Dünyada ekolojik krize karşı mücadele giderek büyürken, ekoloji mücadelesi, giderek siyasetin en temel gündemlerinden biri haline geliyor. Fransa ve Brezilya seçimlerinde olduğu gibi seçimlerde de önemli roller üstleniyorlar. Türkiye’nin ise dört bir yanında doğasına, suyuna, ağacına sahip çıkan insanların sesleri yükseliyor.
20 yıllını geride bırakan AKP iktidarı sermayenin daha çok kar etmesi için adeta doğaya savaş açmış durumda. Sermayenin AKP koruması altında doğaya yönelik bu savaşına karşı direnenler hep oldu. 90’lı yılların başında altın madenine karşı başlattıkları mücadele ile Bergamalılar doğayı, toprağı ve yaşamı savunmanın ilk uzun soluklu örneğini yarattılar. AKP’li yıllarla beraber hem kentler hem de kırlar sermayenin saldırılarına karşı direniş odakları yaratmaya başladı. “Kentsel dönüşüm” veya “düzenleme” adı altında sürdürülen rant projelerine karşı kentlerde yurttaşlar yaşam alanlarını savunmak için mücadele etti. Bunun en yaygın ve kitlesel olanı da Gezi Direnişi oldu. Kırlarda ise her şey sermayeye peşkeş çekildi. Yıllardır kırsallarda yurttaşlar suları, toprakları, havası için direniyor. HES’ler, JES’ler, RES’ler, nükleer santraller, maden ocakları derken ülkenin dört bir yanından her şey sermaye ve iktidar işbirliği ile talan edildi. Kaz Dağları’ndan Rize İkizdereye, Hasankeyf’ten Akbelen Ormanları’na kadar ülkenin dört bir tarafından direniş odakları yaratıldı.
Kentte ve kırda yaratılan tüm bu direniş odakları 21 Ocak’ta İstanbul’da Ekoloji Hareketleri Konferansı’nda buluşuyor.
Siyasi Haber olarak doğa ve yaşam için de önemli bir seçim olan 2023 seçimleri öncesinde gerçekleşecek konferansı organize eden yerel platformlar ile “Ekoloji Hareketleri Konferansı’na giderken” başlıklı bir söyleşi yapmıştık. Söyleşinin devamı olan bu söyleşide ise konferansı organize eden emek, sağlık ve ekoloji mücadele yürüten dinamikler ile konuştuk.
Ata Soyer Sağlık ve Politika Okulu adına Mehmet Zencir, Tarım Orkam-Sen Genel Başkanı Ahmet Keleş, Mezopotamya Ekoloji Hareketi adına Derya Akyol, İklim Adaleti adına Levent Büyükbozkırlı, Dev Yapı-İş Sendikası Genel Sekreteri Nihat Demir, Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Ahmet Dursun Kahraman ile yaptığımız röportaj dizisini sizlerle paylaşıyoruz.
Ata Soyer Sağlık ve Politika Okulu adına Mehmet Zencir:

“Mevcut ittifaklar bu toplumsallaşan mücadele dinamiklerini görmezden gelmiş durumda. Bu mücadelelerin taleplerini karşılama yönlü bir vaatler ile kendilerini sınırlamış durumda. Biz ekoloji mücadelesi verenler olarak şunu biliyoruz: Ekolojik tahribatın müsebbibi olan mevcut AKP-MHP ile bütünleşmiş sermayenin durdurulması elzemdir.”
1- Ülke tarihindeki en önemli seçimlerden birine giderken bir konferans gerçekleştiriyorsunuz. Böylesi bir dönemde seçimlerde dahil olmak üzere ekoloji mücadelesinin politik bir özne olarak ülke siyasetine etkisi nasıl yaratılabilir?
“Ekoloji hareketleri zaten uzun süredir siyaseti, toplumu ve kendini dönüştürüyor. Siyaset ile ekoloji mücadelesi birbirini daha iyi anlamaya başlıyor, daha güçlü ilişkiler kuruyor. Sadece siyaset ile değil emek, feminist hareket, özgürlük hareketleri dahil tüm toplumsal hareketlerle buluşma ve birlikte dönüşme ve dönüştürme yönlü bir eğilim görülüyor. Bu gerçekliğin bilince taşınması ve güçlendirilmesi, siyasetin ekolojikleştirilmesi ve ekoloji hareketinin politikleşmesi kritik bir görev olarak önümüzde duruyor.
Ekolojik krizden çıkışın seçimlerde talepler manzumesi ile sınırlı olmadığını biliyoruz. Talep eden bir mücadele hattından politik özne olmaya doğru bir değişim güçleniyor. Seçim dönemi bu motivasyonu daha da artırıyor. Bununla birlikte seçim dönemine daralmayan bir dönüştürücü işlevden bahsediyoruz. Ekoloji hareketlerinin politik özne olarak yaşam alanlarını savunmaya ve yaşamı özgürleştirmeye güçlü bir şekilde devam edeceğini birlikte deklere etmek için bir araya geliyoruz.”
2. Pandemi ekolojik krizi yeni bir boyuta taşıdı. Buna ilişkin görüşleriniz neler? Ekoloji mücadelesi pandemi konusunda hak ettiği politik değerlendirmeyi yeterince yaptı mı?
“Pandeminin erken döneminde daha fazla sistem tartışması yapılıyordu. ‘Pandemi neden ortaya çıktı ve neden kontrol edilemiyor’ üzerine daha yoğun tartışıyorduk. Yine bu dönemlerde ‘başka bir dünya mümkün’ gündemimizde daha çok yer alıyordu. 2020 Mayıs sonu ve Haziran başı ile birlikte sermaye ve devletlerin ‘normalleşme’ stratejileri ile pandemi tamamen tıbbileştirildi. İlaç ve aşı gündeme oturtuldu. Dahası erken dönemden bu yana sol-sosyalistler içinde dahi komplo teorileri daha fazla gündemde yer aldı. Oysa patriyarkal kapitalizmin tüm yapısal özelliklerinin bu tür pandemileri yarattığına dair sayısız kanıt gözlerimizin önünde duruyordu.
