Nazan Üstündağ
Tarihten sıfır ders alarak ilerleyen tarihsel seyahatimizde yeni bir sayfaya hoşgeldiniz.
Sınırınızda savaş varsa ve bu savaşı aktif olarak engellemek için uğraşmazsanız o savaş size de bulaşır. Bunu engellemenin birinci yöntemi şeffaf ve katılımcı göçmen kampları kurmak, içte yaşanan kırılmalar ve mücadelelerin sınırdaki savaşın terimlerine tercümesini engellemektir. Bakınız her Birleşmiş Milletler broşürü.
Her barış süreci bozulduğunda ortaya daha büyük kayıpların ve daha fazla insanın dahil olduğu savaşlar çıkar. Barış sürecinin bozulmasını engellemenin tek yolu sürece mümkün olduğu kadar çok toplumsal aktör katmaktır. Barışın garantisi devlet ve silahlı örgüt olamaz demokrasi güçleri ve sivil insiyatiflerdir. Bakınız her Birleşmiş Milletler broşürü. Bakınız barış süreçlerini çalışan her akademik makale.
Felaketler karşısında toplumsal sükuneti korumanın ve felaketlerin olmasını engellemenin tek yolu yası ortaklaştırmak, yasın tutulmasına imkân sağlamak, sorumluların cezalandırılmasını sağlamaktır. Bakınız her Birleşmiş Milletler broşürü, felaket çalışan her akademik yazın.
Savaşı savaş gazeteciliği çıkarır. Gazetelerin somut haber yapmak, üçüncü göz olmak durumunda olduğu dönemlerdir çatışma dönemleri. Ruanda’da savaşın en önemli müsebbibi Hutu radyolarıdır mesela. Hindistan’da yaşanan katliamlarda da keza öyle.
Her desteklediğiniz derin devlet ilişkisi nihayet gelir döner sizi vurur. Bakınız Amerika Birleşik Devletleri’nin tüm tarihi.
Hiçbir yolsuzluk ilişkisi, iktidar hastalığı kendiliğinden yok olmaz, muhakkak önce savaşır. Bu savaş çokça kanlıdır. Bakınız Esad.
Ulus kırılgandır. Her gün yeniden tanımlanır. Eğer ulusu esnek tanımlamazsanız, demokratik tanımlamazsanız, tekleştirmeye, isim vermeye kalkarsanız o ulusu parçalarsınız, geriye ulus değil çatışmalı gruplar kalır. Bakınız tüm Orta Doğu.
Gençlerin ve çocukların ölümü unutulmaz. Çünkü onlar bir kere kendileri için, bir de gelecek ihitmalleri için ölmüştür. Gençleri ölen bir ülkenin geleceği olmaz. Hele hele bu gençler farklı kesimlerin birleştirici noktasında yer alıyorsa. Bakınız Güney Afrika, Guatemala.
Devletin veya devletin kimi kurumlarının içinde yer almadığı hiçbir katliam yoktur. Bakınız dünyadaki tüm etnik kıyımlar. Hindistan, Ruanda, Sırbistan, defalarca Türkiye…
İntikam bir savunma çeşidi değildir. Hiçbir savaş intikamla bitmemiş, hiçbir öç intikamla alınmamıştır, hiçbir acı intikamla dinmemiştir. Sonuç alıcı bir mücadele soğukkanlılık, kapsayıcı bir ideoloji ve her şeyden önce halkların aktörlüğünün silahlarla ikame edilmemesini gerektirir. Savunma örgütlülüktür, diplomasidir, toplumsallaşma, şeffaflaşma, radikal demokratikleşmedir. Bakınız hâlâ bunca yıl sonra kendini toparlayamayan Kuzey İrlanda.
Bu dersler çoğaltılabilir.
Yüzlercesi yazılabilir.
Artık yeni bir dönemdeyiz. Türkiye’de Orta Doğu savaşının bir cephesi olma yolunda ilerliyor.
