SEÇTİKLERİMİZ- Kemal Can’ın Cumhuriyet’teki yazısı: “Önemli uzmanların hatta iktidara yakın yorumcuların bile birleştiği nokta; öncelikli amacın “yapabilirliği göstermek” olduğu yolunda. Bölge “yapabilirlik” açısından elverişli olabilir ama aynı ölçüde “oldubitti” riskine de açık.”
– Afrin meselesi bir dış politika sorunu mu yoksa iç politikada bir gündem maddesi mi?
• Türkiye’nin geleneksel dış politikası, “dünyayı” ülke gündeminden uzak tutma üzerine kuruluydu. “Bir koyup üç almak” ve “tezkere” girişimleriyle başlayan “bölgesel etkinlik” düşüncesi, AKP iktidarının ikinci döneminde “Yeni Osmancılık” şekline büründü. Bu dönemde iç gündem (ideolojik bakış açısı), dış politikaya taşındı. Beklenenler gerçekleşmeyip riskler büyüyünce “proaktif” çizgi terk edildi. İçinde olduğumuz dönemde dış politika, içeriye taşınabilir reaksiyonlar halinde yürütülüyor. Dönemleri sıralarsak: Dışarı bakmadan yaşamak, macera aramaya çıkmak ve sorunları getirip içeride satmak.
• Bugün Türkiye’nin iç politik gündeminin neredeyse bütün başlıkları (ekonomi dahil) dış politikayla bağlantılı. Dış politikadaki bütün sorunlar da, iç siyasi gündemin tam göbeğinde. Siyaset gündeminin ana çerçevesi olan “yerli-milli” meselesi de doğrudan dış gündemle ilişkili. Dünyada olup biten her şey “bizimle” ilgili, bütün sorunlar “dışarıdan” geliyor düşüncesi, dış-iç gündem ayrımını kaldırıyor. Dış politik hamleler, içeride nasıl konuşulacağına göre belirleniyor. Bu yüzden de Afrin, kamuoyuna ne olduğu anlatılmadan, parti kongrelerinde “vaat” olarak gündeme geldi. Denkleme dahil dış aktörler nedeniyle çok önemli bir dış politika meselesi, “asayiş operasyonu” gibi sunuldu.
– Dış politika meseleleri iç siyasi gündeme nasıl taşınıyor, nasıl tartışılıyor?
• Türkiye’nin dış politika meselelerinin, bölgesel çıkar veya endişelerinin ve attığı adımların siyaset gündemine taşınmasının canlı bir tartışma ortamı yarattığını söylemek çok zor. Dış politika meseleleri, siyaset gündemine tartışılması için değil, “ses kes” komutu şeklinde giriyor. İster AB ülkeleriyle yaşanan sorunlarda, ister Sarraf davasında, ister Ortadoğu’daki krizlerde konu “devlet meselesi” haline getirilerek, herkes “hizaya” davet ediliyor. Çoğu zaman Meclis’in de devre dışında olduğu, ana akım medyanın resmi açıklama (yorum) sınırını zorlamadığı bir gündem kuruluyor.
• İktidar, dış politikada bütün siyasi aktörleri “Yenikapı ruhuna” çağırıyor ve ikna yerine -terör operasyonu, haçlı saldırısı, emperyalist oyun gibi- “isimlendirmelerle” sonuç alıyor. Önünde, arkasında tartışılacak çok şey olan adımlara meşruiyet veya tartışmasızlık zırhı sağlanmasından sonra “ötekiler” yine meydandan kovuluyor. Kategorik itiraz dile getirenler ve soru soranlar ise, peşin “hain” damgasıyla işaretleniyor. Yani dış politikada, gerekçe konuşmak gereksiz, yapılırken tartışmak ihanet, sonuçları değerlendirmek ise hep erken oluyor.
– Dış politika meseleleri seçmeni ve siyasal davranışları nasıl etkiliyor, ne gibi sonuçlar yaratıyor?
• Yapılan araştırmalar, dış politika meselelerinin (kendi içerikleriyle) seçmen davranışlarını sanıldığı kadar etkilemediğini gösteriyor. Ancak, dış politika gündeminin dolaylı ama çok daha belirleyici bir etkisi var: Gündem kontrolü. Dış politika meselelerinin, etnik, dinsel-mezhepsel ve kültürel iç hassasiyetlerle ilişkilenebilecek bir bağlamla gündeme gelmesi / getirilmesi, siyasi atmosferi şekillendirebiliyor. Çok uzun dönemli etkiler, dalgalar oluşturmasa bile, kısa dönemde çok belirleyici olabiliyor. En azından, kendisinin ve başka herhangi bir şeyin konuşulmasını engelliyor.
