Gülseren Pusatlıoğlu yazdı: Küresel emperyalist kapitalist dünyada her şeyin metalaştığı yerde, belli günler de, duygular da ticarileşti. Televizyonlar, mağazalar günlerdir reklamda.14 Şubat “Sevgililer Günü” için herkes adına düşünen şirketler var.
Küresel emperyalist kapitalist dünyada her şeyin metalaştığı yerde, belli günler de, duygular da ticarileşti. Televizyonlar, mağazalar günlerdir reklamda.14 Şubat “Sevgililer Günü” için herkes adına düşünen şirketler var. Bizlerin gündeminde ise “zamların geri alınması” olduğu bir ortamda, asgari ücretin ekonomik krizle eridiği bir ortalama aylığa sahip olan birisi bile, bugün sevgililer gününde onca çafcaflı reklamlardaki hangi hediyeyi sevgilisine alabilecek? Kimileri için de tek taş pırlanta hayal oldu! Kaldı ki bir demet kır çiçeğine bile güç yetmez.
Bizlere, doğduğumuz anda içine sokulduğumuz ‘pamuk prensesin’ beyaz atlı prensine kavuşmak için aşkını beklemek öğretiliyor. Bu prenslerden biri olarak Kafka’nın yazdığı “Milena’ya Mektuplar” bu yüzyılın en büyük aşk eseri sayılıyor, yüzyılın şövalye geleneği de devam ediyor. Dolayısıyla romantik aşk sınıf farkını ve cinsiyetçiliği gizleyerek bu ayrımların sürmesini de sağlıyor. Aşk konusunda Simone de Beauvoir’in “erkekler aşık iken bile bağımsızlıklarından vazgeçmezler, kadınlar ise kendilerinden vazgeçmeyi amaçlar” diyerek yaptığı tespit çok yerinde olarak hafızamızdan silinmiyor. Aşk, erkekler ve kadınlar arasındaki ayrımın başlıca nedenlerinden ve bunun yanı sıra kadınların erkeklere boyun eğmeyi kabul etmeye zorlandıkları, rıza gösterdikleri bir ilişki biçimidir.
Shulamith Firestone’in Cinselliğin Diyalektiğinde ifade ettiği gibi “Erkeklerin toplumsal gücünün ve enerjisinin kaynağı, kadınların onlara sunduğu ve sunmaya devam ettiği aşktır, dolayısıyla aşk erkek egemenliğinin görkemli binasının inşa edildiği çimentodur” derken feminist politikanın dikkat çektiği şeyin aşkın temelinde güç mücadelesi söz konusu olmasıdır. Erkekler bu mücadelede öndedirler, çünkü ekonomik ve cinsel güç arasında bir kesişim söz konusudur. Erkeğin bu gücü flörtü yöneten kuralları da oluşturur. Flört yaşanırken toplumsal cinsiyet kimlikleri üzerinden oluşan hiyerarşinin yeniden üretilmesi romantik duyguları ayakta tutar. Heteroseksüel tek eşli “romantik aşktır istenen. Başka aşklara yer yoktur. Kilisenin rızası dışında Saint Valentine’nin ilk karşı çıkışıyla “isteyen yoksulların (gizlice) evlenebilmesine” olanak tanısa da, tarih boyunca Sevgililer Günü eliyle heteroseksüel aşkları evlenmeye teşvik eden yönü hep desteklenmiştir.
12. yüzyılda şövalye aşkı ile hukuksal evlilik biçimlerini karşısına alarak aşk yüceltilirken bir yandan kısmen kadınların değeri arttı. Diğer yandan, evlilik kurumuna bağlanarak “ömür boyu bir yastıkta yaşamak” özgür seçimmiş gibi bir aşk geleneği yaratıldı. Dolayısıyla tekeşlilik ve aşk arasındaki gerilim ortadan kalkmasa da birbiriyle uyumlu hale getirildi. Aile, aşk, cinsellik, şiddet ve rızaya dayalı olarak karşılıksız emeğin el konduğu, yeniden üretimin somutlaştığı kurum olageldi. Ve herkes yaşam boyu bir kez aşık olabilme hakkına sahip olarak, bir sözleşme ile resmileştirilerek, onun dışındaki her türden cinsellik partner / ilişki biçimi yasaklı oldu. Evlilik öncesi cinsel deneyimler açısından da erkeklerle ilişkide kadınların bekaretlerini korumaları ve evlendikleri erkeğe bağlı kalmaları, iffetli kadın olmaları hala günümüzün temel cinsel ahlakı olarak görülmektedir.
İktidar flörte hepten karşı!
Diğer yandan iktidarın 14 Şubat sevgililer günü vesilesiyle flörtün/ sevgili olmanın meşruluğuna, hoş görülmesine katlanamayanların, “flörtün fahişelikten ne farkı var” diyenlerin bugünlerde “milli ve dini aile” söylemine sarılarak “ aileyi sağlamlaştırma ve ıslah etme” temel politikasıyla her koldan kadın düşmanlığını artıran saldırıları ile karşı karşıyayız. İstanbul sözleşmesini bir gecede kararname ile kaldıran iktidar şimdi de nafakayla ilgili haklarımızı elimizden almaya çalışıyor. Erkekler lehine, boşanmayı zorlaştırırken, erkeklerin daha çok evlenmesi fırsatını yaratan, kadınları kocanın, babanın eline muhtaç hale getirmeyi, kadınları aileye hapsedip çok çocuk doğurmaya zorluyor. Flörtü engellemek için de yıllardır ‘kızlı erkekli’ evlere karşı baskılar, karma yurtları kapatma, kadın üniversiteleri, pembe otobüsler, kürtaj ‘cinayettir’ söylemleri, artan homofobik saldırılarını artırıyor.