Ortada bu kadar ders varken, elbette insan hükümetin bunu isteyerek mi yoksa safi bir beceriksizlikten, aptallıktan, bölünmüşlükten, teslimiyetten, kinden, nefretten mi yaptığını sorguluyor. Ancak niyetlere kafa yormak istemiyorum. Niyetleri düşünmekten zehirlendik.
Ortada açık ve net ve evrensel insanlık desleri var.
Tüm kampları kapalı tutarak, kampları tapulayarak, korkudan başka ne ürettiniz? Bugün, her gün Suriyeli dövülüyorsa bu kimin eseri? Burada yaşanan muhalifler ve iktidar arasındaki mücadeleyi sürekli Suriye’den, Arabistan’dan, Afganistan’dan ithal bir din ve dinsizliğe, sünnilik ve aleviliğe, batıcılık ve doğuculuğa indirgeyerek ne elde ettiniz? Alın size IŞİD’leşen ve ölüleri Suruç’ta şenlik var, diye kutlayan tabanınızı. Alın size öz ve öz 7000 IŞİD’li genciniz, linç çeteleriniz.
Barış Süreci’ne toplumsal kesimleri katmayarak, Meclis’e getirmeyerek, izleme heyeti kurmayarak ne kazandınız? Buyrun size çok daha öfkeli, çok daha umutsuz, çok daha kararlı, çok daha hazırlıklı ve çok daha geniş bir Kürt mücadelesi.
Hiç utanmadan HDP’lileri suçlayarak bir yası, bir istifayı çok görerek uğurladığınız Roboskili çocuklar, Diyarbakırlılar, HDP bombalamaları, Gezi’den Soma’ya şimdi Suruç’a yürüyen büyük gençlik? Alın size birbirinin yüzüne bakmaya tahammülü olmayan, devletten, haktan, hukuktan, can güvenliğinden umut kesmiş onlarca acılı halk.
Muhteşem gazeteleriniz. Akıl dışı yalan üretimleri ve taraflılığıyla düşmanlıktan başka bir şey saçamayan 21. yüzyıl engizisyon mahkemeleriniz.
Hadi dediğiniz gibi ılımlı muhalifleri yetiştiriyordunuz siz. Onların kimliğinin, silahının, ideolojisinin tapusu sizde miydi? Çoğu IŞİD’e katıldı, aha da radikalleşti. Buradan yolladığınız ya da gitmesine göz yumduğunuz mücahitlerin patlattığı bombalar yok, biz burda patlamayacaktık bir dakka durun mu diyorlar?
Bedeli ne olursa diye diye, erken seçim, tek başına iktidar, cemaat paranoyam, başkanlık sistemi diye diye aklıselimin hepsini yitirip, ama AKP ama AKP cümlelerine indirgendiniz. Kendi partinizin ruhuna el fatiha okudunuz.
Bir yanda millet, bir yanda halk denen bir ikili yapı kurdunuz. Millet dendiğinde, halk dendiğine kimin kime seslendiğini iyi bildiğimiz bir yeni hakikat, ben denemeyen, sadece biz denen, o bizin sizle hep taban tabana zıt kılındığı bir coğrafya yarattınız.
Yarını neyle kuracaksınız, kimle? Kim gençler öldükten sonra uzlaşır, nasıl, bu uzlaşmanın zemini zehirli olunca ne kadar dayanır, herkesin hayatına katılmış hayaletler kimin yakasını bırakır? Katliamın üzerine kim çizgi çeker?
Nasıl?
Valisi gazateci tutuklatan, polisi katliam sonrası gülen, yas tutan protestocuların üzerine “yaşasın IŞİD” diye yürüyen, vekili “katil HDP” diye tweet atan bir nefis katliam bürokrasisi.
Yine de kimse bizim adımıza intikam almasın. Özavunma halkların devlet, erkekler ve sermaye tarafından el konulan toplumsal savunma araçlarının halk tarafından tekrar geri kazanılmasıdır. Bir intikam tugayı ya da gençlik örgütü tarafından değil.