Son dönemde Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Öğrencilerin Kılık Kıyafetine Dair Yönetmelik Değişikliği” ile ortaöğretimdeki kız çocuklarına başörtüsü serbestliği getirildi. Bunun üzerine aklımızda bir yığın soru işareti gün yüzüne çıktı. Baskı /özgürlük, yasak/serbestlik gibi kavramları net olmayan fikirlerle kendi içimizde tartışırken, SFK ‘Kız Çocuklarının Bedeni Sizin İdeolojik Savaş Alanınız Değildir!’ (http://sosyalistfeministkolektif.org/bedenimiz/12-bedenimiz-bizimdir/912-k-z-cocuklar-n-n-bedeni-sizin-ideolojik-savas-alan-n-z-degildir)başlıklı kendi görüşlerini içeren bir metin yayınladı. Metin feminist mücadelenin içinde olan bizlerin aklımızdaki bazı sorulara netlik kazandırdığı gibi feminizme dair bazı kavramları da tartışmalarımıza dahil etti; seçkincilik, üstten dil, yatay ilişki kurma gibi…
SFK imzası ile bize ulaşan metin; baş örtüsü serbestliğinin sadece AKP’nin baskıcı politikaları dahilinde geldiğini varsayarak, geçmişten bugüne bunun mücadelesini vermiş olan kadınları yok saymış; yine bu serbestliğin ‘örtülü-örtüsüz bütün kadınlar için dönüşü olmayan bir yola gidiş’ olarak değerlendirip örtülü kadın adına söylemde bulunmuş; başı açık kız çocuklarını özgür baş örtülü kız çocuklarının ise ailelerini (homojen bir yapıymış gibi) baskıcı olarak değerlendirmiştir. Bu, nesnel olmayan, ayrıştırıcı ve üstten bir söylemdir.
Feministler sadece ‘kendini kurtarmış’ kadınların belirlediği serbestlikler/özgürlükler için değil, farklılıklarının serbestlik/özgürlük mücadelesi için de dayanışmalıdır. Bu yüzden başörtüsünün üniversite ve kamusal alandaki serbestliğini, öznesi olan başörtülü kadınların özgürlüğü için savunduk.
Bizler bu tartışmaları yaparken Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi, ‘Kız çocuklarının bedeni “kimsenin” ideolojik savaş alanı değildir!’ (http://kadinasiddetekarsimuslumanlar.blogspot.com.tr/) başlığı altında SFK’nın metnine karşılık bir metin yayınladı. Elbette ki açıklamaya karşılık vermek, tartışmak kaçınılmazdı ve olmalıdır da. Fakat karşı söylem geliştirirken SFK ismini kullanmaktan kaçınarak ‘kimi sol, feminist vs. çevrelerin…’ söylemini kullanması, tüm feministleri hedef alan ve farklı düşünenleri, ayrımları gözetmeden bütün feministleri homojen bir bütünmüş gibi ele aldığı gibi, ‘kendini özgürlükçü olarak tanımlayan ve zaman zaman da üniversitelerde başörtüsü yasağı ile ilgili özgürlük taleplerinin yanında tavır almış’ söylemiyle de üniversitelerdeki başörtüsü serbestliği için beraber vermiş olduğumuz mücadelenin feministler ayağını değersizmiş gibi tanımlamıştır.