COVID-19 pandemisi öncesi bulaşıcı olmayan hastalıkların artışı gündemdeydi: Kanserler, kalp-damar sistemi hastalıkları, astım, demans-alzheimer, psikolojik hastalık vb. Ekoloji mücadelesi açısından bu hastalıklarla ekolojik tahribat arasındaki ilişkiyi gündeme getiriyor, yılda 9.2 milyon önlenebilir erken ölümün ekolojik tahribata bağlı olduğunu dile getiriyorduk. Sıraladığımız bu hastalıklar ve ölümler uzun süreli ve bireysel yaşandığı için kolektif-bütüncül düşünmeyi çok sağlayamıyorduk. Daha çok ekolojik tahribatın görünür olduğu yerlerde halkın ilgisini çekiyordu, yöresinde özellikle kanser vakalarının artışı ile ilişkilendiriliyordu.
COVID-19’la birlikte tüm dünyanın benzer zaman dilimi içinde tek bir hastalıkla karşı karşıya kalması gündemleri ve analizleri ortaklaştırdı. Bu pandeminin ortaya çıkmasında ekolojik tahribatların etkisi ile ilgili çok sayıda makale yazıldı. Endüstriyel tarım ve hayvancılık, yabanıl yaşam alanlarına müdahale, küresel egzotik hayvan ticareti, ormansızlaştırma vb. ekolojik tahribatın pandeminin ortaya çıkmasındaki rolü bu makalelerde yer aldı. Yine bu makalelerde mega kentler, doğa ile ilişkinin yapaylaşması, yeşil alanların yok edilmesi, toplu taşıma ve yaşam alanların yetersizliği ve sağlıksızlığı, izole yaşamlarımız, kendi kendine yetemeyen mekanlar vb. salgının kontrolden çıkardığı ve hızla yayılmaya yol açtığına da yer verildi. Bunların yanında neoliberal sağlık reformları ile birlikte sağlık hizmetlerinden kar etmeyi hedefleyen, önleyici ve koruyucu hizmetlerini önemsemeyen sağlık politikalarının da pandeminin önlenmesi ve kontrolünü imkansız kıldığı gözler önüne serildi. Dahası sermaye birikimin sağlanması için işçi sınıfının önemli bir kısmı, yakınları ile birlikte önlem alınmadan çalıştırılarak ölüme terk edildi. İşçi cinayetleri, sosyal cinayetler bir kırım politikası olarak karşımıza çıktı.
Ötekileştirilen tüm topluluklar pandemiden çok daha fazla etkilendi. Tamamen kadınlara yüklenen yeniden üretim işlevleri pandemi ile daha arttı, kadına yönelik şiddet, cinsel şiddet de artış gösterdi. Pandeminin dayattığı izole yaşamlar psikolojik bir çok sorunun katlanarak artmasına yol açtı. Tüm bunlara pandemi kontrolü için kitlesel yok edilen vizon başta olmak üzere çok sayıda hayvanı, abartılmış hijyen amaçlı ilaçlarla yok edilen bitki, toprak ve canlıları da dahil edebiliriz. Bu sıralanan sağlıksızlıkların tümünün patriyarkal kapitalizm ile ilişkisinin görünür olduğu bir dönemi yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz. Bu panoroma içinde ekolojik kriz de çok yönlü deşifre edildi ve patriyarkal kapitalist sistem ile ilişkisi de ortaya konabildi. Tüm bunlara rağmen ekoloji mücadelesi dahil tüm toplumsal mücadeleler pandemi dönemini yeterince değerlendiremedi. Pandemilerin yeni bir yaşamı, ekolojik yaşamı çağırdığı çok duyulmadı. Yine de ekoloji hareketleri olarak bırakılan izin büyütülmesi için yönlü çalışmalara devam ettiğimizi söyleyebiliriz. Ekoloji mücadelesinin politikleşmesi ve politik özne olma yönlü yöneliminde pandeminin görünmez etkisinin olduğunu düşünüyorum. Zaman içinde bu etki daha görünür hale gelebilir.”
3. Konferans ile ekoloji mücadelesi siyasal bir özne olarak konumlanacak. Verili siyasal denklemde bunun yol açacağı etkilere dair öngörüleriniz neler?
“Şunu hatırlatmak isteriz. Seçimlere yönelik kurulan ittifaklar siyasal yapıların yan yana gelmesi ile oluşmuş durumda. Oysa bizler biliyoruz ki sermayenin ve devletin (iktidarların) saldırılarına karşı çok sayıda mücadele yükseliyor ve biz varız diyor: Feminist mücadele, işçi direnişleri, güvencesizlerin direnişi, LGBTİ+ mücadelesi, barınamayanların mücadelesi, emeklilerin mücadelesi, adalet arayanların mücadelesi vb. Tabii ki ülkenin dört bir yanına yayılan ve her geçen gün politikleşen ekoloji mücadelesi.
Mevcut ittifaklar bu toplumsallaşan mücadele dinamiklerini görmezden gelmiş durumda. Bu mücadelelerin taleplerini karşılama yönlü bir vaatler ile kendilerini sınırlamış durumda. Biz ekoloji mücadelesi verenler olarak şunu biliyoruz: Ekolojik tahribatın müsebbibi olan mevcut AKP-MHP ile bütünleşmiş sermayenin durdurulması elzemdir. Seçimlere yönelik bu tarihsel rolümüzü tüm gücümüzle yerine getireceğiz. Dahası yeni döneme aday olan diğer siyasi yapıların da ekoloji programlarının farkındayız. Yeşil boyama programlarına izin vermeyeceğiz.
