ÜLKER SARI
Devletin Dersim politikası tarihsel sürece göre değişiklikler içermekte. Dün bu politika yakıp yıkıp katletmek iken, bugün sahte hoşgörü ve özür dileme riyakarlığı üzerinden sürdürülmektedir. Dersime ‘ziyarete’ giden Davutoğlu, koruma ordusu ve ortaya koyduğu söylemlerle devletin riyakar politikalarını tekrardan ifşa ettmiştir.
Katletme, sindirme, asimile etme, kaos gibi politikalar üzerinden varlığını sürdüren AKP hükümeti, bir taraftan bu tarz politikalarını sürdürüyorken diğer taraftan da Dersim katliamın dada görüldüğü üzere katliamı kınayan açıklamalara girişmekte. Neyse ki AKP’nin derdi tasası çok kısa sürede teşhir olmuştur. Dert soykırım olmayıp katliam yaşanıldığına, en önemlisi de soykırımın bir devlet politikası olarak örgütlenilmediği topluma inandırmanın yollarını zorlamaktadır. Bu durumun kolaylaştırıcı faktörü de tabi ki CHP’dir. AKP’nin cümbür cemaat dersim soykırımını, Devlet tarafından yapılmayıp CHP ürünü olduğunu işlemesi Dersimlilere, Alevilere yönelik inkarın devamı değil midir? Devletin ekonomi politiğinin bir ürünü olarak inşa edilen ulus devlet paradigması nasıl olurda salt CHP ile açıklanmaya ve bunun üzerinden katliama uğramış kesimlerin ikna edilebileceği düşünülür. Soma’da yaşanılan katliamın salt AKP’nin vereceği özeleştiri ile sağ salim çözüleceğini sanmak ne kadar abes bir durum ise Dersim soykırımını CHP ile izah etmek o derece abes bir durumdur. Tek partili dönemin Dersim soykırımının muhatapları ayırt etmeksizin CHP-MHP-AKP ve bunların yaslandıkları devletin kendisidir.
Tüm bu süreçlerin örgütleyiciliğini yapan hükümetin Dersim özrü, Alevilere yönelik açılımı ‘samimiyetini de’ göstermektedir. Devletin tüm karakteristik özelliğine karşın Dersim’den özür dilemesi, Alevi açılımlarında bulunması elbette ki düşündürücüdür. Burjuvazi ekonomik kazanç getirmediğini düşündüğü hiç bir politikaya girişmeyeceği kapitalizmin realitesidir.
Dersimlilere, Alevilere yönelik politika işletiyor olmasının ardında sermayenin olası iç savaş halinde yaşanılacak kayıpları öngörüyor olması yatmaktadır. Neticede Kobani eylemleri esnasında sermayenin yaşadığı kayıp patronlar nezdinde can sıkıcı bir boyuta evrilmiştir. Tekrardan Kobani ya da Gezi kalkışması benzeri muhalefetler sermayenin kazancına çok büyük zararlar vereceğinden olabildiğince kucaklayıcı bir siyasetin yakın tarihte tercih edilmesi sermayenin selameti açısından önemlidir. “ Kâr yokluğu sermayenin kâbusudur. Sermaye, mâkûl bir kâr kokusu aldığında cesaretlenir. %20 kârla coşar, %50’de gözünü budaktan sakınmaz; %100’le ayakları yerden kesilir vehiç bir insanî yasa ve değerle ilişkisi kalmaz. %300 kâr söz konusu olduğunda da artık hiç bir cürümden geri durmaz”. Karl Marx
Sonuç yerine
Davutoğlu’nun Dersim’i ziyaretine karşı Dersim’de önemli bir muhalefet ortaya konmuştur. Demokratik Haklar Federasyonu(DHF) ve Halk Cephesi(HC)’nin öncülüğünde gerçekleştirilen protesto gösterileri Dersim coğrafyasında aynı zamanda saflaşmaları da ifşa etmiştir. Dersimlilerin celladına aşık olduğu retoriğini sıklıkla işleyen ulusal hareket, HDP toplamıyla beraber önemli bir güç durumunu elinde barındırmasına karşı Davutoğlu ziyaretine karşı bir muhalefet geliştirmeyişi tekrardan yapılan pazarlıklarının hangi ilkeler doğrultusunda yapıldığını ortaya koymuştur. BDP’nin siyasal karakteri gereği bu tarz manevralara girişmesi alışkın olduğumuz bir durum. Kobani eylemleri esnasında AKP’li belediye başkanı Nevzat Karatay ve yakınlarının da aralarında bulunduğu korucu ve AKP’li il genel meclis üyelerinin halka uzun namlulu silahlar ile saldırması sonucunda 5 kişinin öldürülmesine ses edilmiyor olması, hatta sanki bu durum hiç yaşanılmamış gibi ele alınıyor olması ulusal hareketin bundan sonraki politikalarının nasıl bir seyir izleyeceğini ortaya koymakta.
HDP’nin diğer bileşenlerinin duruma kayıtsız kalmaları da bir o kadar merak konusudur!