Çözüm sürecinde döndük dolaştık yine silahların bırakılması sorunsalına geldik. AKP yeni bir Habur yasasıyla süreci seçime kadar idare etme arayışında. Ama Kürt meselesinin çözümünü içermeyen her yol haritası çıkmaz sokağa sapabilir.
I.
Uzun süren toplantının kısa açıklaması söylediklerinden çok söylemedikleriyle önem kazandı. Hükümet sözcüleri ve cumhurbaşkanı darbe mantığının masaya koyduğu çerçeveyi fazla itiraz etmeden kabul ettiler gibi. Kanımca “darbe dinamiği”son MGK ile yeniden etkin şekilde işlemeye başladı.
İlk akşamdan itibaren gıdım gıdım “çözüm süreci”ni askıya alma, sonra da sorumluluğu Kürt siyasetine yıkarak bitirme metodunu işletmeye başladılar. Esas olarak bu toplantıda tamamen iflas etmiş dış siyaset, Ortadoğu stratejisi konusunda yeni bazı hatlar benimsendi. Belki fazla speküle edici bulunacak ama zannımca zaten pek işlemeyen ‘Osmanlıcılık’ mantığı tamamen ortadan kalkacak; bazı yazarların “Kürtlerle birlikte güçlenmek” diye ifadelendirdiği nispeten flu politikalar da tedricen terk edilecek. Yeni dönem esas olarak reaksiyoner bir retorikle yürütülenbekleme, engelleme ve statükoyu korumanın çeşitli yollarını oluşturmak üzerine kurulu milliyetçi bir çerçeve ile kurgulanacak.
Obama’nın danışmanlarından John Allen’ın önceki hafta söyledikleri haber kanallarında alt yazı olarak geçti sadece. Tevilen Suriye muhalefetini eğiteceklerini, ancak Esad’a karşı savaşmasını istemediklerini, Esad tarafından da kabul edilecek duruma gelmek için mücadele edip mevzilerini esas olarak IŞİD’e karşı savunacaklarını söylüyordu. Aslında Bay Allen tam da Kobane’nin resmini çiziyordu.
Son üç yıldır Suriye’de çatışan temel iki çizgi vardı. Bunlardan ilki Emeviye camiinde namaz kılmakta acele ettiği için bütün radikal İslamcıları örgütleyip sevk ve idare eden “stratejik derinlik “hattıydı. Şu an bu çizgi Ortadoğu’da fiilen, resmen ve küresel olarak yenilmiş ve reddedilmiştir. İkinci çizgi ise; demokratik, çoğulcu, tüm tarafların dahil olduğu “kantonlaşmaya” dayalıdemokratik özerklik çözümüdür. Başlangıçta PYD ve bazı Arap aşiretleri tarafından benimsenen bu politika, Kobane direnişiyle küresel gündem haline geldi ve şu anda küresel olarak da kabul görmüş durumda. Hatta İran, Irak dahil bölge güçlerince de benimsenerek adım adım gerçekleşmeye doğru gitmektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan oturup kalkıp “Kobane” diyor. Kobane küçük bir kent olabilir ancak AKP’nin en büyük stratejik yenilgisinin adıdır aynı zamanda.
Gerçek şu ki, Erdoğan-Davutoğlu çizgisi baştan beri çözüm sürecini araçsallaştırmakla meşguldüler. Hesaplarınca “çözüm süreci” yoluyla Kürt siyasetini Suriye’deki tutumundan vazgeçirmeye ve bu şekilde stratejik yenilgilerini durdurmaya çalıştılar. Başarısızlıkları Ekim başında resmiyet kazandı. Son bir hamleyle Kobane’yi düşürüp zaman kazanmak amaçlandı. Bu arada Türkiye’nin darbe dinamiğiyle yeni bir çerçeve üzerinde uzlaşıldı. Amed sokakları askere terkedilip meclisten olağanüstü hal yasaları geçirilirken, “öldü” haberleriyle Kürtler hem tahrik hem de tehdit ediliyordu. 17-25 aralık davaları da kapatılarak cumhuriyetin kuruluş yıldönümünde “bir daha dönmeyeceğiz”denilen 90’lı yılların yeni versiyonu “kamu düzeninin tesisi” adı altında ilan ediliyordu.
“Kamu düzeninin tesisi” ifadesinin 12 Eylül’ün gerekçesi ve hiç bıkmadan tekrarlanan mottosu olduğunu herkes bilir. En uzun MGK toplantısında benimsenen “çözümsüzlük de bir çözümdür”stratejisi temel çatısını “çözüm süreci”nin bitirilmesi ve akabinde darbe dinamiğinin yeniden tesis edilmesi üzerine kurdu. Artık en basit hak talebi bile bu dinamiğin konsolidasyonu için kullanılacak.
II.