Yine bizler yaşam alanlarını savunmanın ve ekolojik bir yaşamı örmenin asli unsurları olduğumuzu biliyoruz. Tüm ülkeye yayılan direnişlerimizin sadece yerel ile sınırlı kalmaması gerektiğini küresel ekolojik krize karşı bölgesel ve küresel yanıtlar, dayanışmalar ve direnişler oluşturmanın gerekli olduğunu biliyoruz. Yine emek, kadın, özgürlük mücadeleleri ile birlikteliklerini kurmaya ve güçlendirmeye devam etmemiz gerektiğini biliyoruz. Toplumsal barış ve demokrasi mücadelesinin ekoloji hareketleri için de olmazsa olmaz olduğunu da biliyoruz. Bu sıralananlar yeni ekolojik yaşamın örülmesi ile doğrudan ilişkili. Bunun için kurucu bir yol yürümenin gerektiğinin de farkındayız.
Bu amaçla yürütülen mücadelelerin birikimi ve dönüştürücü gücüyle Ekoloji Sözleşmesi’ni de tartışıyoruz. Her türlü tahakküm ilişkilerine, emek ve doğa sömürüsüne karşı direnenlerin Ekoloji Sözleşmesi… Direnişle, dayanışma ve enternasyonalizm ile yazılacak bir Ekoloji Sözleşmesi. Yarına ertelemeyen, bugünden güncel adımlarını atacağımız: Geri çağırma gibi… Yerel ÇED’ler yerine Enerji, tarım, su, kent, ulaşım vb. politikalarda halkın kolektif sözünün kurulması gibi…”
Tarım Orkam-Sen Genel Başkanı Ahmet Keleş:

“Bizler de bu konferans aracılığıyla politikaya ve zihinlere dokunarak değişim ve dönüşümü açığa çıkarmayı hedefliyoruz.”
1- Ülke tarihindeki en önemli seçimlerden birine giderken bir konferans gerçekleştiriyorsunuz. Böylesi bir dönemde seçimlerde dahil olmak üzere ekoloji mücadelesinin politik bir özne olarak ülke siyasetine etkisi nasıl yaratılabilir
“Elbette cumhuriyet tarihinin en önemli seçim sürecini yaşayacağız. Bu seçimlerin, neoliberal ve ulus devletçi yaklaşımların dünyamızı getirdiği felaket halinin görülmesi için tartışmaları körüklemesini, zihniyet değişimi ve içerisinde bulunduğumuz korkunç gerçeklikle yüzleşmenin önünü açmasını dileyebiliriz. Fakat şu tehlikeyi de görüyoruz; seçimlerin odak noktası kimin kazanacağı sorusu etrafında dönüyor. Bizler de bu konferans aracılığıyla politikaya ve zihinlere dokunarak değişim ve dönüşümü açığa çıkarmayı hedefliyoruz. Tabii ki bunu yaparken ekoloji mücadelesinin uzun soluklu bir mücadele olduğu gerçeğini de göz ardı etmiyoruz.”
2- Ekoloji hareketleri ormanlar, tarım ve gıda konusunda ekolojik yaşam hedefli nasıl bir mücadele yürütmeli, neleri gündemine almalı?
“Gıdanın, üretildiği yerellerde tüketilmesi ilkesini benimsemeyen kapitalizm, mega marketler, zincir restoranlar için; taşımaya, depolanmaya ve bazı hastalıklara dayanıklı, genetiği değiştirilmiş bitkisel ve hayvansal türlerin adil olmayan tüketimini ve dolayısıyla üretimini dayatarak, tarımda hem bir mono kültüre neden olmakta hem de taşıma, depolama, ilaçlama faaliyetleri ile büyük bir ekolojik yıkıma neden olmaktadır. Ekoloji mücadelesi veren bizler mevcut alışkanlıklarımızı terk ederek kendi komünlerimizi oluşturmalıyız ve topluma bunu anlatmalıyız.”
3- Sendika olarak ormanlar, tarım ve gıda konusunda ekolojik yaşam hedefli ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?
“Orman yangınlarına ve orman talanına karşı yerel ekoloji dernekleri ve platformları ile hızlı bir şekilde bir araya gelip hem hukuksal alanda mücadele yürütme hem de talana karşı direnişi beraber örgütleme anlamında bir çabamız var. Ama özeleştiri olarak söylemek gerekirse bu alanda eksiklik ve yetmezliklerimiz var.
Tarım politika komisyonlarımızda sıkça tartıştığımız ve görüşlerimizi basınla paylaştığımız zamanlar oluyor. Mesele ekolojik krizin asıl sebebi kapitalist sistem ise, kapitalizmin özü şiddettir. Şiddet ister kendi aralarında ilan ettikleri barış zamanında olsun, isterse fiili cephe savaşlarında olsun eksik olmaz. Savaşlarsa insan dahil olmak üzere doğa üzerinde ki tüm canlıları öldürür. Kapitalizmin varlığı çevrenin yaşamasının önündeki en büyük engeldir. Ekolojik krizler reformlarla çözülmez!
İnsanı sınırsızca sömüren burjuvazi, doğayı da dizginsiz sömürmekteyken; meselinin çözümünü kapitalizme karşı mücadelede değil de, burjuva hükümetlerin çevre politikasını iyileştirmesinde aramak beyhudedir. Kapitalizm doğayı değil karı düşünür. Meselelere kapitalizm dışından bakma ve ekolojik kurumsallıkla kavram üretme gayretimiz bizi esas mücadeleye taşıyacaktır.”
