıkan siyasi karara karşı farklı yorumların gelişmesi normal olsa da bu siyasi kararı bir kişiye-olaya özgü olarak değerlendirmekten kaçınmak gerekir. AKP-MHP ittifakı, uzun süredir Türkiye’de irade gaspını kendi rejiminin işleyişinin vazgeçilmez bir parçası olarak hayata geçirmektedir. Dolayısıyla İmamoğlu özelinde yaşananları sisteme dair bir sorun olarak görmek gerekir, yoksa yanılgılar artar. Bizim buradaki tutumumuz nettir, bir halk iradesine yapılan saldırıyı reddediyoruz. Bu yüzden hem son siyasi karara hem de bu kararın içerisinde konumlandığı sisteme itirazların yükseltilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Yanlışın karşısında olmak bu doğrultuda tavır geliştirmek bizim geleneğimizdir. Haksızlığa karşı suskun kalmak, var olan hukuksuzlukları artıracak, zulmü olağanlaştıracaktır.
Saraçhane’ye gidilmesi konusunda sol çevrelere yapılan eleştirileri anlamakla birlikte bunun bir dayanışma biçimi olduğunu düşündüğümü belirtmek istiyorum. Toplumun ötekileri olarak Kürt, Alevi, sol, sosyalist çevreler ya da kadınların yaşadıkları yalnızlaşmayla empati halinde verilen bu destek ve dayanışmayla kurulabileceğine, anlaşılabileceğine inanmak istiyorum.”
Emekçi Hareket Partisi (EHP) Genel Başkanı Hakan Öztürk:

İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ceza verilerek siyasi yasaklı durumuna düşürülmesi karşısında takınılacak tutum anti-faşist mücadele birliğinin gerçekleştirilmesinde bir rol oynayabilir mi?
“İstanbul yerel yönetimine bir nevi kayyım atama yoluna gidilmesine net olarak karşı çıkmak gerekir. Demokrasiyi savunan en temel yaklaşım konuyu bu şekilde ele alır.“
“Çok karanlık, tehlikeli ve despot bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu da iktidara karşı verilmesi gereken mücadelenin özel yönlerini ortaya çıkarmış olur. Mevcut hükümet varlığını sürdürebilmek üzere çok büyük bir blok oluşturmuş durumda. Devletin bütün kademeleri ve kitle iletişim araçları kontrolünde. Bu kadar büyük ve konsolide edilmiş bir güce ancak büyük bir cephe ya da ittifaklar ilişkisiyle cevap verilebilir. O nedenle en geniş muhalefet cephesini oluşturmak üzere her türlü gelişmeyi değerlendirmek en doğrusudur.
Ekrem İmamoğlu yasaklı hale getirilmeye çalışılıyor ve bu süreç onun belediye başkanlığından uzaklaştırılmasına varabilir. Bu iktidarın çok kaba bir hamlesi. Erdoğan rakip olarak karşısında İmamoğlu’nu görmek istemiyor ve o nedenle onu saf dışı bırakmak üzere harekete geçti. Bu böyle gözüküyor genel olarak ve başka bir yoruma mahal bırakmayacak şekilde böyle. Kaldı ki devlet alanında Erdoğan’ın kontrolü had safhada. O alanda ona rağmen başka bir “oyun” kurgulamak hiç de kolay değil.
Genel görünüm böyle iken İmamoğlu’na siyaset yasağı getirilmesine ve İstanbul yerel yönetimine bir nevi kayyım atama yoluna gidilmesine net olarak karşı çıkmak gerekir. Demokrasiyi savunan en temel yaklaşım konuyu bu şekilde ele alır.”
İmamoğlu’na siyaset yasağı getirilmesinin ardından Saraçhane’de gerçekleşen mitinge sosyalist solun bazı kesimlerinin temsilcileri de katılım gösterip destek açıklamalarında bulunurken bir kısmı ise alınan bu tutumun “burjuva muhalefete yedeklenme olduğu” yönünde açıklamalarda bulundu. Sizin değerlendirmeniz nedir?”