Tartışmanın her iki tarafına karşı eleştirilerimiz böyleyken, başörtüsünün serbestliğine dair fikrimiz şöyledir;
EBEVEYNLERİN/AİLELERİN ÇOCUKLARINI ‘İSTEDİKLERİ GİBİ’ YETİŞTİRME HAKKI
Yaşadığımız coğrafya, dünden bugüne oluşturulan toplumsal normlar, öğretiler, korkular… algılarımız doğrultusunda bizi, oluşturduğumuz aileleri ve haliyle yaşam şekillerimizi etkiledi. Sosyalist, liberal muhafazakar, milliyetçi, Alevi, Sünni, Kürt, Ermeni… farklı aile yapıları şekillendi. Aileler şekillenen bu algıları doğrultusunda çocuklarına siyasal, sosyal, toplumsal, kültürel görüş ve değerlerini, yaşam şekillerini aktarmaktadırlar. Bu faklılıklarla yetiştirilen çocuklar devletin tektipçi eğitim sisteminden dolayı özel alan/kamusal alan ikilemiyle erken yaşta karşı karşıya gelir. Anadili Kürtçe olan çocuk için zorunlu Türkçe eğitimi, inançlı/ inançsız değerlerle yetiştirilen çocuklar için devletin zorunlu din eğitimi, inanç değerlerine göre yetiştirilmiş başörtülü kız çocukları için kıyafet yasağı bu tektipçilik karşısında çocukların karşısına çıkan mutlaklardır. Çocuklar sadece eğitim sistemi içerisinde de değil, kamusal ve özel her alanda bu baskılarla karşı karşıya geliyor. Kimi zaman taş atan çocuk oluyor, kimi zaman bağrını yırtarak İstiklal Marşı okuyor, kimi zaman ise başörtüsünü kapıda çıkarmak zorunda bırakılan çocuk oluyor. Toplum tarafından kabul görmüş ideolojiler çerçevesinde yetiştirilen çocuklar bu ikilemi üzerlerinde çok fazla hissetmiyor, ancak yeteri kadar ‘modern’, ‘laik’ ve ‘beyaz’ olmayan kesimlerin çocukları maruz kaldıkları baskılara karşı özgürlük taleplerini dile getiriyor ve savunuyorlar.
.
ÖZGÜRLÜKLERİN REKABETİ ‘POLİTİK’ BİR OYUNDUR.
Türkiye’de AKP öncesi ve dahilindeki süreçte üretilen politikalar çoğu zaman en doğal haklarını talep eden kitleleri/ kesimleri ayrıştırmaya yönelik oldu. Bu, üretilen kadın politikaları için de böyle oldu. Geçmişten bugüne üretilen bu politikalar mini etekli, marjinal, dinsiz, iffetsiz ya da başörtülü, gerici, yobaz, laiklik düşmanı diye ayrıştırdı ve birbirimizin özgürlük taleplerinin önünde ya duvar olduk ya da özgürlük taleplerimizi rekabet ettirdik. Yani çoğu zaman resmi ideolojinin bu oyununa geldik ve iktidarların işini kolaylaştırdık. Bizler baskıcı devlete karşı özgürlük taleplerini yükseltenlerin mücadelesinde var olduğumuz gibi, bu mücadelelerin kazanımlarının da yanında olmalı; birini diğer özgürlük talebiyle rekabete sokmamalıyız. Genelde ve özelde tartışmalarımızın temelinde olgunun kendisi yer almalıdır, kimin için ve ne için yapıldığı değil. ‘SERBESTLIK’ ister olsun ister olmasın anlamını taşırken, ‘YASAK’ farklılıkları barındırmaksızın tektipçiliği dayatır; yasaklar dahilinde özgürlükler yaşanamaz.
TEKTİPLEŞMEDEN, FARKLILIKLARIMIZLA DAYANIŞARAK…
Alevilerin hak ve inanç özgürlükleri için Sünniler, Kürt özgürlük hak ve talepleri için halklar, başörtülü kadınların kamusal ve özel alandaki özgürlükleri için başı açık kadınlar… Özgürlük mücadelelerimizi karşı karşıya getirerek değil, SEN DE ÖZGÜRSEN BEN ÖZGÜRÜM diyerek, tektipleşmeden, farklılıklarımızla dayanışırsak şayet, iktidarın ayrıştırıcı politikalarına karşı güçlü bir mücadele verebiliriz.
Tıpkı gezideki gibi…
Tıpkı bugün Afganistanlı kadınların YPJ’lilerin mücadelesini selamlaması gibi…
NOT: Ayrıca konu ile ilgili görüş bildiren diğer yazıların linkleri; http://www.facebook.com/l.php?u=http%3A%2F%2Fhurbakis.net%2Fcontent%2Fmuhafazakar-ve-sekuler-bagnazlik-yetti-artik&h=HAQHuOJY_
Nalan Turgutlu Bilgin
Özgecan Aşlamacı Şahin
Ayşe Ari
Gonca Şahin Ocakçı
Özlem Şen