Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın MİT TIR’larında silah çıkmasıyla ilgili haberi için “Bu haberi yapan kişi bunun bedelini ağır ödeyecek, öyle bırakmam onu” sözlerine, “Bu suçu işleyen kişi, bedeli ağır ödeyecek” yanıtını verdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün gece TRT Haber’de katıldığı programda “Avukatlarıma talimatı verdim hemen davayı açtım” diyerek, haberi yayınlayan Can Dündar için, “Bu haberi yapan kişi bunun bedelini ağır ödeyecek öyle bırakmam onu” demişti. Can Dündar, Twitter hesabı üzerinden Erdoğan’a, “Bu suçu işleyen kişi, bedelini ağır ödeyecek. Öyle bırakmayız onu…” diye yanıt verdi. Dündar ayrıca, Erdoğan’ın tehdit içeren videonun linkini de paylaştı.
Can Dündar bugün Cumhuriyet Gazetesi’nde “Devlet memuru değil, gazeteciyiz” başlığı ile bir yazı yayımladı. Can Dündar’ın yazısı şöyle:
Susurluk’ta da böyle olmuştu.
Bir araçtan dökülen sırlar, derin devletin tüm pisliğini ortaya serdiği gibi basını da ortadan ikiye ayırmıştı:
Devleti savunanlar ve mesleğini yapanlar…
MİT TIR’larındaki silahların Cumhuriyet’te yayımlanan görüntüleri de aynı etkiyi yaptı. Yine devletin gizli bir tezgâhı deşifre oldu ve yine medya ikiye ayrıldı:
Devlet memurları ve gazeteciler…
Pardon; bir üçüncü kategoriyi eklemeliyiz:
Tam siper olup görmeze yatanlar, ki en kalabalığı bunlar…
Sonuncudan başlayalım:
Gezi’de de bir “penguen medyası” vardı; ama onlar bile bugünkü kadar üç maymunu oynamamıştı.
Son olayda, bir illegal silah sevkıyatını suçüstü yakalayan görüntüleri, anlı şanlı medya organları veremedi.
Ne zaman ki hakkımızda soruşturma açıldı, görüntülere yayın yasağı getirildi; medya haberi bu yasak üzerinden görebildi.
Hürriyet dışında da soruşturmanın içeriğini ve habere gelen tepkileri verebilen olmadı.
O gazetelerin okurları, televizyonların izleyicileri de izlemedikleri bir maçın yorumlarıyla baş başa kaldılar.
Bu vesileyle, çok temel bir mesleki ilkeyi hatırlatıp kendi pozisyonumuzu yeniden netleştirelim:
Biz sır saklamakla görevli devlet memurları değiliz; gazeteciyiz.
Gazetecilik bir kamu hizmetidir; ancak “kamu”dan anlaşılması gereken “devlet” değildir.
Gazeteci, bazen -hatta çoğu zaman- devlete rağmen kamunun çıkarını savunmakla mükelleftir.
Gazete, korkmadan, yılmadan, devletin hatalarını sergileyecek, kamu adına denetim görevi üstlenecektir.
Böyle olması hem devletin, hem halkın, hem medyanın çıkarınadır.
Bununla birlikte, tarihte birçok örnekte, suçüstü yakalanan devletlerin ilk refleksinin, medyayı “casuslukla, hainlikle, milli sırları ele vermekle” suçlamak olduğunu görürüz.
New York Times, Vietnam’da Amerikan yönetiminin halkına yalan söylediğini ortaya koyan “Pentagon belgeleri”ni yayımladığında da böyle olmuştu…
Washington Post, Başkan Nixon’ın ajanlarının, muhalefet partisinin Watergate binasındaki telefonlarını gizlice dinlediğini belgelediğinde de…
Washington’un, gizlice İran’a silah satıp geliriyle Nikaragua’da antikomünist örgütlere destek olduğunu kanıtlayan “İran-Kontra skandalı” ortaya çıkarıldığında da…
Birçok örnekte de gazeteci, kamu adına devletten hesap sormuş, kamuoyu, başına örülen çoraplardan haberdar olmuş, o sayede iktidarlar hatadan dönmüştür.
O yüzdendir ki uygar dünyada, bunları sergileyen gazetecilere prestijli basın ödülleri verilirken, onları eleştirenlere en fazlasından bakanlıkların basın bürosunda iş veya havuz medyasında maaş verirler.
Biz, devlet kapısında iş arayan hizmetliler değiliz.
Halk adına devletten hesap soran gazetecileriz.
Devletin kirli sırlarını saklamak, iktidarın açığını kapatmak, görevlerimiz içinde değil.
Bu vesileyle farkımızı yeniden ortaya koyabildiğimiz için mutluyuz.
Bu süreçte, okurlarımızın, dostlarımızın, gerçek meslektaşlarımızın desteği çok kıymetliydi.
Hepsine teşekkür edelim ve yazımızı, George Orwell’in teşhisiyle bitirelim:
“Gazetecilik, başkalarının basılmasını istemediklerini basmaktır. Ondan ötesi, halkla ilişkiler çalışmasıdır.”