“Büyük bir faşizm tehlikesinden bahsediyorsanız ittifak çemberinizi dar tutamazsınız. Aktüel politik gelişmelerle ilgilenmemek ve aktüel tavırlar almamak tam bir apolitizmdir. Sol yaygın olarak apolitik durumda.“
“Sosyalistler nihai anlamda özel mülkiyetin mülga edilişini ve bir emekçi iktidarını savunduğu gibi güncel olarak demokrasiyi de savunur. O nedenle sosyalistlerin, rejimin antidemokratik bir siyasal hamlesine itiraz yükseltmesi son derece normal. Prensip olarak ve mantıksal olarak doğrusu budur.
Burjuva muhalefet kanadından dahi olsa seçimle gelmiş bir belediye başkanının alaşağı edilmesi kabul edilemez. Bu yönde tutum belirtmek elbette ki bir yedekleme anlamına gelmez. İç tutarlılık bunu gerektirir sadece. Yedeklenmek ya da yedeklenmemek pazarlık konusu değildir. Kenarda durmakla da çözülmez bu mesele. Bir oyuna giriyorsanız rakiplerinizle çekişeceksiniz demektir.
Büyük bir despotizm tehlikesi varsa, uzak gözüken güçlerle bile ilişki kurmanız gereklidir demektir. Bu siyasetin bir kuralı gibi neredeyse. Büyük bir faşizm tehlikesinden bahsediyorsanız ittifak çemberinizi dar tutamazsınız. Bu koşullarda başarılı olunmak isteniyorsa çok isabetli analizler yaparak, çok isabetli politik hamlelerde bulunmak icap eder. Bunları nitelikli olarak yapamazsanız, doğal olarak yedeklenirsiniz. Burada güçlü olmak gerekir dahi demiyorum, sol böyle demeye eğilimli olduğu halde. Çünkü güç hep konjonktüreldir ve güç doğru siyasal hamlelerle oluşturulur. Yani güçlü olsanız bile yedeklenmiş olabilirsiniz.
Aktüel politik gelişmelerle ilgilenmemek ve aktüel tavırlar almamak tam bir apolitizmdir. Sol yaygın olarak apolitik durumda. Kendisinin iktidar alternatifi olduğunu ileri sürmüyor ve formüle edilmiş açık politik hedefleri yok. Sorgulanmaz, ezeli ve yenilmez kabul ettiği iktidardan bazı taleplerde bulunma konumunda sürekli. Bu konumlanış onu zaten geçelim burjuva muhalefetini, burjuva hükümete yedekliyor vaziyette.
Apolitizm tutumundan daha kötüsü, olan biten politik meselelerle ilgilenmeyip kültürel faaliyet alanına çekilmek oluyor. Asıl olarak kültürel alana yoğunlaşmış bir solun politik programı ve bir politik faaliyeti olamaz.
Biz Diyarbakır’daki kayyıma karşı çıktığımız gibi, İstanbul’daki kayyıma da karşı çıkıyoruz. Grev yasaklarına karşı işçi sınıfıyla birlikte bir mücadele veriyoruz. Muhalefetin önderliğini, kimse kimseye hediye etmez. Önderlik doğru siyasal hamlelerle ve kan ter içince verilen bir mücadeleyle kazanılabilir ancak.”
Emek Partisi (EMEP) Genel Başkan Yardımcısı Selma Gürkan:

İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ceza verilerek siyasi yasaklı durumuna düşürülmesi karşısında takınılacak tutum anti-faşist mücadele birliğinin gerçekleştirilmesinde bir rol oynayabilir mi?