4- KESK’in ekoloji mücadelesi gündeminde neler yer alıyor?
“KESK olarak ekoloji tutum belgesi broşürünü çıkardık. Konfederasyonumuz yaşamı ekoloji perspektifi ile inşa etmeyi temel alır ve “sermayenin doğa üzerindeki egemenliğine” son vermeyi amaçlar. “Doğa Hakkı’nın” insan hakkından üstün olduğunu kabul eder. Doğadaki bütün varlıklar birbirlerine üstünlük kurmayacak şekilde uyum içinde yaşayabilecek bir düzene sahiptir. Doğa ile insan arasındaki bu ilişkiye dair farkındalık, doğa tahribatına sebep olan yıkıcı ve sömürgeci sistemin gelişmesine ve sürdürülmesine engel olacaktır. Burada hedef, kamu emekçilerinin düşünsel ve yaşamsal dünyasına dokunma ve kamu emekçilerinin emek kadar yaşamı da sorgulamasını sağlamaktır.”
Mezopotamya Ekoloji Hareketi adına Derya Akyol:

“Kadına uygulanan tahakküm anlayışı da, doğaya uygulanan tahakküm anlayışı da aynı ataerkil kapitalist sistemin çıktılarıdır. Kadın; özgür bir toplumun özgür bir doğa ile mümkün olabileceğini biliyor.”
1- Ülke tarihindeki en önemli seçimlerden birine giderken bir konferans gerçekleştiriyorsunuz. Böylesi bir dönemde seçimlerde dahil olmak üzere ekoloji mücadelesinin politik bir özne olarak ülke siyasetine etkisi nasıl yaratılabilir
“Ülkemiz ve benzeri demokrasinin esamesinin okunmadığı ülkelerde seçimler her zaman önem arz etmiştir. Yönetimsel biçimi seçimler olan ama bizim asıl demokrasi anlayışımızla çok da örtüşmeyen uygulama, bizim yol ve yöntemlerimizi çok da belirleyici noktada değildir. Evet, seçim arifesinde bir konferansa gidiyoruz. Çokça örgütün imzacı olduğu bu konferans, ekoloji mücadelesi ve aynı zamanda demokrasi ve yaşam mücadelesi verenlerin siyasi taleplerinin oluşturulacağı bir manifesto günü olacak.
Yıkımlar, özellikle mevcut hükümetin iktidar süresince katmerlenerek arttı, neredeyse bundan etkilenmeyen tek bir alan kalmadı. Ürettiğimiz, bununla birlikte toplumsallaştığımız alanların sermayedarlara nasıl kurban edildiğini gördükçe iktidara yakın olsun veya olmasın ağızlardan tek bir cümle dökülüyor: “Yaşam alanlarımıza dokunma.” Bu nedenle yeryüzünün geleceğini iktidarların tekeline bırakmak istemediğimizin altını ısrarla çiziyor ve sistem değişmeli diyoruz.
Son yıllarda çoklu krizleri 7’den 70’e herkesin hissettiği bu süreçte, asıl politik özne ekoloji mücadelesi verenler dersek eksik söz üretmiş olacağız. Ülke siyasetini oluşturacak, kültürlerine, dillerine, nasıl yaşayacaklarına dair söz üretecek olanlar ve meselenin asıl özneleri toplumdur. Bizler, mücadelenin bağrından örgütlenmiş, dünyanın herhangi bir yerinde olan bir meseleyi kendine dert edinmişler olarak yerelin ta kendisiyiz. Bu konferans, politikanın asıl sahipleri olan toplumun gasp edilmiş politika üretme hakkının tekrardan toplum olarak kendimize hatırlatma günü olacak. Önümüzde görev olarak duran bu hak, her kesimden insanların bir araya gelişiyle tekrardan üretilecek.”
2- Son yıllarda tüm alanlarda kadın mücadelesi öne çıkmış durumda. Ekoloji mücadelesinde de (toprağı, suyu, ormanı savunanlar arasında da) kadınlar dikkat çekiyor. Birçok örnekte özellikle köylü kadınların mücadeleyi sürüklerken görüyoruz. “Devlet benüm“ diyen köylü kadınlar… Ekoloji ve kadın mücadelesinin birlikteliği (kesişimselliği) konusunda neler düşünüyorsunuz.
“Erkek egemen anlayışla en öteki konumda duran kadın şüphesiz krizlerin en çok etkilenenidir. Bu sebeple kadınların mücadeleyi sırtlaması kaçınılmazdır. Kendi yaşadığım coğrafyaya baktığımda, 90’lı yıllarda köy yakmalardan bugün ormansızlaştırma ve barajlarla birlikte tasfiye odaklı politikalarla metropol kentlere göç ettirilmiş/göç ettirilmeye mecbur bırakma gerçekliği önümüzde duruyor.
Kadınlar birlikte üretirken, yaşadığı topraklardan uzaklaştırılarak evlere hapsedilmiş. Bugün baktığımızda da değişen bir şey yok. Kadınlar yaşamdan soyutlanmaya devam ettiriliyor. Kadının doğa ile bağı biyolojik bir bağ olarak geçmişten bugüne, doğuran, üreten, besleyen, yaşamı ören kodlarını taşımaya devam ediyor. Kadına uygulanan tahakküm anlayışı da, doğaya uygulanan tahakküm anlayışı da aynı ataerkil kapitalist sistemin çıktılarıdır. Kadın; özgür bir toplumun özgür bir doğa ile mümkün olabileceğini biliyor. Yaşam alanlarını korumak adına mücadele ederken, aynı zamanda kendi yaşamlarını da savunuyorlar.”
