Toplumsal değişme, yaşama koşullarındaki değişime koşut olarak toplumun kurum, kural, değer ve ilişkilerinde oluşan değişimlerdir. Toplumsal değişme, gelişme anlamına gelmez; kimi değişme, toplumsal yararı sağlayabileceği gibi kimi değişme var olan toplumsal kazanımların yitirilmesine de neden olabilir. Bu tanımları konumuza bağlarsak, biz 60’lı, 70’li hatta 80’li yıllarda münazara yapar tartışırdık. Ortaya bir konu atılır, en az iki grup oluşturulur ve sırasıyla söz alınarak konu tartışılırdı. Öğretmenlerimiz münazara başlamadan Namık Kemal’in şu sözünü anımsatırlardı: / Fikirlerin çatışmasından gerçeğin güneşi doğar.
Akşehir Öğretmen Okulu’nda sınıf içinde yaptığımız bir münazarayı anımsıyorum. Öğretmenimiz Mehmet Akıncı iki grup oluşturmuş ve “Köyde mi, yoksa şehirde mi yaşamak daha gözeldir?” konusunu tartışmıştık. Daha sonra bu tartışmalar, okullar arasında, üniversiteler arasında yapılır hale geldi. Sevgili Uğur Mumcu‘nun üniversitelerarası münazaralarda Ankara Üniversitesi’ni temsil ettiğini anılarında okumuştum. 12 Mart’ı izleyen yıllarda üniversitelerde münazara, panel, açık oturum yapılamaz hale geldi. İçimi en çok yakan olay da Sevgili Hrant Dink‘in katledilmesine giden süreçte Boğaziçi Üniversitesi’nde Ermeni Sorunu ile ilgili yapılmak istenen panelin yasaklanması, Bilgi Üniversitesi’nde yapılabilen panele katılan bilim insanı Erdal İnönü’nün paltosuna atılan yumurta izidir.
Edebiyat alanında da atışmalar/sataşmalar/tartışmalar vardır. 40’lı yıllarda Nazım’la Karaosmanoğlu arasında, Necip Fazıl, Nihal Atsız vb. ile Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Serteller arasında tartışmalar vardır. Bu tartışmaların ana ekseni de iki kutuplu hale gelen dünyada sosyalist düşüncenin insanlığa sunduğu yeni umuda karşı, kapitalizmin savunusuna soyunan ancak bunu ırkçılığa varan milliyetçi düşüncelerle soslayan düşüncedir. Bu tartışmada taraflardan biri resmi ideolojiyi de yedeğine alarak Tan Matbaası’nı yakıp yıkmış, Sertelleri ülkede yaşayamaz hale getirmiş en korkuncu da sevgili Sabahattin Ali’yi katletmeye dek vardırmıştır işi.
Tartışma denilince özellikle 70-80 arası dönemde sol içinde yaşanan gruplararası tartışmalarla; aynı grup içinde yaşanan eleştiri-özeleştiri süreçlerini anmadan olmaz. Kökenini 70’li yıllardaki THKO- THKP/C hatta “Kırmızı Aydınlık-Beyaz Aydınlık” ayrımına dek götürebileceğimiz çoğu son derece naif tartışmada ne yapılıyordu? Ben devrimci mücadelede kendimi hep bir “sıra neferi” olarak gördüğüm için ancak dıştan gördüğüm şeyi yazabilirim. Tartışan gruplar, dergilerinde, broşürlerinde kendi dışındaki gruplarla anlaştıkları konuları değil de anlaşamadıkları konuları sayıp dökerek var olmaya çalışıyorlardı. Grup içinde yapılan eleştiri/özeleştiri olayı ise Osmanlıca bir deyimle: “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” deyişine uygun oluyordu. Ancak burada eleştiri/özeleştiri uygulamasını küçümsediğim sanılmasın. Tabii ki eleştiri/ özeleştiri devrimci mücadelenin suyudur, ekmeğidir.
İletişim araçları arasına televizyonun katılmasıyla özellikle siyasal tartışmalar insanların tercihlerini etkiler/belirler hale gelmiştir. Bir tartışmada sevgili Behice Boran ile Turhan Feyzioğlu tartışmış, Feyzioğlu ısrarla Boran’a: “Hadi, erkeksen komünist olmadığını söylesene!” diye yüklenince, Boran sakince yanıtlamıştı: “Erkek değilim.” Bir TV tartışmasında da Turgut Özal “Boğaz Köprüsü’nü satacağım” deyince Halkçı Parti Genel Başkanı Necdet Calp: “Sattırmam!” deyip, yüksek perdeden karşı çıkınca bu karşı çıkış ona 130 milletvekili kazandırmıştı.
Tartışma önyargısız olmayı, sol duyuyu ve empatiyi gerekli kılar. “Fikir sahibi olmadan, düşünce sahibi olan kişi tartışamaz.” “Biat eden, özgür düşünemeyen kişi tartışamaz”. “Empati yapamayan, kendini karşısındaki insanın yerine koyamayan kişi tartışamaz”. “Kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapan kişi tartışamaz”. Tartışmada akıl, duygunun önünde olmalıdır. Tartışmada öfke, kişinin ağzını açar ancak bilincini kapatır. “Düşüncelerinize katılmıyorum ancak onları ifade etmeniz için sizi sonuna dek savunurum” diyebilen kişi tartışma adabına ve kültürüne sahiptir.