• İktidar partilerinin seçmen desteğinin konsolide olmasında, “dış politikayla” bağlı “tehdit” algısının kullanışlı olduğu görülüyor. Yani dış politik meselelerin, oy davranışlarının değişmesinde değil de, değişmemesine daha çok etkisi olduğu açık. Muhalefet partileri açısından da; dış politika başlıklarını tartışmaya açmaktaki mahcubiyet, “siyaset üstü mesele” sınırına ilerleyince “fark göstermek” imkânsız hale geliyor, değil itiraz etmek soru sormaktan bile imtina ediliyor. “Tam destek ile “muhalefet” birlikte olmuyor, mevcut hatlar ve siyasi denge, iktidarın lehine sabitleniyor.
– Afrin meselesinin dış politikadaki ve iç siyasetteki etkileri neler olabilir?
• Afrin’de yaşanacakların şekli, süresi ve sonuçları bölge dengeleri ve alandaki diğer aktörlerin tutumlarıyla şekillenecek. Devlet yetkililerinin bile saklamaya gerek görmediği pazarlıkların varlığı sır değil. Harekâtın neden ABD’nin “sınır ordusu” kurmaya kalktığı alanın uzağında yapıldığı, Rusya ile “anlaşmanın” hangi yöne ilerleyeceği soruları belki zamanla cevap bulacak. Ancak, önemli uzmanların hatta iktidara yakın yorumcuların bile birleştiği nokta; öncelikli amacın “yapabilirliği göstermek” olduğu yolunda. Bölge “yapabilirlik” açısından elverişli olabilir ama aynı ölçüde “oldubitti” riskine de açık.
• Afrin’in iç politikaya taşınmasında, olası bir ters gidişe karşı “siyasi-moral” önlemlerin de alındığı görülüyor. Çözüm süreci sonrası yaşanan siyasi atmosfere çok benzeyen bir gündemin doğması şaşırtıcı olmayacak: Savaş dışındaki seçenekleri seslendirmenin kriminalize edileceği, yoğun ve çok taraflı bir enformasyon mücadelesinin yaşanacağı bir dönem. Bu havanın seçim yapmamanın bahanesi olmaktan çok, uygun rüzgâr olarak kullanılması olasılığı -neredeyse bir yıldır konuşulduğu üzere- daha yüksek.
– Dış ve iç siyaset etkileşimi ve bölgedeki gelişmeler neler getirebilir?
• Referandumdan hemen sonra, iktidara yakın bazı yorumcuların da dile getirdiği gibi, bir “dış politika” başarısına olan ihtiyaç arttı. Krizler üreterek ve retorik çıkışlarla durumun idare edilmesi giderek güçleşti, politik etkileri zayıfladı. Bu çerçevede, aciliyeti konusunda ikna edici gerekçeler ortaya konmadan gündeme gelen Afrin harekâtı, “her durumda” bir “zafer” olarak sunulmaya elverişli görünüyor. Bölge dengeleri ve alanın özelliği de buna müsait. Milliyetçi – muhafazakâr iktidar blokunun destek kitlesini tatmin edeceği, muhalefet bloğunu da pasifize edeceği anlaşılıyor. Ancak etki süresi konusundaki hesaplar o kadar sağlam olmayabilir.
• Dış ve iç politika meselelerinin bu kadar birbirinin içine girmesi, sorunlu hassasiyetlerle ilişkilendirilerek kullanılması, en önemlisi de doğru dürüst konuşulamıyor olması, orta ve uzun vadede önemli sıkıntılara davetiye çıkarıyor. “Dış düşman”, “devletin bekası” gibi başlıklar etrafında zorlanan “birlik” hali, toplumsal bir yapıştırıcı olamıyor, kısa sürede kutuplaşmanın yeniden üretilmesine, ayrışmanın pekişmesine yarıyor. Eskiden ilgilenilmesi istenmediği için konuşulmayan dünya meseleleri, şimdi sadece bununla ilgilenilmesi istendiğinden konuşulamıyor.__