3- Ortadoğu özgünlüğünde ekoloji hareketlerinin politik özne olmasına yönelik çalışmalar hakkında bilgi verebilir misiniz?
“Ulus-devlet özgünlüğünde militarizmin en çok sesinin yükseldiği, neredeyse savaş olmayan hiçbir dönemin olmadığı coğrafyadır Ortadoğu. Yüzyıllardır savaşlara tanıklık etmiş, savaşların bıraktığı her türlü krizle karşı kaşıya kalmış halklardır Ortadoğu halkları… Savaşların derin bir ekolojik kırımı beraberinde getirmesinin yanında toplumsal normların en ortasına her defasında atılmış bir bombadır.
Yalnızca Ortadoğu değil, tüm dünya toplumlarının ekolojik yaşamı inşa etme, doğa ve toplum ilişkisini yeniden kurma aciliyeti bir görev olarak hepimizin sorumluluğunda duruyor. Savaşsız, sömürüsüz, tahakkümün olmadığı yeni bir yaşamın sözünü söyleyecek olanlar; sömürenin değil toplumun oluşturacağı bir sözleşme ile doğanın ve toplumun kurtuluşu mümkün olacaktır.
Bugün yanı başımızda Rojava’da yürütülen savaş gerçekliği varken savaşın tam ortasında ekolojik yaşamı inşa etmede muazzam bir çabası olan halklara dönüp bakmak gereklidir. Kendi kaderlerini tayin haklarını kendilerine teslim etmiş, üretimden, tüketime demokrasinin adımlarını uygulamaya yönelik bir özveri söz konusudur. Yüzümüzü oraya çevirdiğimizde tahayyül ettiğimiz yaşamın inşası oluşturuluyor. Söz konusu halklar ekoloji savunmasından öte yaşamlarına dönük öz savunma pratiklerini ortaya koyuyor
Saldırıya karşı savunmadan öte, saldırı öznelerini gündemimizden çıkararak, yaşamlarımıza dair söz üretme noktasında ideolojik bir bilinç en önemli gündemimizdir. Bu noktada ortaklaşma sözü de toplumlar için kaçınılmaz olacaktır.
Bu anlamda Mezopotamya Ekoloji Hareketi olarak, asıl özneler olan bizlerin bu tarz buluşmalarda bulunması çok değerlidir. MEH aktivisti olarak emeği geçenlere, söz üretenlere, yaşamdan vazgeçmeyenlere selam ve sevgilerle…”
İklim Adaleti adına Levent Büyükbozkırlı:

“Konferansta doğayla uyum içinde bir ekolojik yaşamı nasıl inşa edeceğimizi tartışacağız. Bu tartışmanın ürünü olacak tutum belgesinde siyasilerden talepte bulunurken, aslında yüzümüzü halka döneceğiz, halka hitap edeceğiz.”
1- Ülke tarihindeki en önemli seçimlerden birine giderken bir konferans gerçekleştiriyorsunuz. Böylesi bir dönemde seçimlerde dahil olmak üzere ekoloji mücadelesinin politik bir özne olarak ülke siyasetine etkisi nasıl yaratılabilir?
“Ekoloji hareketlerinin demokrasi örgütleriyle ilişkilerini güçlendirmesi, sosyal ve ekolojik yıkımlara karşı birlikte hareket edip, ortak bir dil, ortak talepler ve ekolojik krizden çıkışa dair çözüm yolları üretebilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Politik özne olarak bu talep ve çözüm yollarından doğacak eylemlilik halinde kendimiz dönüşürken, siyaseti de değiştireceğiz.”
2- İklim krizi ekolojik krizin en başat konusu ve giderek toplumun ve siyasetin de ana gündemi haline geliyor. Dünya ile kıyaslandığında Türkiye’deki iklim krizine karşı hareketin en zor yönleri neler?
“İklim krizine karşı mücadelede Türkiye’yi dünyanın pek çok ülkesinden daha zor bir bölge haline getiren başlıca olgular; hükümetin baskıcı ve sermayeyi kollayan politikaları ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan devasa ekolojik yıkımlar, hukukun işlememesi, şirketlere karşı kazanılan hukuk mücadelelerinde mahkeme kararlarının uygulanmaması, içinde bulunulan derin ekonomik kriz nedeniyle halkı ekoloji mücadelesine kazanmada güçlük, özellikle büyük kentlerde yaşayan insanların doğayla ilişkilerinin büyük oranda sakatlanmış olması nedeniyle gündelik yaşamlarında ekolojik krizin pek bir karşılık bulamaması.”
3- Ekoloji Hareketleri Konferansı ile Türkiye’nin yerleşik siyasal kültüründe alışık olunmayan bir iş yapıyorsunuz. Bir toplumsal hareket olarak politik özne olduğunuzu ilan ediyorsunuz. Bunun nesnel görünümlerine dair neler söylemek istersiniz?
“Konferansta doğayla uyum içinde bir ekolojik yaşamı nasıl inşa edeceğimizi tartışacağız. Bu tartışmanın ürünü olacak tutum belgesinde siyasilerden talepte bulunurken, aslında yüzümüzü halka döneceğiz, halka hitap edeceğiz. “Karar verici ve uygulayıcı biziz” diyerek, politik özneyi birlikte oluşturmaya öncelik vereceğiz. Taleplerimiz yaşamın özgürleşmesi etrafında şekillenecektir. Özne olarak nesnel görünümümüzde bu özelliklerin öne çıkacağını düşünüyorum.”
Dev Yapı-İş Sendikası Genel Sekreteri Nihat Demir:

“Birlikte mücadele etmenin deneyimine sahip olsaydım Akkuyu Nükleer Santrali gibi yıkım projelerinde çalışmazdım. İnşaat işçileri olarak hepimiz örgütlü olsaydık doğa kırımı gerçekleştiren, insan sağlığını tehlikeye atan bir projede çalışmıyoruz, bunu kabul etmiyoruz derdik.”
