2023 seçimlerinden esasen neler beklenebileceğine ilişkin olarak zihinlerde hala bir soru işareti vardıysa, “Altılı Masa”nın, 30 Ocak’ta açıkladığı “Ortak Politikalar Mutabakat Metni”yle artık ortadan kalkmış olmalı.
“Altılı Masa” programatik olarak “ihtilaf” oluşturan her şeyi “masa”da bırakarak, iktidar blokunun dualarını boşa çıkarttı ve Millet İttifakı’na iltihak etti. Artık sadece Millet İttifakı var. Bu, gidişat “hayatın olağan akışı”na uygun. Akış, öte yandan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ittifakın Cumhurbaşkanı adayı olarak ilanını işareti sürdürüyor. Ancak ittifakın siyasal hakikatte de bu, mantıksal olarak kaçınılmaz olan sonuca ulaşıp ulaşmayacağı konusu, İYİ Parti’nin doğasının bu sonucu hazım kapasitesine bir ölçüde bağlı olacağı için son dakikaya kadar ortada kalmaya devam edebilir. Bununla birlikte, Kılıçdaroğlu’nun İYİ Parti’den veto yemesi ve bunun yol açacağı zincirleme reaksiyonların, Millet İttifakı’nı, sadece “Altılı Masa”ya iade etmekle kalmayacağı, ikili üçlü birkaç masaya parçalayacağı, böylece siyasal denklemin hızla iktidar bloku yönüne yıkılması sonucunu vereceği, neredeyse matematiksel bir kesinlikle öngörülebilir. Gene de birçok şey, İYİ Parti’nin kimyasının Kılıçdaroğlu’nun arkasına dizilmeye elverip vermeyeceğiyle de ilgili olacaktır.
Öte yandan, çoktan bu yeni tartışmanın gölgesi altında kalmış olan “Mutabakat Metni”nin toplumsal ve demokratik muhalefet güçlerinin ön testlerini geçemediği ortada. “Kürt Sorunu”, “Barış” ve “Çözüm”den “tek kelimeyle bile” söz etmeyen, işçi hakları ve sendikal haklar, “İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönme”, laiklik, Diyanet İşleri, “cemevlerinin satüsü” ve “eşit yurttaşlık” bahislerine hiçbir şekilde girmeyen metnin demokrasi cephesinde yeni bir enerji yaratması, bir heyecan kaynağı olması elbette mümkün değildi. Biraz didiklenip bir yana bırakıldı.
Ancak, “demokrasi kampı”ndan gelen ilksel reaksiyonlar “Millet İttifakı”na bu “Mutabakat Metni”ni yazdırtan sosyo-politik zeminin ihtiyaç ve beklentileriyle ilgisiz. Mutabakat esasen “Millet İttifakı”nın, kendi kırılgan doğası ve önceliklerinin gereklerine uygun, işlevini o açıdan yerine getiriyor. Metin, öncelikle bileşenlerin tümünün mutabık olmadığı hiçbir hususa yer vermeyerek kâğıt üzerinde doğması muhtemel gerilimlerin tümünün yükünden bir seferde kurtulma karalılığıyla kaleme alınmış. “Altılı Masa”dan Millet İttifakı olarak kalkmak ancak, Saadet Partisi’nin şerhine, İstanbul Sözleşmesi ve “eşit yurttaşlık” meselesini, İYİ Parti’nin şerhine Kürt Sorunu’nunu, DEVA’nın şerhine tarikatler konusunu, tamamının şerhlerine “anadilinde eğitim” talebini feda etmekle mümkündü. Metin ancak böylece, toplumu genişliğine ve derinliğine yaran fay hatlarının hiçbirine değmeyen bir “mutabakat”ın tercümanı haline gelebilir, ittifakı bir devlet ittifakı olarak tescilleyebilirdi.