2021 yılında Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonunun verilerine göre 367 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Bu erkekler genelde kadınların en yakını koca, sevgili iken bir de buna artık tanımadığı erkekler tarafından katledilen kadınlar eklendi. Sırf kadın olduğu için tanımadığı bir kadını, “kadın güçsüz bana karşılık veremez” diye rastgele yolda yürürken samuray kılıcıyla katledilen Başak Cengiz oldu. Genelde erkekler, patriyarkadan aldıkları güçle “Ya benimsim ya kara toprağın” diyerek kadınları bir şövalye aşkıyla köleleştiriyor, sahipleniyor, kendilerine itaat etmeye zorluyor.
Feminizmin “Özel alan politiktir” sloganının aşk konusunun aynı zamanda güç ilişkilerine dayanan cinsellik, haz , arzu ve ilişkiler meselesi merak konusu olsa da hala gündemimizde gerilerde yer alıyor. Cinsiyetçiliğin her yeni forma bürünerek varlığını sürdürdüğünü göz önüne alırsak, 1970’lerden bugüne serbest aşk, cinsel özgürlük, özgür aşk, tek eşli olmayan ilişkiler, açık ilişki, çok aşklılık ve takılma kültürü gibi pek çok hayatlarımıza değen yanlarıyla da konuşmaya, deşifre etmeye, bilinç yükseltmeye ihtiyacımız var. Kimi Feminist, lgbti+ ve queer çevrelerin gündeminde bu türden tartışmaları izliyoruz. İçinden geçtiğimiz şu günlerde faşizmin kurumsallaşmasının son eşiğine geçmeyi planlayan iktidara karşı temel görev faşizmin tasfiyesi söz konusu iken bu türden özel alanı ilgilendiren patriyarkal mücadele gereksiz denilebilir. Tam tersine bu süreçte, iktidar tarafından baskıyla itaat ettirilmeye çalışılan kadınlar, lgbti+lar üzerinden “aileyi güçlendirmek” adına emek, beden ve cinsellik baskısının yaygınlaştırılmasına karşı, faşizmin kurumsallaştırılmasına, muhafazakar ve dinci politikalarına karşı çıkış patriyarkal politikalara karşı çıkışla birleştirilmelidir. Devlet elini bedenimizden çekmelidir.
Son yıllarda artan patriyarkal saldırılar taciz, tecavüz, erkek şiddetinin ve her tür baskının artışı yeterince gündemimizi işgal ediyor. “Kadının beyanı esastır” mücadelesi ve Me Too kampanyası ile ifşalarla kadınlar yaşadıkları şiddeti herkesin duyması için teşhir ediyorlar. Erkeklerle yaşadığımız cinselliğin biçimini sorguluyor, cinsel şiddete karşı mücadele ediyoruz. Yaşanan şiddet biçimlerinin sadece fiziksel değil, psikolojik, ekonomik, cinsel şiddet, mobing, teknoloji şiddeti, ısrarlı takip şiddeti, flört şiddeti, ev içi şiddet, politik şiddet ve devlet şiddeti olan bir dizi şiddeti yaşayan kadınlar olarak feminist mücadelemiz “dayağa karşı kampanyadan” bugüne sürüyor. Flört şiddetinin kadınlara yaşattığı en bariz şey “Hayır dersem üzermiyim”, “tutucumuyum”. “benim suçum”, “psikolojik sorunum mu var” gibi kendini suçlayan ve güvende hissetmeyen durumlar flört ilişkisinin eşitler arası bir ilişki olmadığının kanıtıdır aynı zamanda. Kadınlar suçlanma kaygısıyla yaşadıklarının şiddet olduğunu çok sonra paylaşabiliyorlar. Aşk ilişki yaşanırken de acıtıyor, can sıkıntısı, kaygı, öfke, acı verici tartışmalar, kafa karışıklığı, kişinin kendisiyle ilgili şüpheler ve depresyon söz konusu olabiliyor. Filozoflar aşkı bir tür delilik olarak tarifler, doğrudur. Aşık olmak kişiye kendini değerli hissettirir, yüreğimizin pırpır olmasından biliriz bu duyguyu.
İçinde yaşadığımız heteroseksist patriyarkal kapitalizmden kurtulduğumuz bir sistemde aile içine hapsedilen sevgi, aşk, dayanışma ve özverinin ailenin sınırlarından kurtulduğu, cinsellik ve doğurganlığın birbirinden ayrıldığı, cinselliğimizi istediğimiz biçimde yaşayabileceğimiz, doğurup doğurmama hakkına bizim karar verdiğimiz, cinsiyetçi işbölümünün tamamen ortadan kalktığı bir toplumda gerçek aşktan/sevgiden bahsetmek olanaklı hale gelecek. Kadınlar ve lgbti+lar geleceğe havale etmiyor, dünden bugüne tartışıyor, aile kurumunu sarsacak denemeler yaşıyor. Kişinin partnerini iradesine, duygularına dayanarak seçme özgürlüğüne sahip olacağımız günler için “Eşitsiz aşka da hayata da hayır” diyoruz.