“Cumhur İttifakı faşist bir rejimi örgütlemeye çalışıyor. İktidarın siyasal yönelişini görerek buna uygun bir mücadele hattının oluşturulması gerekiyor.“
“En son İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen ceza ve siyaset yasağı iktidarın seçim sürecine giderken nasıl bir yol izleyeceğinin, seçimleri kazanması halinde de nasıl hükümet edeceğinin açık göstergesidir. Çünkü AKP-MHP ekseninde oluşan blok ve iktidarları bu adımı ilk kez atmıyorlar. Seçimleri ezici bir farkla kazanmış olmalarına rağmen HDP’li belediyelere atanan kayyumlar eliyle yönetimlere el konması, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve vekilliklerinin düşürülmesi, daha önce CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na verilen ceza ve getirilen siyasi yasak, tutuklu siyasetçiler, grev, konser, festival, oyun yasakları, sanatçılara, gazetecilere, bilim insanlarına yönelik baskılar… örnekleri çoğaltabiliriz elbette ancak sayılan bu örnekler Cumhur İttifakı’nın faşist bir rejimi örgütleme çabaları olarak değerlendirilmelidir. O nedenle bugün uygulanan baskıları tek tek yaşanan örneklerin özgünlüğüne indirgemeden, iktidarın siyasal yönelişini görerek buna uygun bir mücadele hattının oluşturulması gerekiyor. Emek Partisi olarak en geniş kesimlerin mücadele ittifakı olarak ortaya koyduğumuz mücadele platformu bu ihtiyacın bir gereğidir. Her siyasal ve toplumsal kesimin, yani partiler, sendikalar, meslek birlikleri, çevre platformları, inanç örgütlenmeleri, kadın hareketi ve muhtelif mücadele platformları gibi örgütlü güçlerin mücadele sürecine dair yaklaşımlarının ve alacakları pratik tutumların tabi ki bu gerici siyasal gidişatın durdurulması konusunda önemli bir etkisi olacaktır. Salt bu gidişatı durdurmak yetmez, demokratik haklar ve siyasal özgürlüklerin alanlarının genişletilip, güvence altına alındığı, emekçi sınıflar başta olmak üzere halkın ihtiyaçları ve taleplerinin öznesi olduğu daha demokratik bir siyasal düzenin kazanılmasının da yolu bu mücadele hattından geçiyor.”
İmamoğlu’na siyaset yasağı getirilmesinin ardından Saraçhane’de gerçekleşen mitinge sosyalist solun bazı kesimlerinin temsilcileri de katılım gösterip destek açıklamalarında bulunurken bir kısmı ise alınan bu tutumun “burjuva muhalefete yedeklenme olduğu” yönünde açıklamalarda bulundu. Sizin değerlendirmeniz nedir?
“Bu mücadele potansiyeli iyi değerlendirilirse 2023 işçi ve emekçiler için her bakımdan kazanım yılı olur.“
“İmamoğlu için verilen kararı salt iki parti ya da siyasi kutup arasındaki rekabetin sonucu olarak görürsek oldukça sığ bir değerlendirme yapmış oluruz. Elbette Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı iki farklı burjuva mihraktır ve aralarında kıyasıya rekabet vardır. Önemli olan güncel politik gelişmeleri doğru değerlendirip, günün ihtiyaçlarına cevap verecek bir mücadele hattını örmektir. Bu ihtiyaca göre mücadele unsurlarının ortak platformunu oluşturmak gerekir. Şayet iktidarın siyasal gericiliği, baskı ve otoriterleşmeyi, ekonomide yağma ve talanı, üretimde köleci sömürü düzenini, çatışmacı ve yayılmacı dış siyaseti esas alan programına karşı burjuva muhalefetinin kısmen demokratik söylemler içermesine rağmen sermaye düzeninin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmiş programını halka bir seçenek, bir çözüm ve bir umut olarak sunarsak bu yedeklenme anlamına gelir ki, bugün yapılan mücadele çağrılarının ne içeriği ne bileşimi bu eksende değildir. Steril ortamda, masa başında üretilen siyaset bize gerçekçi sonuçlar vermez. Güncel politik gelişmeler ekseninde, sandığa sığmayacak bir emek, barış ve demokrasi mücadelesi birlikteliği oluşturulursa bu iktidarın gerici programını alaşağı edeceği gibi Kemal Derviş programının bir yansıması diyebileceğimiz burjuva muhalefetin de programının sınırlarını aşan sonuçlar alınabilir. Bugün hem siyasi baskılar, yasaklar hem de ekonomideki daralmalar, enflasyon gibi nedenlerle yaşanılan yoksulluk ve işsizlik, işçi ve emekçi halkın çalışma ve yaşama koşullarındaki ağırlaşma, kadına ve çocuğa yönelik şiddetin, eşitsizliğin derinleşmesi, önümüzdeki süreçte mücadele potansiyelini biriktirmektedir. Bu mücadele potansiyeli iyi değerlendirilirse 2023 işçi ve emekçiler için her bakımdan kazanım yılı olur.”