1- Ülke tarihindeki en önemli seçimlerden birine giderken bir konferans gerçekleştiriyorsunuz. Böylesi bir dönemde seçimlerde dahil olmak üzere ekoloji mücadelesinin politik bir özne olarak ülke siyasetine etkisi nasıl yaratılabilir?
“Siyasetin doğaya olan tahakkümünün olduğu bir dönemde, tahakküme, sömürüye karşı mücadelenin tüm alanlarından tartışacağımız bir konferansa gidiyoruz. Tahakküme, sömürüye karşı yürütülen mücadele bütün topluma yayılmış durumda. Neredeyse her canlı nesneleştirilmiş ya da nesneleştiriliyor. Ne için? Bir avuç zenginin çılgın tüketimi ve mülk edinmesi için!
Ezen ve ezilenler giderek ayrışıyor, tabaka oluşuyor, oluşturuluyor. Yükselmek isteyen bir birey, ancak başka bir bireyi ezerek ya da başka bir şeyi nesneleştirerek yükseleceğini düşünüyor, bu durum her yerde reklamlarla bireyin bilinçaltına yerleştiriliyor.
Kentsel dönüşümlerin olmadığı, yıkım öncesi mahalle kültürüne şöyle bir döndüğümüzde, müthiş güzellikleri, müthiş özlem duyacağımız çok kıymetli duygu yoğunluğunu yaşıyor insan…
Birlikte yıkım öncesini hatırlayalım; Fikirtepe mahallesinin bir sokağına girildiğinde, çocukların koşuşmaları, sevinçleri, mutlulukları, top oynayışları, saklambaç oyunları, annelerin, kadınların bir mahalle meclisi gibi bir araya gelişleri, çaylarını içişleri ve o koyu, doyumsuz sohbetler asla unutulmaz ve hiçbir şey onun gibi kıymetli olmaz. Ne bir park alanındaki çocukların bireysel oynamaları, ne de annelerin bir cafede, bir sinemada, bir parkta o keyfi almadığı çok açık görülüyor. İstesek de ekonomik kriz ve feodalite o ayrık düzenli cafelerde bile buluşmaya izin vermiyor zaten.
Büyük gökdelenlere bakıldığında birileri üste yaşarken yine birileri altta hepsine hizmet etmeye devam ediyor. Kadınlar yeni kültürsüz kentsel dönüşümler yüzünden eve daha çok hapsedildiği için, bir araya gelemediği yarı cezaevi yaşamını sürdürüyor. Yine çocukların daha çok bireyselleştiği topraktan uzak kaldığı elektronik, plastik oyuncaklarla ya da gün boyu evin içerisinde hapsolduğu ve gün boyu annesine yük olduğu görülüyor. Halbuki mahalle kültürü, anneler için nefes almayı sağlıyordu, kapıda çayını yudumlarken, sohbetini ederken çocuklar da hepsi bir arada oyun oynuyorlardı. Yaşamın yerini betonlar, betona hapsoluş ve yalnızlık aldı.
Bundan dolayı, yeniden günü, yaşamı birlikte sürdürebilmemiz için doğrudan demokrasinin gelişmesi, ekolojik toplumun inşası siyasetin bir bütünün gündeminde olması çok kıymetlidir.
Siyaset aklı politik ahlakın, politik ekolojinin aklına dönüştürülmeli, eril, erk siyaset dilinden vazgeçilmeli. İnşa edilen her şey doğayla uyumlu hale getirilmeli, ekolojik kentler inşa edilmeli, mahalle yaşamı geri çağrılmalı. Ekolojik eğitimler, 7’den 70’e herkese verilmeli. Eğitimin vazgeçilmez olması, daha yaygın hale getirilmesi yaşamın korunması için gereklidir.
Minimal bir yaşam bireyde inşa edilmeli, çılgın tüketimin, aşırı tüketimin insana, doğaya, tüm canlılara zarar olduğunu öğretilmeli, bir evin, bir aracın, daha fazla bir ayakkabının ya da fazla bir kıyafetinin doğamızın enerjisini nasıl tükettiği, dengesini nasıl altüst ettiğinin bilincine varılmalı. Sermaye için yapılan başta enerji üretimleri dahil tüm üretimlerden vazgeçen siyaset kurulmalı. Barajın ürettiği elektriğin topluma ne kazandırdığı, topluma ne kaybettirdiğinin bilincine varılmalı. Bütün bunlar siyaseti de etkileyecek, yeniden oluşmasını sağlayacak, aynı zamanda bireyin doğru yaşamını da inşa edecektir.”
2- Türkiye’de son yıllarda ekoloji ve emek alanlarında direnişler görünür hale geldi. Sizde bu süreçte bir yandan inşaat işçilerinin mücadelesini örgütlerken öte yandan ekoloji mücadelesi ile de bir bağ kurdunuz. Buradan bakınca ekoloji ve emek mücadelelerinin birlikteliği nasıl güçlendirilebilir? Emek mücadelesi olarak ekoloji mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Yine ekoloji mücadelesi emek mücadelesi ile nasıl birliktelikler kurulabilir?
“Öncelik vermemiz gereken bir mücadeleyi en sona bırakmak beni derinden üzüyor. Ekolojik bilinci olmayan bir emekçi, kendi emeğinin bilincinde de olamaz. Doğasına yabancı olan birey, zaten emeğine çoktan yabancı olmuştur. İnsanın emeğine yabancılaşması, doğasına yabancı olmasından geçer. O halde insan önce doğasına nasıl yabancılaştığının farkına varmalı ve kendini doğayla bütünlüklü hale getirmelidir. Bilinç düzeyini geliştirmesi ve iktidar aklından arınması gerekir. Ne kadar ekolojik düşünürsek o kadar iktidarlaşmayı yok ederiz.