Gelelim DAİŞ meselesine…
DAİŞ çetesinin daha uzun zaman buralarda gündem belirleyeceği anlaşılıyor. Medyadaki analizler her zamanki gibi kısmen inkar, kısmen yalan ve kalan iki çeyreği ise, algı yönetimi ve doğru’dan oluşuyor. Son dönemin moda analizi de, radikal dinciliğin kaynağını dış işgal ve müdahalelere dayandırmaktan ibaret. Bu durumda çözümde çok kolay oluyor. Oysa dış işgal ve müdahaleler bu konuda güçlendirici etkenlerdir. Olayın kaynağı“içeride”, buradadır ve oldukça eskidir.
Türkiye’nin yeni başbakanı ısrarla satır altı çizen üslup ve jestleriyle “siyasetin kapsayıcılığı”nın bu tarz radikal unsurları etkisizleştireceğini anlatıyor. “içimize alıp kendimize benzetelim”hikayesi oldukça eskidir ve daima en az çift taraflıdır. Kimin kime ne kadar benzeyeceği önceden belli değil. Kaldı ki, bütün bu radikal hareketlerin kaynağı tam da içeridedir. Kısıtlı bir tarihsel bakış bile radikal hareketlerin mevcut siyasal kurum ve ilişkilerdeki çözümsüzlük, yozlaşma ve sahteliğe cevap olarak geliştiğini anlayabilir.
Bu açıdan bakıldığında ‘siyasete dahil etme’ edebiyatı özündesemptomu olduğu şeyi çözüm olarak önermektir. AKP örneğinden hareketle bu siyasete dahil etme/kendine benzetme modeli başta Kürt meselesi olmak üzere neredeyse her yere çözüm olarak öneriliyor. Çözüm olması bir yana bu tam da sorunun kendisidir. Yolsuzluklar ve siyasi kurumlardaki yozlaşma ve demokrasiyi insanları düzenli aralıklarla sayma düzeyine indirmek tam da Türkiye’yi DAİŞ’in kaymak ülkesi haline getirmiştir. Düşünce ve ifade özgürlüğünün “…seninle gurur duyuyor” holiganizmine indirgendiği bir düzeyde yarın için radikal dinciliğin Türkiye’nin ciddi iç meselesi olacağını söylemek büyük bir kehanet olmasa gerek.
Yarım yüzyıl boyunca bütün Müslüman nüfusu yoğun ülkeler içerideki siyasal tükenmişlik ve yozlaşmadan türeyen radikal unsurları reel sosyalizm karşıtı bir ihraç unsuru olarak Amerika aracılığıyla kullandılar. Son çeyrek yüzyıldır da bölgesel politikalar için aynı şekilde kullanılmaktadır. Buna “medeniyetler çatışması”projesi de düpedüz körük sağlamıştır. 90’lı yılların başından itibaren medeniyetler çatışması bir çerçeve olarak kullanıldı. Bu çerçevede neo-liberalizmle tam uzlaşma içindeki AKP benzeri unsurlar allanıp pullanarak piyasaya sunuldu. Bu modeldeki yozlaşma ve iflas çok erken ortaya çıktı. Buna alternatif olabilecek sol-demokratik unsurların konjonktürel zayıflığı ve teorik-stratejik krizin zirvede olduğu dönemde radikalizm, eskinin bugün icat edilmiş dili, kıyafetleri ve yöntemleri ile piyasaya çıktı.
Bu anlamda teorik olarak DAİŞ, AKP’nin iflasının ürünüdür. Pratik olarak ise, onların son 12 yılda siyasetine dahil ettiği kadroların bölgesel politikalar dahilinde ihracıdır. O bakımdan artık ziyadesiyle malum olan bazı hususları yüksek sesle ilan etmek gerekiyor:
I-DAİŞ, bir yanıyla Ortadoğu’daki devletlerin çürümüşlüğünün semptomu iken, diğer yandan aynı devletlerin sorunları çevreye ihraç etmelerinin de bir yoludur.
II-2000’li yıllarla birlikte Ortadoğu’daki merkezi etkisi gün geçtikçe artan Kürt siyasal hareketi daima bu ihracın en temel hedefi olmuştur. Katliamları binleri bulan Hizbullah, el-Ensar ve şimdi de DAİŞ.
III-Bunun esas nedeni de bütün baskılara rağmen seküler, demokratik-sol seçeneğin Kürtlerde güçlü şekilde kök salmasıdır. Bir nevi kovmak için her türlü vahşeti sergiledikleri hayaletleri daha güçlü geri dönmüştür.
IV-Son sahnede ise, DAİŞ şahsında faşizm sahaya sürülmüştür.
V-Davutoğlu’nun “Sünni gençlerin öfkesi” cümlesini “bizim çocukların yaramazlığı” olarak okumak gerekiyor.
AKP’ye, DAİŞ’e ve her türlü komploya karşı çözüm sürecinde ısrarlı olmak büyük önem taşıyor. Ama bu elbette ki yetmez. Çözüm süreci Türkiye için tam bir demokratikleşme haritasıyla bütünleştirilip kamuoyuna ilan edilerek Türkiye’nin 5. Darbe dinamiğini inşa eden AKP ile uzun bir siyasal mücadeleye göre gelecek kurgulanmalıdır…
(T24 – 19 Kasım 2014 – Aysel Tuğluk)