“Millet İttifakı” bileşenlerinin, özellikle CHP’nin, bu mutabakatla içine girdikleri cenderenin farkında olmadıklarını düşünmek saçma olur. Tersine, demokratik taleplerle en çok rezonansa gelen ve taban duyarlıkları bu zeminde oluşan CHP’nin kurmayları da böylesi bir belgenin bir “demokratik özgürlükler manifestosu” sayılamayacağını pekâlâ biliyorlar. “Millet İttifakı”, doğası gereği kendi iktidarını, bir toplumsal kurtuluş uğrağı olarak görmüyor. Tersine, ittifak bileşenleri, kendi misyonlarını, yaratılmasına kendilerinin de şöyle ya da böyle katkıda bulundukları ve sonuçta bilindiği şekliyle devleti de berhava edecek bir siyasal açmazdan toplumun bir iç çatışmaya düşmeden çıkabileceği bir yeni rejim biçimini tesiste görüyorlar.
“Ortak Politikalar Mutabakat Metni” halka yazılmış değil. O metin siyaset sınıfına, devlet erkanına, yargıya, bürokrasiye, sermayeye, iş dünyasına, meslek örgütlerine ve “uluslararası camia”ya hitap ediyor. “Millet İttifakı” açıkça mevcut tek adam rejimiyle, neye evrileceği onu izleyecek iç mücadelenin seyrine bağlı olacak post-Erdoğan dönem arasındaki geçiş rejimini sevk ve idareye talip oluyor ve bu geçişin mantık ve siyasetini teklif ediyor.
Bu geçişe Batı siyaset sözlüğünde “İntrerregnum”, Osmanlı siyaset dilinde “Fetret” deniyor. Bir değer hükmü yüklenmeksizin her iki terim de, bir siyasal düzenden ötekine geçiş, veya bir düzenin gidişinde meydana gelen olumlu ya da olumsuz bir kesintiyi adlandırıyor.
Bizim için daha tanıdık olan “Fetret”, Arapça’da “ara, fasıla” anlamına gelen nötr bir kavram olsa da birlikte Osmanlı devlet pratiği ve siyasal hafızasında ve tarih yazımında toplumun ve devletin sonuçsuz çatışmalarla parçalandığı ve içinden ancak bir “güçlü hükümdar”ın kılıcıyla çıkılan iç kargaşa dönemleri olarak yer ettiğinden, Türkçe’de mutlaka bu anlamı yüklenmesi gerekmeyen “interregnum” kavramının Millet İttifakı’nın hedefini de, Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusundaki iç gerilimlerini daha iyi dile getirmeye yardımcı olacağını söyleyebiliriz.
İnterregnum yalnızca siyasette değil, herhangi bir kurumsal yapıda, toplumsal düzende ortaya çıkan ya da çıkması kaçınılmaz süreksizlik veya “boşluk” dönemini anlatır. Etimolojik olarak bir hükümdarın saltanatından bir başkasına geçiş için gereken zamanı anlatır. İki saltanat arası diye de çevrilebilir. Tarihte interregnumların uzun sürmesinin doğurduğu belirsizlikler ve farklı iktidar odakları arasındaki güç kavgalarının iç savaşlara ve artçı savaşlara yol açtığı bilenmekle birlikte, aynı kavram modern çağda ve parlamenter devletlerin işleyişindeki fasılalar için de kullanılabilir. Eski parlamentonun yerini yenisinin alması arasında geçen dönemler, ABD’de örneğin Trump’ın başkanlığından Biden’ın başkanlığına geçiş dönemi, ya da Brezilya’da Bolsonaro’nun başkanlığından Lula’nın başkanlığına geçiş dönemi interregnum kavramının güncel anlamlarına ışık tutabilir.
Burada ayırt edilmesi gereken en önemli husus, Millet İttifakı’nın talip olduğu şeyin, interregnum sonrası gerçekleşecek rejimin kendisi değil, interregnumsürecine hükmetmek olduğudur. Bu CHP ile İYİ Parti arasındaki çekişmeyi anlamanın da anahtarıdır.
“Ortak Politikalar”ın, toplumsal muhalefet, hatta iktidar bileşenlerinin bir kesimince de sert bir karşı çıkışla karşılaşmaması, öte yandan İYİ Parti’nin açıklama sonrasında süreci doğrudan değilse de dolaylı olarak yönetme ısrarını şiddetlendirmesi interregnumu yönetme gücünün ima ettiği imkan ve dezavantajların nasıl okunduğuyla ilgili.