Ekolojik bilinç yükseldikçe emeğin bilinci de, dayanışmanın önemi de o kadar hızlı gelişir.
Doğa üzerindeki tahakküm ve savaş ortadan kalktığı oranda emeğin, toplumun üzerindeki tahakküm de ortadan kalkar ve yaşam birlikte özgürleşir. Yani toplumun ve emeğin özgürlüğü doğanın özgürlüğünden geçer. Bu anlamda sendikaların bir bütün olarak ekolojik mücadelede aktif rol oynaması hayatidir. Ekolojik hareketlerin de, emek hareketleri ile birlikte hareket etmesi geleceğimiz için önemlidir. Bir inşaat işçisi olarak; sendikam bana ekolojik bir düzeye ulaştıramazsa, ben ekmeğimi kazanmanın derdinde olurum. Ne olursa, ne iş verilirse, ne iş bulursam onu yaparım derim. Halbuki insana, canlıya, havaya, suya, ormana zararlı olan bir inşaat projesinde çalışmamam gerek. Ya da bir mimar, mühendis olarak böyle zehir saçan bir projede yer almamam gerek.
Örneğin birlikte mücadele etmenin deneyimine sahip olsaydım 3. Havaalanı, yapımı devam eden Akkuyu Nükleer Santrali gibi onlarca yıkım projesinde çalışmazdım. İnşaat işçileri olarak hepimiz örgütlü olsaydık doğa kırımı gerçekleştiren, insan sağlığını tehlikeye atan bir projede çalışmıyoruz, bunu kabul etmiyoruz derdik. Buna ulaşmak için mücadele ettiğimizi düşünelim. Topluma ne kadar büyük güç, ne kadar büyük umut veriyor olurduk. Oysa toplum olarak ekolojik bilinci zayıf bir halkız. Bunu aşmanın yolu kolektif çalışmaktan ve birlikte mücadeleden geçer. Bu anlamda ekoloji ve emek mücadelesi iç içedir. Bir barajın yapımına bir kişi karar verir. Binlerce kişi de inşaatın yapımında çalışır. Sonuç itibariyle karar veren yapmaz işi. O, inşaatın sahibi olur, biz o işi yapan inşaat işçileri oluyoruz.
Biz DİSK/Dev Yapı-İş Sendikası olarak emek ve ekoloji mücadelesini birlikte yürütme konusunda kendimize de öz eleştirel yaklaşıyoruz. Kendimizi bu konuda suçlu da hissediyoruz. Çünkü yeterli örgütlülüğe, yeterli bilince kavuşamadık. Sorunuza tekrar dönersek, eylemlerimiz parçalı olması hiç kimseye katkı sunmaz birincisi birleştirmenin yollarını aramak, bunun yollarını denemek pratikte yan yana gelmek gerekir. Şu anda finans şehir merkezi inşaatında İnşaat İş sendikası ile birlikte hareket ediyoruz. Ortak mücadele ediyoruz. Bu birliktelik iki sendikaya da inşaat işçilerine de güç oldu. Moral ve umut oldu. Yine ekoloji hareketleriyle birlikte mücadele etmeye, mücadeleyi büyütmeye gücümüz oranında yetersiz de olsa çabalıyoruz. Ancak ne kadar yazarsak, ne kadar konuşursak pratikte bir araya gelip, birkaç örnek oluşturamazsak o çabalar da bir işe yaramaz zamanla sönümlenir. Açığa çıkan gücü de kaybederiz.
O yüzden 2019’da Ankara’da farklı ülkelerden gelenlerle yaptığımız ekoloji konferansından başlayıp, Mersin’de devam ettiğimiz buluşmalar, sonrasında 21 Ocak’ta İstanbul’da olmamız ve her mücadele alanında deneyimlediklerimizi konuşacağımız politik buluşmamız hepimiz için önemli. Ve bunu daha da büyütmek, kent kent dolaşmak, bir farkındalık yaratmak kıymetli olacaktır. Süreklileşmeyen bir çalışma zamanla unutulur zayıflar.
Konferanslar, çalıştaylar, sempozyumlar, eylem- etkinliklerimiz, sanatsal kültürel çalışmalarla bu buluşmaları büyüteceğiz. Her yolu deneyip ekoloji hareketini güçlendirip ekolojik mücadeleyi diri tutacak yol-yöntemleri bulup pratikte yaşamı yeniden inşa edeceğiz. Son söz hepimize; inşa etmek istediğimiz her neyse, biliyoruz ki hepimize büyük sorumluluk yüklemekte. Bu süreç büyük emek ister, büyük fedakarlık ister. Dayanışma birliktelik ister…”

Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Ahmet Dursun Kahraman:
“Halkların karşı duruşu ve ekolojik mücadelenin yükselmesi ile sıkışan neoliberallerin bu paniği, aynı zamanda saldırılarının dozunu da arttırır olmuştur. Misyonu gereği siyasi irade de işi kendi meşru yasalarını bile tanımamaya kadar götürmüştür.”
* ÇMO Başakanı Kahraman sorduğumuz soruya ortak bir yanıt vermiştir.
1- Ülke tarihindeki en önemli seçimlerden birine giderken bir konferans gerçekleştiriyorsunuz. Böylesi bir dönemde seçimlerde dahil olmak üzere ekoloji mücadelesinin politik bir özne olarak ülke siyasetine etkisi nasıl yaratılabilir? 2- Dünya ve Türkiye’de son yıllarda yükselen ekoloji mücadelesinin dönüşümü konusunda tarihsel bir değerlendirme yapabilir misiniz?