Devrimci Parti Genel Başkanı Elif Torun Öneren:

İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ceza verilerek siyasi yasaklı durumuna düşürülmesi karşısında takınılacak tutum anti-faşist mücadele birliğinin gerçekleştirilmesinde bir rol oynayabilir mi? / İmamoğlu’na siyaset yasağı getirilmesinin ardından Saraçhane’de gerçekleşen mitinge sosyalist solun bazı kesimlerinin temsilcileri de katılım gösterip destek açıklamalarında bulunurken bir kısmı ise alınan bu tutumun “burjuva muhalefete yedeklenme olduğu” yönünde açıklamalarda bulundu. Sizin değerlendirmeniz nedir?”
*Öneren, sormuş olduğumuz iki soruya birlikte cevap vermiştir.
“Kendi sağından bile değil, devletin sağından medet uman “sosyalistlerin” dünya görüşlerini, ideolojilerini bir kez daha gözden geçirmeleri gerekmektedir.“
“İBB başkanı Ekrem İmamoğlu’na getirilmeye çalışılan siyaset yasağı ve kayyum atanması girişimi burjuvazinin temsilcileri arasındaki var olma, nemalanma kavgasının ayyuka çıkmış halidir. Uygulama düzen dışı muhalefete, sosyalistlere ve yurtseverlere sürekli yapılanların benzeri olmasına karşın muhalefetteki partilerde neredeyse infiale sebep oldu. AKP ve Erdoğan’ın varlık-yokluk mücadelesindeki fütursuzluğu burjuva muhalefetin bile ufkunu aşmıştır. Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin “anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” dediği Selahattin Demirtaş’ın fezlekesinin sonuçlarının kendilerine kadar yansıdığını görmek bizim değil ama düzen partileri için şaşırtıcı olmuştur. Ama burada düz mantık ile davranıp işçi sınıfı ve ezilen halkların “mağdur” bir burjuva politikacısı ile empati kurmasını beklemek doğru değildir. Bugün AKP’nin yerinde olup nüans farklılıkları ile sömürüye ve sömürgeciliğe hizmet etmek için çırpınanların hakkını savunmak “tutarlı demokrat olmak” ile açıklanacak bir durum değildir. Tersine düzen muhalefetini de içine katarak hepsini teşhir etmek ve kendi bağımsız siyasi görüşümüz ve gücümüzle onları layık oldukları yere tarihin çöplüğüne göndermek için mücadele etmek zorundayız.
CHP’den, İmamoğlu ve benzerlerinden “demokrat” ya da “demokrasi mücadelesi” beklemek nafiledir. HDP’li belediyelere kayyum atanırken tek söz söylemeyenlerden, milletvekillerinin vekillikleri düşürülürken el kaldıranlardan, sınır ötesi operasyon tezkeresine evet diyenlerden işçi sınıfı ve ezilen halklar lehine bir beklentinin olması sadece safdillikle de açıklanamaz. Kendi sağından bile değil, devletin sağından medet uman “sosyalistlerin” dünya görüşlerini, ideolojilerini bir kez daha gözden geçirmeleri gerekmektedir. Bizim açımızdan bu burjuva muhalefete yedeklenmekten öte burjuva muhalefetin kendisi olmak demektir.
Ne devlete ne de AKP’ye faşist demeyenlerin tersine AKP-MHP faşist partilerinin yapıklarına ve gücüne gıpta ile bakanların anti-faşist cephede olacağına dair hayaller ise mücadeleyi rafa kaldırmış, düzenin kendi içindeki restorasyondan medet umanların beklentisinden başka bir şey değildir. İşçi sınıfı ve ezilen halklara saldırıların püskürtülmesini, burjuva muhalefetin kayıkçı dövüşünde, iç dalaşmalarında değil; işçi sınıfının, halkın sokakta mücadeleyi büyütmesinde mümkündür ve burada aranmalıdır. Yoksulluğa, zamlara, savaş politikalarına karşı; öfkeyi, direnişi, devrim ve sosyalizm mücadelesini büyüterek kurumsallaşan faşizmi ezebilir, zülüm ve yıkım düzenine son verebiliriz.”
*Dosya kapsamında tartışmayı ortak bir zemine taşımak ve buna vesile olmak hedefiyle Siyasi Haber olarak birçok sol-sosyalist hareketin temsilcisinden görüş talebinde bulunulmuş ancak dosyamızda yer alan isimler dışında olumlu dönüş olmamıştır.
(Siyasi Haber – Esra Üşüdür)