Bütün politik aktörler, “Millet İttifakı”nın politikalarını ve interregnum sürecini yönetme teklifini tartıyorlar. Politik güç merkezleri, temel toplumsal aktörler -sermaye, işçi sınıfı, Kürtler, Aleviler, kadınlar, orta sınıflar, aydınlar- bu politikaların, temel toplumsal çelişkilerin hiçbirini çözmeyeceği, zaten çözmeyi vaat de etmediğini görüyorlar. Onların değerlendirmeye, hazmetmeye, tartmaya, ölçüp biçmeye çalıştıkları şey, bu teklifin, temel toplumsal çelişkilerin kansız çözümüne zemin hazırlaması imkanının yaratabileceği geçici ferahlama halinin kendi geleceklerini belirlemek açısından diktatörlük altında olacağından daha çok avantaj sunup sunmayacağı. İbre şimdilik interregnumun, tek adam rejiminin süregitmesinden daha yüksek avantaj sağlayabileceği bir yöne sevk edilmesine imkan verebileceği varsayımının güç toplamakta olduğuna işaret ediyor.
Meral Akşener’in Kılıçdaroğlu’nun ayağını kaydırmaya çalıştığı çatışma bu momentte ortaya çıkıyor. Eğer Millet İttifakı interregnuma Kılıçdaroğlu liderliğinde girecek olursa, psikolojik iklim, hava, toplumsal heyecanlar, beklentiler, arzular toplumun değişime en muhtaç ve değişim için çırpınan kesimleri lehine oluşacak. Bu Kılıçdaroğlu’nun da Akşener’in de kişisel nitelikleri meziyetleri ve kalibrelerinden, kim ve ne olduklarıyla değil, nasıl göründükleri, neyi ima ettikleri, hayalhanelerde neyi besledikleriyle ilgili. Böyle yükselecek bir toplumsal havada, böyle bir kamuoyu ve ortak duyunun varlığında, muhafazakâr, proto-faşist, otoriter bir bileşenin uzun süre nefes alıp vermesi mümkün olmayacaktır. Böyle bir iklimde interregnum değişim ve özgürlük güçlerine avantaj sağlar, merkezden bakıldığındaysa nereye varacağı öngörülemez. O yüzden yol yakınken, doğrudan değilse de dolaylı olarak öne sürülecek göstergeler, ima ettikleri sosyal ağlar ile, sosyal statükoya güven verecek ve radikal değişim heveslerinin önünü kesecek kişilerin empoze edilmesi gerekir.
Bu iklim, şimdi en büyük avantajı üçüncü kutbun merkezinde duran HDP’ye sunuyor. Merkez güçler statükoya gömülmüşken radikal dönüşüm taleplerini demokratik ve sosyal bir cumhuriyet hedefine bağlayacak biricik sosyo-politik odak olarak HDP ve müttefiklerinin önü açılıyor.
Öte yandan mevcut kuvvet dengesi, Türkiye’nin toplumsal ve demokratik özgürlük güçleriyle Kürtlerin özgürlük mücadelesinin tarihsel ittifakının yarattığı üçüncü kutbun, tek adam rejiminden demokratik ve sosyal bir cumhuriyete geçişin mücadelesinin hangi zeminde cereyan edeceğini belirleme gücünü hiçbir zaman olmadığı kadar çoğaltıyor. HDP bu süreçte gücünü dilinden değil elinden alacaktır. Ya da siyasal bağlam içinden konuşursak, maksimalizm perilerine kulaklarını tıkayarak sahip olduğu güç ve potansiyeli siyasal alana yığma becerilerini devreye sokacaktır.
Demokratik kurtuluşun kalbinin attığı yer olarak HDP üçüncü kutbun başına toplumsal mücadelenin önüne geçmeli. İnterregnum son bulduğunda nerede olacağımız en çok buna bağlı.