“Dünya geneline baktığımızda birçok ülkede olduğu gibi Şili, Bolivya, Brezilya, Kolombiya, Sudan, Tunus, Hindistan’da ekoloji hareketlerini kapsamış toplumsal muhalefetin, seçimlerde nasıl öne çıkan etkin özneler olduğunu gördük. Coğrafyamızda ise, yerel seçimlerde de bu olguyu güçlü ekoloji mücadelesi verilen Artvin, Çanakkale, Sinop, Bartın ve Amasra’da da görüyoruz. Ve Rojava’da görüyoruz; ekolojik yaşam tercihinin ve bu tercihteki kararlılığın boyundurluğa karşı nasıl galip geldiğini görüyoruz.
Baktığımızda şunu da görüyoruz; ekoloji mücadelesinin yükseltilemediği alanlarda mevcut siyasi irade varlığını sürdürebilmiştir. Sömürü sisteminin globalleşme süreci ile arsızlaşması, halkların bu sömürüyü iliklerine kadar hissetmesi ve bununla beraber apolitik kitlelerin de mücadele saflarına yığılması ile güçlenen ekolojik mücadele kapitalizmin karşına dikilmiştir. Tüm bu olgular ve gerek dünyadan gerekse coğrafyamızdan burada sayabildiğimiz örnekler, bu anlamda hem güçlü ekoloji mücadelesini kapsayan toplumsal muhalefetlerin seçimlerdeki özneliğini, hem de etkin özneliğinin tescilidir.
Ekoloji mücadeleleri, kapitalizmin sermaye biriktirme hırsı ile dayatma ve ezberlerinin hız kesmeyen vahşetini doğrudan ortaya koymakta tartışılmaz önemini ortaya koymuştur. Kapitalizm çareyi kendince ‘çözümler’ üretmeye, bu ‘çözümlerle’ yeşile bürünmeye çalışsa da bu gayreti de boşa çıkacaktır. Çünkü halklar, asıl sorunun kendisinden bir çözüm çıkamayacağı gerçeğini teorinin yanı sıra alanlarda görmüşlerdir. İşte bu gerçek ile alanlarda yüzleşme sonucu mücadeleye katılan apolitik kitlelerin yarattığı sinerji ekolojik mücadeleyi içine alan -hatta öne çıkaran- toplumsal muhalefetin gücünü katlamaktadır.
Çünkü, basit örneklerle aktarırsak; sermaye siyasi iradenin eli ile havayı, suyu, toprağı, ekosistemi ve yaşam hakkını ekolojik yıkımlarla talan ediyor olmak dışında başka bir şey söylemiştir. İkizdere’de, Muğla’da, Dersim’de arıcılara “arını ve balını topla git, artık burada ben hak sahibiyim”, Çakmakdüzü’nde orman köylüsüne “kenara çekil, ormanın ekmeğini artık ben yiyeceğim” demiştir. Halklar artık bunu net görmüştür.
Halkların karşı duruşu ve ekolojik mücadelenin yükselmesi ile sıkışan neoliberallerin bu paniği, aynı zamanda saldırılarının dozunu da arttırır olmuştur. Misyonu gereği siyasi irade de işi kendi meşru yasalarını bile tanımamaya kadar götürmüştür.
Aynı zamanda neoliberallerin ve destekçilerinin hükümranlık sevdası fiziki işgalin tek başına yeterli olmadığını, gerçek işgalin kaynakları, tarihi ve kültürel değerlerin talanı tamamlanabileceği yolunu benimsemiştir. Neoliberal perdeleme gayretleri suçun bu kadar büyümesi ve açıkça işlenir olması karşısında yetersiz kalmaya başlamış ve suçlarının görünürlüğünün, hissedilebilirliğinin önüne geçemez olmuştur. “Suç” diyoruz; evet işlenilenler ekokırım suçudur. Ekokırım suçu, ekosistemin talanı dışında halkların bilgi edinme hakkına, halkların yönetime katılma hakkına, barınma ve yaşam hakkına, özgürlüklerin gaspına kadar birçok suçun bir arada işlenmesidir. Ekokırım suçları, işleyenler, yol açanlar ve destekçileri ile beraber işlenmiş örgütlü suçlardır. Ve bu suç zaman zaman bir savaş aracı olarak kullanılmış; zaman zaman da savaşın tam da kendisi olmuştur.
Tüm bu gerçeklikler, halklarda görünür oldukça, halklarla teması arttıkça kendini bu suçlarla var eden iktidarların suçlarının ekoloji mücadelesinin yükselmesi karşısında yaşayamayacağı bir gerçektir. Kapitalizm cephesi de bunun farkındadır; bu farkındalıkla ve yaşadığı panikle “hemen para” hedefli neoliberal anlayış ve bu anlayışın yolu üzerindeki engelleri temizleme misyonunu edinmiş iktidarlar, çıkarmak istedikleri emek-ekoloji çatışması gayretinin de boşa çıkacağını görecektir.
Fakat, ekoloji mücadelesinin seçim sürecinde özne olabilmesinin ve ağırlığını ortaya koymasının mücadelenin yükseltilmesi dışında satır aralarında okumamız gereken bir şartı daha vardır; bu, sistemden kopamamış anlayışların, sistemin gerekliği üzerine ‘ürettiği çözümlerin’ ayırt edilebilmesi şartıdır.
Kısaca, sorunun sahibi olan sistemin kendince üreteceği ‘çözümlerin’ aslında kapitalizmin giymeye çalıştığı yeşil gömleğinin halklar lehinde olmayacağını açıkça ortaya koymak, deşifre etmek, farkına varmak ekoloji mücadelesinin gerçek özne olma şartıdır.”